Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, 25 Şubat 2022 tarihinde Russian International Affairs Council’de (RIAC) yayımlandı. RIAC, 2010 yılında aralarında Rusya Dışişleri Bakanlığının da bulunduğu bir dizi devlet kurumunun öncülüğünde yaşamına başlayan bir düşünce kuruluşudur. Yani RIAC, doğrudan Kremlin’e bağlı olmasa da devletin merkeziyle güçlü ilişkilere sahiptir. Makale, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından Ankara’nın ilgi odağı olan Orta Asya’daki Türkiye bağlantılı faaliyetlerin Rusya tarafından dikkatle takip edildiğini gösteriyor. Yazarlar, belirli bir ihtiyat payı bırakmakla birlikte, Türkiye’nin bölgedeki etkisinin hâlâ sınırlı olduğunu savunuyorlar. Dahası, Ankara’nın bölgeyle kurduğu ilişkilerde açık ya da örtülü dile getirdiği pantürkist söylemlerin yalnızca Rusya tarafından değil, Çin ile İran’ca da pek hoş karşılanmayacağını ima ediyorlar. Türkiye’nin doğrudan Sovyet sonrası Orta Asya’ya nüfuz etmek için kurduğu TİKA’ya pek az yer ayrılması ise makalenin eksikliği olarak göze çarpıyor. Metindeki bir dipnot makalenin orijinalinde de bulunmaktadır, kalan dipnotlar ve metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Türkiye’nin Orta Asya’daki Politikası: İhtiraslar Sağlam Bir Temele mi Dayanıyor?
25 Şubat 2022
Grigory Lukyanov-Nubara Kulieva
Son zamanlarda uluslararası toplumun dikkati Orta Asya’ya[1] odaklandı. Bu, genellikle Orta Asya’yla doğrudan ya da dolaylı bağlantılı olaylar nedeniyledir; Taliban’ın iktidara gelişi, Kazakistan’daki durum, KGAÖ’nün (Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü) artan faaliyetleri, vb. Türkiye, kendisini “Türk dünyası”nın lideri olarak konumlandırarak ve Rusya ve Çin gibi bölge dışı başlıca aktörler kadar olaylara müdahil olmaya çalışarak bu gelişmeler arasında özellikle aktif hale geldi.
Gelgelelim, bu faaliyetin başlangıcı Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle aynı zamana rastladı, ki bu, Türkiye’nin Batı bloğunun ileri karakolu olarak önemini zayıflattı ve Türkiye’nin nüfuzunun yeni kurulan Orta Asya devletlerine yayılması konusunu gündeme getirdi. Laik demokratik siyasi sistem, İslami değerlere saygı, sosyal yönelimli devlet politikaları ve piyasa ekonomisini birleştiren Türk kalkınma modeli bu bağlamda kilit araç olarak görülüyordu. Devletlerin etnik ve mezhepsel yakınlığı faktörü ek bir öneme sahipti ve Türkiye’nin Türkî ülkelerin uluslararası temsilcisi statüsünü geliştirmesi lehine bir argüman olarak kullanıldı. Bununla birlikte bölge devletleri bir başka “hükümdar”ın liderliğinde gelişmelerini sürdürmek istemediler ve Türkiye bu devletlerle ekonomik, kültürel ve insani etkileşimlerle yetinmek zorunda kaldı.
