Geçen ay, Almanya için Alternatif’in (AfD) 2014 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için hazırladığı taslak manifesto basına sızmıştı. Manifestoda dikkat çeken unsurlardan biri de partinin ‘AB’nin kontrollü dağılmasını [Auflösung]’ savunmasıydı. AB’yi ‘son derece antidemokratik’ bulan ve AP’nin meşruiyetini tartışmaya açan AfD, yine de güçlü bir ‘avroseptik’ listeyle 2024’e hazırlanıyor.
Ne var ki, geçen haftasonu toplanan AfD kongresinin ilk bölümünde, manifestoda yer alan kontrollü dağılma terimi, parti liderleri Tino Chrupalla ve Alice Weidel tarafından ‘editoryal bir dikkatsizlik’ olarak nitelendirildi ve kongrenin bu haftasonu yapılacak ikinci bölümünde çıkarılacağı söylendi.
Bu sözler ortalığı karıştırdı. Partinin Thüringen şefi ve ‘radikal’ kanada mensup olduğu ileri sürülen Björn Höcke, ifadenin metinde kalmasını istiyor ve bu konuda kürsüde kendisine söz verilmezse ‘isyan’ tehdidinde bulunuyor. AP listesinde dördüncü sırada yer alan ve partinin ‘ılımlı’ kanadına mensup olduğu iddia edilen Christine Anderson da Almanya’nın AB’den derhal ayrılması çağrısında bulunmaya devam ediyor.
AB yerine ulus-devlet federasyonu
Chrupalla geçen ay verdiği bir demeçte, “Ulus-devletlerin potansiyelini kullanabilmek ve doğuya giden köprüyü yeniden inşa edebilmek için Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasını talep ediyoruz,” demişti.
Avrupa Birliği’nin ‘ulus-devletin yerini alamadan ulusal yetkileri gasp ettiğini’ ve Avrupa Komisyonu’nun ‘meşruiyetten yoksun’ olması nedeniyle ‘yeterince demokratik’ olmadığını savunan Chrupalla ayrıca AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarını AB’nin ‘gayrimeşruluğunun’ başlıca örneği olarak gösterdi ve bunların ‘vatandaşların çıkarına olmadığını’ ve artan enflasyon ve durgunluğa yol açtığını söylemişti.
Eş Başkan, AfD’nin AB yerine ‘yeni bir Avrupa ekonomik ve çıkar temelli topluluğu, bir Avrupa ulusları ligi’ önerdiğini aktarmıştı.
AfD’nin ‘Staatsvolk’ arayışı
AfD, manifestosunda ‘federal bir Avrupa’ fikrini açıkça reddediyor. AfD’nin taslak metninde, “Böyle bir oluşum, başarılı devletler için gerekli ön koşullar olan ne bir Staatsvolk’a ne de gerekli asgari kültürel kimliğe sahiptir,” deniyor.
Staatsvolk’taki vurgu bize ait. Bire bir çeviride ‘devletin halkı’ diyebileceğimiz bu kavram, hem egemen bir devletin tüm ulusal anasırını kapsıyor, hem de daha ‘etnomilliyetçi’ diyebiliceğimiz, egemen bir devletteki baskın ulusal unsuru öne çıkarıp diğer azınlıkları dışarıda bırakan başka bir anlama sahip. İlk anlam, etnik kökenine bakmaksızın bir ülke topraklarında yaşayan tüm vatandaşlara işaret ediyor; diğer ise dışlayıcı bir etnomilliyetçiliğe.
Almanya’da birçok sözcüğün anlamının Nasyonal Sosyalist iktidar ile birlikte dönüşüme uğradığını hatırlatmak gerekiyor. ‘Volk’ bunların başında gelir. Türkçeye ‘halk’ diye rahatça çevirebileceğimiz bu sözcük, nazi sözlüğünde kan ve toprak ile bağlı Alman ulusuna işaret eder hale gelmişti örneğin.
AfD içinde de Staatsvolk’ün her iki anlamını da savunabilecek kişiler olduğu açık. AfD’nin manifestodaki argümanları güçlü bir şekilde ‘ulus’, ‘egemenlik’ ve ‘kimlik’ gibi kavramlar etrafında dönüyor. Sadece ‘ulus’ ve ‘ulusal’ terimleri seçim programında 145 kez geçiyor.
AfD, kararların Brüksel’de değil, ulus devletin merkezinde alınması gerektiğini savunuyor. Programın giriş bölümünde AB’yi ele geçiren ‘küreselci elitlerden’ bahsediliyor.
AB’nin kontrollü dağılması etrafında dönen tartışma, AfD’nin AP içindeki sağcı Kimlik ve Demokrasi (ID) grubuna katılım başvurusunu kabul etmesiyle birlikte daha da alevlenebilir. Zira ID’nin şu andaki en önemli partileri Fransız Ulusal Birlik (Marine Le Pen) ve İtalyan Lega (Matteo Salvini), federal Avrupa’ya ilişkin tutumlarını yumuşatmış görünüyorlar.
