DÜNYA BASINI

ABD, Çin’in Küresel Güney’e “uzun yürüyüşünü” nasıl durduracak?

Yayınlanma

Editörün notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, ABD’de Donald Trump’ın, küresel çapta ise “milli muhafazakârlık” olarak bilinen akımın destekçisi Asia Times‘ın genel yayın yönetmen yardımcısı David P. Goldman’a ait. Trump’lı bir ABD’nin izolasyonizme döneceği fikrinin su götürür olduğuna işaret eden bir makale olması açısından dikkat çekici; zira Goldman Çin ile rekabet edebilmek için bir Asya-Avrupa-Amerika ittifakına işaret ediyor: ABD, Almanya, Güney Kore, Japonya güçlerini birleştirmelidir. Goldman bunun için bir “ulusal seferberlik” çağrısında da bulunuyor ve ABD tarihinde rakipleri alt etmenin ancak bu tip olağanüstü hallerde ortaya çıktığına işaret ediyor. Trump’lı bir dünyada, ABD’nin içe kapanmadan ziyade, içerideki vidaları daha da fazla sıkmaya çalışacağına bir işaret sayılmalı. Görünen o ki bu yıkıcı rekabetin savaş alanı da “Küresel Güney” olacak.


Çin’in Küresel Güney’e “Uzun Yürüyüş”ü

David P. Goldman
Asia Times
22 Temmuz 2024
Çev. Leman Meral Ünal

ABD Çin ile rekabet etmek için Japonya, Güney Kore ve Almanya ile birleşmeli; nitekim birlikte daha fazla kaynağa ve daha fazla sermayeye sahipler…

“Uzun Yürüyüş” analojisi benim fikrim değil. Çinli politika yapıcılar Mao’nun kentleri kırsaldan kuşatmaya yönelik iç savaş stratejisine gönderme yapıyor.

Peki bu neden önemli? Düşük doğum oranları nedeniyle yüksek gelirli ülkelerin çalışma çağındaki nüfusunun bu yüzyıl içerisinde dörtte bir oranında azalması bekleniyor. Tayvan ve Güney Kore için ise bu oran, muhtemel ki dörtte üç civarında olacak.

Tam da bu yüzden Çin’in Tayvan’ı işgal edeceğini sanmıyorum. Nitekim Çinliler er ya da geç olgunlaşan bir meyve gibi kucaklarına düşecek bir şey için savaşmazlar. Ancak “orta gelirli” olarak tabir edilen ülkelerin çalışma çağındaki nüfusunun yarı yarıya artacağı düşünülüyor.

Dünyanın en kıt kaynağı, modern bir ekonomide çalışabilecek genç insanlardır. Geçmişin imparatorlukları toprak için savaşırlardı. Çin’in bugünkü hedefi ise insanları kontrol edebilmek.

Çin 1979’da çiftçilerden müteşekkil bir ulusu alıp onları sanayi işçilerine dönüştürdü ve kişi başına düşen GSYH’yi 30 katına çıkardı. Şimdi de fabrika işçilerinden oluşan bir ulusu mühendislerden oluşan bir ulusa dönüştürmeyi planlıyor – Güney Kore’yi düşündüğünüzde, evet bu karmaşık ve maliyetli bir geçiş. Ama Çin bunu yapıyor.

2020’de Çin’in Küresel Güney’i Çinlileştirme planını yazmıştım. [Çünkü] Çin, günde 3 dolar kazanan insanları günde 10 ya da 20 dolar kazanmaya güdülemek konusunda fazlasıyla çok şey biliyor.

Çin’in nüfusu azalsa da yüksek eğitimli nüfusu günden güne artıyor.

On yılda yüzde 60’lık bir artışla on buçuk milyon üniversite mezunu olacak, bunların üçte biri ise mühendis… Bu, dünyanın geri kalanının toplamından kat kat fazla mühendislik mezunu verildiği anlamına geliyor.

Güney Kore, 1990 ile 2010 yılları arasında sanayi üretimini beşe katlarken fabrika işgücü beşte bir oranında azalma gösterdi.

Peki bu Çin’in çökeceği anlamına mı geliyor? ABD ve Çin’in toplam borç yükünü karşılaştıralım: ABD’nin borcu GSYİH’nin yüzde 262’si iken Çin’inki yüzde 278’i.

Fakat Çin dünyaya yılda bir trilyon dolar borç veriyor, biz ise yılda bir trilyon dolar borç alıyoruz. Malum, pozitif büyüme ve büyük cari fazlaya sahip ülkelerde mali krizler pek fazla yaşanmaz.