Türkiye’nin Orta Asya Ülkeleri ile Başlıca İşbirliği Alanları
İktisadi İşbirliği
Bugün Türkiye’nin bölgesel konumunu güçlendirme girişimleri, Orta Asya devletleriyle ekonomik işbirliğini derinleştirmeye dayanıyor. Ankara, Orta Asya’yı öncelikle ulaştırma altyapısı yatırımlarında gelecek vaat eden bir bölge olarak görüyor. Yeni otoyolların ve ulaşım güzergahlarının oluşturulması, eski Sovyet cumhuriyetlerinin Rusya’ya olan altyapı bağımlılığının aşılmasında etkilidir, bu nedenle bölge ülkeleri bu kadar çok proje önermektedir. Aralık 2018 Türk Konseyi emtia fuarına katılanlar, Orta Asya’daki Türk yatırımlarının 85 milyar doları aştığını kaydetti. Türkiye yakın zamanda Aşkabat’ta uluslararası bir liman inşa etmek ve Türkmenbaşı Uluslararası Limanı’nı yeniden inşa etmek gibi birçok büyük ölçekli projeye yatırım yaptı. Ayrıca 2020 yılında TAV Havalimanları Holding, Kazakistan’ın en büyük şehri Almatı’daki havalimanının yüzde yüz hissesini satın aldı. Diğer planlar da iddialı: Türkiye, Çin ile birlikte, Türk dünyasını birbirine bağlayacak bir ulaşım arteri olan Hazar-ötesi bir ulaşım güzergahını hayata geçirmeyi planlıyor. Bu koridoru inşa ettiğinde Türkiye Orta Asya’ya doğrudan erişimi garantiye alacak, karşılığında sanayi ihracatını ve hammadde ithalatını artıracak. Bölge, Türkiye’nin enerji arzını çeşitlendirmesi açısından da Ankara’yı ilgilendiriyor. Ankara, Güney Gaz Koridoru projesinin bir parçası olan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı üzerinden Kazakistan petrolünün dağıtımını ve Trans-Anadolu boru hattı üzerinden Türkmenistan’ın gaz dağıtımını artırmayı hedefliyor. Bu tür planlar, Ankara’nın Rusya, Orta Asya, Azerbaycan ve Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya gaz taşıyan bir Avrasya “enerji merkezi” olma niyetini göstermektedir.
Ankara’nın hedeflerine ulaşmak için hatırı sayılır kaynaklara sahip olduğu not edilmelidir: Orta Asya’daki ülkeler ve Türkiye radikal biçimde farklı iktisadi yapılara sahipler, dolayısıyla Türkiye, bu ülkelerin kendilerinin üretemediği metalara yönelik taleplerini karşılayabilir. Gelgelelim iyi gelişmiş bir altyapının olmaması nedeniyle ihracat sınırlıdır. 2010 ve 2020 yılları arasında Türkiye ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ticaret hacmi 5,5 milyar dolardan 6,3 milyar dolara yükseldi. Bu rakam, Ankara’nın toplam dış ticaret hacminin yüzde 1,5’inden biraz fazlasını oluşturuyor ve bu da bölgede önemli bir büyüme potansiyeli olduğunu gösteriyor. Türkiye en çok Özbekistan ve Kazakistan’la ticaret yapıyor. Bu devletlerin her biri ile ticaret hacmi 2 milyar doları aşıyor, fakat Türkiye her iki ülkenin de en büyük üç ticaret ortağı arasında bile değil. Türkiye’nin Rusya ve Çin ile rekabet etmesi zor ve Ankara’nın Orta Asya’daki ekonomik varlığını oluşturmadaki başarıları, bu daha önemli aktörlerin elde ettiği başarıların yanında sönük kalıyor.
Askeri İşbirliği
İktisadi işbirliğini hızlandırmanın yanı sıra, Türkiye Orta Asya devletleriyle askeri ilişkilerini de güçlendirmeyi arzuluyor. Burada öncelikle bölge ülkeleriyle ikili temaslardan, yakın zamanda yeni bir seviyeye ulaşan temaslardan bahsediyoruz. Günümüzde, bir Turan Ordusu –Türk devletlerinin katıldığı bir askeri blok– kurma fikri kapsamlı şekilde tartışılıyor. 2013 yılında Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan’ı içeren Avrasya Askerî Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilâtı’nın (TAKM) kurulmasının ardından bu yönde ilk adımlar atıldı. Kazakistan da TAKM’ye katılma arzusunu dile getirdi. Örgütün amacı, üye devletlerin askeri kolluk kuvvetleri arasında işbirliğini geliştirmektir. Örgüt, Kafkaslar ve Orta Asya’da organize suç, terör ve kaçakçılıkla mücadele etmeyi amaçlıyor. Bununla birlikte, bölgedeki tüm kolluk kuvvetleri, askeri ve güvenlik kurumları arasında, dümeninin Ankara’da olduğu, Ankara ile iletişim için bir platform olma potansiyeline sahip bir prototip askeri örgüt yaratmaya yönelik ilk girişim olmasına rağmen, TAKM kayda değer bir başarı elde edemedi.