Örneğin Marine Le Pen daha önce savunduğu AB’yi feshetme fikrinden vazgeçti ve bunun yerine blokta ‘köklü bir reform’ yapılması için bastırıyor. Bu, AfD’ye göre ‘imkansız’ bir şey. Benzer şekilde, Lega da şu sıralar, ‘avroseptik’ fikirlerini yavaş yavaş terk ederek yaklaşan seçimler için merkez sağ güçlerle geniş bir ittifak kurmaya çalışıyor.
AfD parlamento grubunun Avrupa politikası sözcüsü Harald Weye, geçen ayın sonunda Deutschlandfunk’a verdiği bir röportajda AB’nin kontrollü dağılması ifadesinin kelimenin tam anlamıyla ‘bir kişinin dilbilgisi dikkatsizliği’ olduğunu ileri sürmüştü. Oysa, 2017, 2019 ve 2021 seçimlerinde AfD açıkça ‘Dexit’, yani Almanya’nın AB’den çıkışını, üstelik ‘zorunluluk’ olarak savunuyordu. 2021 Bundestag seçimleri için ilan edilen programda, “Avrupa Birliği’nin son yıllarda planlı bir ekonomi süper devletine dönüşme çabası bizi, temel reform yaklaşımlarımızın bu AB’de gerçekleştirilemeyeceğinin farkına varmaya itti. Almanya’nın Avrupa Birliği’nden ayrılmasını ve yeni bir Avrupa ekonomik ve çıkar topluluğu kurmasını gerekli görüyoruz,” deniliyordu.
AfD’nin ‘daha Alman bir Avrupa’ planı
Frankfurter Allgemeine Zeitung’da (faz) yayınlanan, Magdeburg parti konferansıyla ilgili bir analizde, eş başkanların bu konuda farklı düşündüğü iddia ediliyor. faz’a göre Alice Weidel çekilmeyi saçma buluyor, ama Tino Chrupalla NATO’dan çekilmeye olduğu gibi AB’nin kontrollü dağılmasına da sempati duyuyor.
WELT’te yer alan bir habere göre AfD lideri Weidel’e yakın kaynaklar, AfD’nin, AP’deki müttefikleri Ulusal Birlik ve Lega’nın dahil olduğu ID’deki ortaklarını korkutmamak için daha yumuşak bir ifadeyi savunduğunu söylüyor. Weidel kısa süre önce Stern’e yaptığı açıklamada, “Ben AB’nin parçalara ayrılmasından bahsetmeyi tercih ediyorum. Örneğin ortak güvenlik ve savunma politikası gibi bazı bölümlerde bu yapı mantıklı. Fakat şu ana kadar başarısız olduğu yer de burası,” dedi.
Benzer bir tutum Avro bölgesine yönelik tutumda da görülüyor. Partinin 2013 Federal Meclis seçimleri kampanyasında “Almanya’nın Avro’ya ihtiyacı yok” deniyordu. Ertesi yıl, bu tutum yumuşatıldı ve AB için ‘daha esnek bir parasal düzen’ önerildi ve ‘istikrar odaklı Avro ülkeleri kendi aralarında Maastricht Antlaşması temelinde daha küçük bir para sistemi oluşturmalıdır’ denildi.
On yıl sonra, 2024 Avrupa Seçim Programı taslağında Avro bölgesinden ayrılmanın adı bile geçmiyor. Artık sadece Avro sisteminin değiştirilmesi söz konusu. Hatta, AfD’nin Almanya’yı Avro bölgesinde tutup daha ‘istikrar odaklı’ bir para sistemi önerisi, AB’yi ‘eskisinden daha Alman’ hale getirmek demek olduğu eleştirisi yöneltiliyor. Alman sermayesi için çok elverişli olan Avrupa ekonomik bölgesi, ortak para birimiyle birlikte kalmalı, fakat bunu sürdürmek için katlanılan maliyetler azaltılmalıdır. Hepsinden önemlisi, Almanya’nın zararına başka ülkelere ‘transfer ödemeleri’ yapılmamalıdır.
Bu noktada AfD’nin yalnız olmadığını da hatırlatmak gerekiyor. Yunanistan krizi sırasında Hür Demokratlar (FDP), özellikle de Frank Schäffler, Yunanistan’a yönelik kurtarma paketine itiraz etmiş ve genel olarak da Avro bölgesine yönelik mali yardımlara karşı çıkmıştı. Bu fikirlerin CDU/CSU içerisinde de hayli yaygın olduğu su götürmez.
AB’nin yanı sıra bir diğer tartışma başlığı da ABD ve NATO.