Çin belki birçok şeyi yanlış yaptı, buna rağmen çok doğru yaptığı iki kayda değer şey var.

Birincisi, yapay zekâ uygulamalarının üretime entegre edilebilmesi. 9.000 dolara (kâr edecek biçimde) bir elektrikli araç ya da 50 işçinin çalıştığı bir fabrikada günde 2400 adet 5G baz istasyonu üretebiliyor – bunu kendi gözlerimle gördüm. Ayrıca günde 1000 seyir füzesi motoru yapabilen bir fabrikası olduğunu da iddia ediyor.

Biz Ukrayna’ya yetecek kadar top mermisi üretemiyoruz. Çin ise canının istediği kadar gemi vuran füze yapabilir. Bu, misket tüfeklerinin yaylı tüfeklerin yerini almasından bu yana ateş gücündeki en büyük dönüşümlerden biri. Bir ABD destroyeri 100 füze önleyici taşıyabilir. Çin’in anakaradan fırlatabileceği füzelerin ise bir sınırı yok. Çin’i önceliklendirmekten bahsediyoruz bir de: Neyle?

Titanik’teki güverte silahlarını yeniden düzenliyoruz.

Çin’in 3 milyon adet 5G baz istasyonu var. Bizde ise 100.000 tane var. Çin, telekomünikasyon altyapısı, elektrikli araçlar, güneş enerjisi, insansız hava araçları, çelik ve gemi yapımı gibi kilit sektörlere hâkim, şimdi de yarı iletkenleri hedefliyor. Biden’ın Hazine Bakanı Çin’e gidiyor ve “Fazlasıyla sanayi kapasiteniz var, bu kadar çok ihracat yapmayın lütfen!” diyor. Peki ya bizim kapasitemizde durum ne?

Çin’in doğru yaptığı diğer büyük şey ise Küresel Güney’in dönüşümüdür. Koronavirüs pandemisinden bu yana Küresel Güney’e ihracatını ikiye katladı- şimdilerde ise buraya tüm gelişmiş pazarlardan çok daha fazla ihracat yapıyor. Milyarlarca insanı kendi ekonomik alanına bağladı. Bunu bizim 230,000 askerimize karşılık Çin dışında konuşlandırdığı sadece 200 askerle yaptı.

Biz sonsuza dek sürecek savaşlar için 7 trilyon dolar harcadık. Çin ise “Kuşak ve Yol Girişimi” yatırımları için 1 trilyon dolar harcadı. Kim daha fazla nüfuz sahibi oldu?

Kırk ülke BRICS’e katılmak için başvuruda bulundu.

Bu “otoriterliğe karşı demokrasi”yle ilgili bir mesele değil. Çin’in Hindistan gibi demokrasilere ihracatı en az Rusya’ya ihracatı kadar hızlı büyüdü. Çinliler barbarların kendilerini nasıl yönettiğiyle ilgilenmiyor. Dünyayı Çin teknolojisine ve Çin’in tedarik zincirlerine bağımlı hale getirmeye çalışıyorlar.

Bu devasa bir girişim: Küresel Güney’deki her beş işçiden dördü kayıt dışı sektörlerde çalışıyor. Yani vergi ödemiyorlar, çok az hizmet alıyorlar, sermayeye, dünya piyasalarına ve pazarlarına erişimleri yok.

Çin ise dijital ve ulaşım altyapısı ile insanları kendine bağlıyor, bu da onları dünya pazarlarına… Huawei ve ZTE artık dünyanın telekomünikasyon altyapısının yarısından fazlasını ve Küresel Güney’deki pazarların üçte ikisinden fazlasını tutuyor.

Çin merkezli bir otomotiv ve elektronik şirketi olan BYD ise Meksika, Brezilya, Tayland, Türkiye ve Macaristan’da elektrikli araç fabrikaları kuruyor. 9.000 dolarlık bu elektrikli araçlar, bugün Küresel Güney için Ford’un Model T’sinin eşdeğeridir – ortalama gelire sahip bir ailenin rahatlıkla alabileceği bir otomobil yani. Bu, Model T’nin Amerika Birleşik Devletleri için anlamından daha da büyük bir etki yaratıyor.

Bu sırada bizim durumumuz ise gittikçe kötüleşiyor.

Donald Trump görevi bıraktığında mal ticaretindeki açığımız yılda 800 milyar dolar kadardı. Şimdi ise bunun yarısı kadar daha çok, yani yılda 1,2 trilyon dolara yükseldi.