Türkiye ile Orta Asya ülkeleri arasındaki askeri işbirliğinin güçlendirilmesine yönelik görüşmeler, 2020 yılında Dağlık Karabağ ihtilafının kaldığı yerden devam etmesinin ardından başladı. Ekim 2020’de, askeri çatışmaların zirvesinde, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar Kazakistan ve Özbekistan’ı ziyaret etti. Akar’ın ziyareti sırasında Türkiye ile Özbekistan askeri ve askeri-teknik işbirliği anlaşması imzaladı ve bir Türkiye-Kazakistan stratejik ortaklığı da müzakere edildi. Uzmanlar bu küçük turu birleşik bir Türk ordusu kurma projesinin başlangıcı olarak değerlendirdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Mart 2021’de Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı ziyaret etmesinin ardından “Turan Ordusu” ile ilgili görüşmeler yeniden alevlendi. Ankara liderliğindeki bir askeri ve siyasi blok oluşturmak, Türkiye’nin bölgesel liderlik yarışındaki konumunu güçlendirebilir. Fakat projenin iddialı doğasına rağmen, Türkiye’nin planlarını raydan çıkarabilecek bir dizi faktör var. Birincisi, Orta Asya’daki diğer etkili güçler (Rusya, Çin ve İran), bir Turan Ordusu’nun oluşturulmasını güvenlikleri için bir tehdit olarak görebilir. İkincisi, Kazakistan ile Kırgızistan KGAÖ üyesiyken Türkiye’nin NATO üyesi olduğu akılda tutulmalıdır. Bu ülkeler yeni bir bloğa katılırlarsa, kaçınılmaz soru ortaya çıkacaktır: geleneksel ittifaklarında statüleri ne olacak ve herhangi bir şekilde statüye sahip olacaklar mı? Son olarak, bir Turan Ordusu oluşturmadan önce Türkiye’nin Orta Asya devletleriyle diğer işbirliği alanlarında daha fazla ilerleme kaydetmesi gerekiyor. Buna ek olarak, geniş anlamda, uygun seviyedeki kaynak eksikliği, askeri entegrasyon için büyük bir engeldir.
Yumuşak Güç
1990’larda Türkiye, Orta Asya’da hem ekonomik manivelalara hem de çok çeşitli yumuşak güç araçlarının kullanımına yaslanıyordu. Örneğin, Türkiye’nin bölgesel politikası büyük ölçüde Türk dilinin, kültürünün ve tarihinin ve daha geniş olarak Türk eğitim sisteminin teşvik edilmesini içeren birkaç temel alanda kurulmuştu. Türkiye’nin yumuşak güç politikası çerçevesinde, (Türkiye’nin liderliğinde) temel olarak Türkçe konuşan ülkelerdeki halkların dünya görüşünü vurgulayan tek bir değerler kompleksi üreten kültürel ve dini ortaklık fikrine dayalı “yeni bir Türk kimliği” geliştirmek gibi bir dizi temel öncelikli hedef bulunmaktadır. Bu, ileriye dönük olarak etkili iktisadi ve siyasi etkileşimler için bir temel olarak hizmet edecektir.[2] Bir diğer önemli vektör, Türkiye’nin çıkarları için sınırlarının ötesinde lobi yapabilecek ve ülkenin uluslararası faaliyetlerini geliştirmek için uygun koşullar yaratabilecek etnik Türklerle bağları sürdürmektir. Bu, iki dilli çocuklar için programlar oluşturarak, ülkenin tarihine ve kültürüne yönelik eğitim etkinlikleri düzenleyerek, eğitim programlarını uygulayarak, Türkiye ve Türk halklarının tarihi, kültürü ve diline ilişkin bilgi ve bilincini koruyarak ve artırarak sağlanır.