Aralarında Björn Höcke’nin de bulunduğu yedi AfD eyalet lideri, partinin Avrupa seçim manifestosunda ‘Avrupa devletlerinin nihayet kendi güvenliklerinin sorumluluğunu kendi ellerine almaları’ çağrısında bulunuyor ve NATO’yu ‘uzaktaki bir hegemonun sözde koruyucu şemsiyes’ olarak tanımlıyorlar.
Yedilinin önergesinde, Şansölye Olaf Scholz’ün geçen sene Alman ordusunun reformu için gündeme getirdiği ‘Zeitenwende’nin (dönüm noktası), Avrupa devletlerinin, ‘uzak ve kendine hizmet eden bir hegemonun sözde koruyucu şemsiyesi’ altına sığınmak yerine, ‘kendi güvenliklerinin sorumluluğunu kendi ellerine almaları anlamına gelmesi’ gerektiği savunuluyor.
Önergenin devamında Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliği politikaları tarafından ‘gerilemeye’ sürüklendiği belirtiliyor ve “Askeri ittifak politikası bu gelişmeleri daha da kötüleştirdi. Zira AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP), ABD liderliğindeki NATO karşısında bağımsız bir Avrupa kolektif güvenlik sistemi kurmakta yetersiz kalmıştır,” deniyor.
Önerge, Federal Program Komisyonu’nun taslak önergesinin giriş bölümünü değiştirmeyi amaçlıyor. Önergede AB ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin ABD’ye ‘Avrupa düzeni üzerinde daha da derin bir etki’ kazandırdığı belirtiliyor. Yedili, Avrupa ülkelerinin kendilerine ait olmayan ve ‘Avrasya bölgesindeki verimli ticari ilişkiler’ gibi ‘doğal çıkarlarına’ taban tabana zıt olan çatışmaların içine çekilmekte olduğunu düşünüyor.
Fakat Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti lideri Martin Vincentz önergenin NATO’ya karşı bir pozisyon olarak algılanmasını istemiyor. WELT AM SONNTAG’a konuşan Vincentz, “İmzacılardan biri olarak önergeyi NATO’dan çıkma yönünde değil, NATO’nun da çıkarına olacak şekilde Avrupa savunma politikasının güçlendirilmesi yönünde anlıyorum,” diyor.
ABD ve NATO ile ilişkiler konusunda parti içinde kesin bir kanaat olduğunu söylemek zor. Örneğin Schleswig-Holstein eyalet başkanı Kurt Kleinschmidt ile Kuzey Ren-Vestfalya ve Berlin eyalet parlamenterlerinin ortak önergesi, ‘mükemmel siyasi ilişkilerin Amerikan dış ve güvenlik politikası stratejilerinin Alman ve Avrupa stratejilerine ters düşmemesini’ gerektirdiğini belirtiyor.
Grup ayrıca Avrupa seçim manifestosuna 2016’da kabul edilen temel programdan bir cümle eklemek istiyor: “NATO üyeliği, NATO’nun kendisini bir savunma ittifakı olarak göreviyle sınırladığı ölçüde Almanya’nın dış ve güvenlik politikası çıkarlarına uygundur.”
NATO ile ilgili bir başka değişiklik önergesi de Hamburg ve Kuzey Ren-Vestfalya’dan bazı eyalet parlamenterleri tarafından sunuldu. Bu önergede, “İki rakip, ABD ve Çin arasında ortaya çıkan ve muhtemelen durdurulamaz blok oluşumu göz önüne alındığında, Almanya’nın mevcut ittifak içinde kalmasının ve kendi ulusal çıkarlarına öncelik vermek için tüm olanakları kullanmasının en iyisi olduğunu düşünüyoruz,” deniyor.
Önergeye göre buna NATO’nun Avrupa ayağının ve dolayısıyla Almanya’nın ‘dünyada daha güçlü bir etkiye sahip olmak ve Washington’un her isteğine uymak zorunda kalmamak için’ kendi ekonomik, kültürel ve askeri yeteneklerini genişletmesi de dahil. AfD’lilere göre “ zaman ABD askerlerinin Avrupa’da kalıcı olarak konuşlandırılmasına da gerek kalmayacaktır.”
AfD’nin 2017 yılında yayınladığı parti programı ‘Almanya için Manifesto’da da, “NATO üyeliği, NATO’nun rolü savunma ittifakı olarak kaldığı sürece, dış politika ve güvenlik politikası açısından Almanya’nın çıkarlarına uygundur. Kuzey Atlantik İttifakı’nın Avrupa ayağının önemli ölçüde güçlendirilmesinden yanayız,” deniyordu. Bununla birlikte AfD, Alman topraklarında konuşlandırılmış müttefik askerlerin ve nükleer silahların geri çekilmesinden yana.