Yeni ithalatların pek çoğu Küresel Güney’den geliyor. Çin’den gelen mallara gümrük vergisi koyduk, bu nedenle Çin bunun yerine parçaları Meksika, Vietnam, Hindistan ve bir düzine başka ülkeye gönderdi, onlar da ürettikleri mamul malları bize sattı. Çin’den daha az ithalat yapıyoruz belki ama Çin tedarik zincirlerine fazlasıyla bağımlıyız.

Tıpkı “Sihirbazın Çırağı” gibi, bizi sular altında bırakan büyülü süpürgeyi parçaladık, ama şimdi bir düzine süpürgemiz var.

Fed’in Sanayi Üretim Endeksi COVID öncesine göre daha düşük bir düzeyde. Sermaye malları ihracatı enflasyon artışı sonrası yüzde 10’dan fazla düştü.

En kötüsü ise, artık ülke içinde ürettiğimizden daha fazla sermaye malı –diğer malları üreten mallar– ithal ediyoruz. Bu da demek oluyor ki daha fazla üretmek ve daha az ithal etmek için daha fazla sermaye malına ihtiyacımız var, gelecekte daha az ithal etmek için ise bugün daha fazla sermaye malı ithal etmemiz gerekecek. İşte bu nedenle getirilen gümrük vergileri yarardan çok zarar getirebilir.

Çin’in gelişmiş çip teknolojilerine erişimini kestik, fakat Çin bu engellerin çoğunu aşabildi. Endüstriyel otomasyon, 5G telekomünikasyon ve diğer reel ekonomi uygulamaları için ihtiyaç duyduğu çipleri pekâlâ üretebiliyor. Yaptırımlarımızın etkisini tekrar tekrar abarttık ve Çin’in uyum sağlama kabiliyetini hafife aldık.

Fili vurmak bugüne kadar pek bir işe yaramadı. Belki de kendi filimizi kendimiz bulmamız gerekiyor.

Kennedy’nin Ay’a iniş projesi ya da Reagan’ın Stratejik Savunma Girişimi ölçeğinde bir ulusal çabaya ihtiyacımız var. 1965 yılında tüm federal harcamaların yüzde 12’si Ar-Ge’ye gidiyordu. Bugün ise bu oran yüzde 2,4.

Kısacası, ancak ulusal bir aciliyet söz konusu olduğunda sanayi politikasını doğru uyguluyoruz

Bu bağlamda Trump’ın füze savunması doğru yoldu: İleri konuşlanmamızı azaltın ve kaynaklarımızı yüksek teknolojili savunmaya yoğunlaştırın.

Bizim daha hızlı “çiplerimiz” var, üstelik bu sadece işlem hızıyla ilgili değil: Know-how, eğitim, endüstriyel kültür ve endüstriyel topluluklar… Oysa bunların kaybolmasına izin verdik biz. Trump Çinli elektrikli araçlara yüksek gümrük vergileri uygulamakta haklıydı çünkü üretim üssümüzü korumalıyız. Yine Çinli otomobil şirketlerini ABD’de fabrika kurmaya davet ederken de haklıydı. Zira Çin endüstriyel otomasyonda bizden ileride. Çin’in fikri mülkiyet haklarının bir kısmını kendimize mal etmeliyiz belki de…

Bu noktada iki basit önerim var:

Çin’in Küresel Güney’deki “Uzun Yürüyüşü” ile rekabet edebilmek için Japonya, Güney Kore ve Almanya ile birleşmeliyiz. Onlarla birlikte çok daha fazla kaynağa ve sermayeye sahibiz çünkü.

NATO’daki ortaklarımızı yirmi birinci yüzyılın sonucunu belirleyecek teknolojileri yaratmada bize katılmaya çağırmalıyız. Onları konvansiyonel orduları yeniden inşa etmeye ikna edemeyiz belki ama teknolojinin en ileri noktasında bize katılmaları reddedemeyecekleri bir teklif olacaktır.

Reagan’ın Ulusal Güvenlik Konseyi’nde genç bir araştırmacı olarak SDI’ın(*) sivil yan ürünlerle kendini amorti edeceğini söyleyen bir çalışma hazırlamıştım. Yanılmışım! Maliyetinin on katından daha fazlasını karşıladı. Demem o ki bu bizim ilk deneyimimiz değil, tekrarlayabiliriz. Hatırlatmaya ihtiyacımız var, talimata değil.


(*) Stratejik Savunma Girişimi (SDI), Ronald Reagan döneminde, ABD’yi balistik nükleer füzelerin saldırısından korumayı amaçlayan bir füze savunma sistemi önerisiydi. (editörün notu)

Çok Okunanlar

Exit mobile version