Türkiye için, ülkenin –2010’lardan bu yana büyük değişimlerle süregiden– ‘yeni imajını’ yaratma ve muhafaza etme görevi eşit derecede önemlidir. Başlangıçta “Türk modeli” İslami değerlerin, demokratik toplumsal geleneklerin ve gelişen bir piyasa ekonomisinin etkili bir sentezi olarak sergilenirken, 2010’ların başında –bir dizi dış (Arap Baharı) ve iç (iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyasetindeki dönüşüm) sayesinde– Türkiye, dünya çapında “Müslümanların ve Türklerin savunucusu” imajını vurgulamaya başladı. Türkiye bu hedeflere ulaşmak için, başta Türk sineması ve bir bütün olarak eğlence sektörü olmak üzere popüler kültürünün ürünlerini de aktif olarak yaygınlaştırmaktadır. Böylece, Türkiye’nin kültürel, tarihi ve dini konumuyla bağlantılı –Türkiye’nin desteklemesi gereken– simgeler bölge ülkelerinde kamuoyunun zihnine aşılanıyor. Bu durum, doğrudan mali ödemeler ve borçların ertelenmesinden ziyade, yukarıda belirtilen alanlarda altyapı ve lojistik projelerini içeren insani yardım faaliyetlerinin yoğunlaşmasıyla yakından ilişkilidir.
Türkiye’nin Orta Asya Politikasının Kurumsal Temelleri
Türkiye’nin Orta Asya siyasetinin kurumsal bileşeni en tartışmalı unsurlardan biridir. Bir yandan, Türkiye’nin 1990’lardan beri bölgesel iletim hattı olarak aktif olarak kullandığı oldukça görünür ve dallara ayrılmış bir kurumlar ağı var. Öte yandan, bu kurumların temel zayıflıkları –parçalanmış, büyük ölçüde formalite icabı doğası ve düşük verimlilik– yadsınamaz. Bu nedenle, Türkiye’nin bölgesel siyasetlerini ve duruşunu incelerken, bu yönü dikkate almamız ve Türkiye’nin bölgesel siyasetleri çerçevesinde mevcut kurumlar ağındaki çeşitli blokları belirlememiz önemlidir.
Birinci blok Türk Konseyi’ni (2021 yılında Türk Devletleri Teşkilatı olarak yeniden isimlendirildi) ve onun himayesinde çalışan bir örgütler kompleksini kapsamaktadır. Bu, Türkiye’nin şu anda Türk devletleri arasındaki entegrasyon ve etkileşim için merkezi bir buluşma yeri olarak belirlediği örgüttür. Türkiye’nin bu kuruma daha fazla ağırlık verme niyeti, örgütün Kazakistan’daki son olayların çözümüne dahil olmasıyla kanıtlanmaktadır. Bugün örgüt Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye ve Özbekistan’ı kapsamaktadır ve Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY), Türk Devletleri Parlamenter Asamblesi, Uluslararası Türk Akademisi ve Türk Kültür Ve Miras Vakfı şubelerine sahiptir. Bu kuruluşlar kültürel bağların yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi, siyasi diyaloğun güçlendirilmesi, Türk dünyası ile ilgili araştırmaların geliştirilmesi ve Türk ülkelerinin kültürel mirasının korunmasına odaklanmaktadır. Bu kurumsal bloğun küresel amacına gelince, Türk dünyası üyeleri arasında kültürel, eğitimsel, toplumsal, siyasi ve iktisadi bağların güçlendirilmesine dayalı olarak etkin entegrasyonun geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Bütün bunlar, Türkiye’nin, birleşik bir Türk dünyasının, dolayısıyla bir Türk kimliğinin varlığı konseptine dayanmaktadır.
İkinci kurumsal blok, eğitimsel, daha açık olarak, Türkiye’nin, ülkenin Orta Asya siyasetinin temellerine hizmet eden faaliyetlerinin toplumsal ve kültürel vektörü ile bağlantılıdır. Bu bağlamda, Yunus Emre Kültür Merkezleri adı altında dünya çapında şubeleri bulunan Yunus Emre Vakfı ve onun Yunus Emre Enstitüsünden söz edilmelidir. Merkezlerin şu anda Orta Asya’da ofisleri bulunmamakla birlikte, Vakıf Orta Asya nüfusu için özel olarak tasarlanmış projeler yürütmekte ve etkinlikler düzenlemektedir. Son zamanlarda Maarif Vakfı önemli bir işlev üstlendi: Türk eğitimini teşvik etmek ve bu alanda Türkiye’nin uluslararası bağlantılarını geliştirmek, yurtdışındaki Türk eğitim kurumlarının işleyişini denetlemek ve kısmen yabancılara Türkiye’de eğitim almak için imtiyazlı koşullar sunmakla ilgilenmektedir. Vakfın, FETÖ bağlantılı eğitim kurumlarının geniş ağını yeniden yönlendirmek için faaliyetlerini hızlandırması önemlidir. FETÖ, bazı raporlara göre, 2016’da Türkiye’deki başarısız askeri darbenin düzenlenmesinde doğrudan yer alan örgüttür.[3]
Bir diğer önemli kuruluş ise, hemşehrileriyle çalışmanın ve devlet burs programı “Türkiye Bursları”nı yürütmenin yanı sıra, Türk eğitimini ve Türk dili, tarihi ve kültürünün başta Orta Asya olmak üzere yurtdışında araştırılmasını teşvik eden Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’dır, çünkü örgütün kurumları çoğunlukla bu ülkelere yöneliktir. Yine Diyanet İşleri Başkanlığı (Diyanet) gibi örgütler de destekleyici toplumsal ve kültürel işlevleri yerine getirmektedir. Diyanet 140’tan fazla ülkede faaliyet göstermekte, din eğitimini teşvik etmekte ve okullar, üniversiteler, eğitim kursları vb. aracılığıyla halkı kültürel değerlerle tanıştırmaktadır.
Üçüncüsü, 2000’li yılların başında eski Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından tasarlanan insani siyaseti –küresel bağlamda insanların yaşamlarını iyileştirmeyi amaçlayan insan merkezli bir siyaseti– uygulayan insani yardım örgütü bloğudur. Bu bağlamda, aslında Orta Asya ülkeleri için özel olarak tasarlanan Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’na (TİKA) özellikle değinmek gerekir.[4] TİKA, Türkiye’nin Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi olarak sunduğu resmi kalkınma yardımlarını (ODA) sağlamakla uğraşan başlıca kuruluştur. Ajans, Orta Doğu, Afrika, Latin Amerika vb. ülkelerde projeler yürüttüğü için faaliyetlerini Orta Asya’nın çok ötesine genişletti. Türkiye bugün giderek daha aktif bir insani yardım bağışçısı ve bu amaca tahsis edilen GSYİH yüzdesi açısından bu alanda liderlerden biri. Türk insani yardımının başlıca alıcıları, Kırgızistan ve Kazakistan hala ilk 10’da olmasına rağmen, Orta Doğu ve Afrika ülkelerine kayma ile son on yılda önemli ölçüde değişti. Ek olarak, Türkiye’nin genel insani siyaseti için önemli olan Kızılay, AFAD vb. gibi birçok yardımcı kuruluş bulunmaktadır. Gelgelelim bunlar Orta Asya’ya odaklanmamaktadır.
***
Bugün Türkiye, kendisini “Türk dünyası” da dahil olmak üzere birçok bölgede aynı anda lider olarak konumlandırıyor ve çok kutuplu uluslararası sistemde yükselen bir güç merkezi olarak ülkenin küresel önemini vurguluyor ve Orta Asya’daki siyasetlerini kritik derecede önemli hale getiriyor. Faaliyetine ve ihtiraslarına rağmen bu siyasette muhtelif sınırlayıcı faktörler olduğu unutulmamalıdır. Türkiye’nin Orta Asya’daki güncel eylemleri ile Rusya’nın 2015’te Ortadoğu’ya “geri dönüşü” arasında sık sık paralellikler kurulsa da Türkiye tıpkı 1990’larda olduğu gibi Orta Asya’da ikincil bir bölge dışı aktör olmayı sürdürmektedir. Bu, ülkenin güvenlik alanında ne kadar az manevra alanına sahip olduğu ve öncelikle Rusya’nın kabiliyeti olan krizlerle mücadeleye doğrudan müdahil olamaması ile doğrulanmaktadır.
İşte tam da bu nedenle Türkiye, canlı askeri işbirliği söylemine rağmen diğer aktörlerin etkisinin sınırlı olduğu alanlara vurgu yapıyor. Örneğin bunlar kültür, eğitim, iktisat ve insani bileşenlerdir. Bununla birlikte, dış politikada ortaya çıkan geleneksel olmayan unsurların kendine özgü doğası göz önüne alındığında, bu yönelim kendi başına başarı ve etkililiğin kanıtı değildir. Ayrıca, bölgeyi Türk “liderliği” altına almanın bir sonuca bağlanamaması ve esasen pantürkizm ideolojisine dayalı ikili etkileşimlerin hâkimiyeti de Türkiye’nin eylemlerini sınırlandırıyor gibi görünmektedir. Karşılıklı etkileşim için şu anki kurumsal temellerin gerçek etkililiği düşük olmaya devam ediyor. Son olarak, belki de ana noktalardan biri, Orta Asya’daki diğer bölgesel olmayan aktörlerle (öncelikle Rusya ve Çin) karşılaştırıldığında, Türkiye nesnel olarak yeterli kaynağa (finansal, askeri, teknolojik vb.) değildir. Aynı zamanda, Türkiye çok daha az belirgin olmakla birlikte dış siyasette hâlâ çok taraflı bir yaklaşım sergilemektedir.
Bu gelişmeler, Türkiye’nin Orta Asya’daki siyasi faaliyetlerini hızlandırmasına, ülkenin bölgedeki iddialı planlarına ve bölgedeki etkisini artırma kapsamına rağmen, bu planların uzun vadede büyük ölçüde abartılı ve mantıksız göründüğünü göstermektedir. Fakat bu, üçüncü taraflara (Rusya, Çin vb.) yönelik stratejiler oluşturma açısından Türkiye’nin Orta Asya için artan önemini yadsımıyor. Olayların Türkiye’nin lehine dönmesinin temel koşulunun, bölgedeki diğer ülkelerle ekonomik işbirliğinin güçlendirilmesi olduğuna ve bunun sadece Türkiye’nin kültürel ve insani faaliyetlerini tamamlamakla kalmayıp, aynı zamanda ülkenin bölgedeki nüfuzunun temelini oluşturacağına inanıyoruz.
Çeviren: Erman Çete
Dipnotlar:
[1] Ruslar, bizim Orta Asya dediğimiz bölgeyi iki ayrı terimle adlandırıyor: Merkez Asya ve Orta Asya. Merkez Asya, eski Sovyet cumhuriyetlerini kapsayan ülkelere işaret ederken, Orta Asya bu ülkelere Afganistan ile Doğu Türkistan’ı da ekliyor. (ç.n.)
[2] Sarimsokov, Z. “The Turkic Factor in Turkey’s Soft Power Policy in its Relations with Central Asian States.” Postsovetskye issledovaniya, 7 (2020): 613.
[3] Yazarlar, orijinal metinde “FETO” şeklinde yazıyorlar. (ç.n.)
[4] Yazarlar, TİKA’nın insani yardım ulaştırdığı ülkeler arasında Kırgızistan ve Kazakistan’ın hâlâ ilk 10’da yer aldığına dikkat çekiyor. Gerçekten, AKP iktidarının 2006-2013 arasındaki Ortadoğu açılımı dönemi bir kenara bırakıldığında, resmi istatistiklere göre de TİKA’nın Orta Asya’ya yönelik ilgisi asla kesilmemiştir. Gerçekten de TİKA, 1992 yılında kurulduğunda, Orta Asya’daki ülkeleri piyasa ekonomisine entegre etmek ve bölgedeki Türkiye nüfuzunu artırmak gibi misyonlarla kurulmuştu. (ç.n.)