DÜNYA BASINI

Almanya’da Sarah Wagenknecht partisinin başarı şansı var mı?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Oliver Nachtwey, Basel Üniversitesi’nde Sosyal Yapı Analizi profesörüdür ve Frankfurt’taki Sosyal Araştırma Enstitüsü’nde öğretim üyesidir. Araştırma alanları arasında emek ve endüstri sosyolojisi, siyaset sosyolojisi, kapitalizmin karşılaştırmalı incelenmesi ve toplumsal hareketler yer almaktadır. Oliver Nachtwey, Sahra Wagenknecht ve Wagenknecht’in yeni projeleri hakkındaki düşüncelerini Almanya’nın önde gelen gazetelerinden Frankfurter Allgemeine Gazetesine (FAZ) aktardı. Söyleşinin tamamını sizler için çevirdik. Nachtwey, Alman siyasetinin ilgi odağındaki Wagenknecht’in ne olduğuna ve ne olmadığına ilişkin önemli ipuçları sunuyor. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Sahra Wagenknecht’in Projesi: BRD noir

Sahra Wagenkencht’in biyografisi, insanın karşıt pozisyonlarda bulunurken nasıl yükselebileceğini gösteriyor. O, siyasette var olmayan bir arzda bulunuyor. Parti kurma girişimi başarıyla sonuçlanabilir mi?

‘’Ve yakında hala topallıyor olacak’’, bu anlamsız ve kaba sözün 90’lı yıllarda Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) lideri Lothar Bisky tarafından, o dönem PDS içinde ve dışında en çok ilgi gören komünist olan Sahra Wagenknecht hakkında söylendiği dillendiriliyor. Bisky, sakatlığı sebebiyle ayağını sürüyen Rosa Luxemburg’u ima ediyordu. Wagenkencht’in giyim tarzı, eskiden sık sık giydiği dantel bluzları ve saç modeli Almanya’nın en tanınmış sosyalistinin kamusal imajına, göze çarpacak kadar benziyordu. Wagenknecht de Luxemburg gibi hitabeti iyi ve sağgörülü biriydi ve parti yönetimiyle sık sık anlaşmazlıklar yaşıyordu. Fakat Bisky’nin iması yalnızca Wagenknect’in siyasi pozisyonlarını değil, o dönemde zaten mevcut olan estetik-politik oyun düzeni anlayışını da hedef alıyordu. O başından beri başarılı bir şekilde kullandığı bir markaydı. Daha 2002 yılı Federal Meclis seçim kampanyasında yaptığı konuşmalar için partiden ücret talep etmişti.

Sahra Wagenknecht, doğası gereği aykırı bir kişiliktir. Doğu Almanya’da demokratik devrim patlak verdiğinde, 1989 yılında Almanya Sosyalist Birlik Partisi’ne (SED) girdi. Doğu Almanya’daki yönetimden kurtulmak için yapılan siyasi devrim, onu etkilemedi. Onun açısından bu bir ‘karşı devrimdi’. Kapitalist Batı’nın artık Doğu Almanya’da bile sanayiyi, yaşam öykülerini ve yaşam standartlarını tahrip ediyor olmasını herkesten daha kesin şekilde eleştiriyordu. Ancak Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) içindeki ‘Komünist Platform’un en tanınmış üyesi olarak, özür dilemeyen Stalinist rolünü de seviyordu. Stalin’in ‘etkileyici modernleşme politikasına’ hayranlık duyuyor, Doğu Almanya’yı Alman tarihindeki ‘en insan dostu yönetim’ olarak tanımlıyordu. PDS 2002 yılında ‘Duvar’daki ölümler için hiçbir gerekçe olmadığını’ ilan ettiğinde, parti yönetiminde muhalif bir ses vardı: Sahra Wagenknecht.

Wagenknecht, 1990’lı yıllarda Walter Ulbricht’in ‘Milli Ekonominin Planlanmasında ve Yönetiminde Yeni Ekonomik Sistem’ine hâlâ hayranlık duyuyordu. 2008 ekonomik kriziyle birlikte, onun ekonomik-politik metamorfozu başladı. Artık parti sınırlarının ötesinde, çağdaş kapitalizmin yetenekli bir eleştirmeni olarak dikkat çekiyordu. Doğu Almanya nostaljisi yerini kapitalizmin altın çağındaki BRD (Almanya Federal Cumhuriyeti) nostaljisine bırakıyor.

‘Freiheit Statt Kapitalismus’’(Kapitalizm Yerine Özgürlük, 2012) kitabında kendisini ilerici sosyal piyasa ekonomisinin destekçisi olarak tanıtıyor. Her ne kadar ‘yaratıcı sosyalizm’den bahsetse de düzen konusundaki fikirlerini Walter Eucken, Alfred Müller-Armack ve Ludwig Erhard gibi ordoliberalizmin düşünürlerinden alıyor. Temel olarak Ulbricht’in ekonomi politikasındaki gibi ordoliberalizmde de aynı niteliklere değer vermektedir. “Yüksek verimli bir ekonominin, eşzamanlı sosyal güvenlikte verimin canlanmasını sağladığını” belirtmiştir. “Reichtum ohne Gier” (Açgözlülük Olmadan Zenginlik, 2016) kitabında artık sosyalizm kelimesi geçmiyor. Kapitalizm hakkında eleştirdiği şey, performansı, yeniliği ve (gerçek) rekabeti engelleyen büyük şirketlerin yarı-feodal egemenliğidir. Karl Marx’tan ziyade Joseph Schumpeter’e daha yakındır. İşçilere ya da sendikacılara değil, daha çok serbest meslek sahiplerine, girişimcilere, yöneticilere, üsttekilerin bunu yapamayacağına dair kendilerini rahatlatmak ve kendilerini biraz daha eğitimli hissetmek için istasyondaki kitapçıdan bir kitap alanlara hitap ediyor.

İlgi odağı olmak için yaratılmış

Wagenknecht uzun bir süre boyunca çok dikkat çeken bir yabancıldı, ancak kitapları ve talk-show programları sayesinde siyasi bir yıldız haline geldi. Karizması var. Wagenknecht, kendisi de alttan gelen tecrübeli bir tırmanıcı. Böyle takdir toplamasının sebebi; dosyalarını iyi bilmesi, hazır cevap olması ve tartışma turlarında rakiplerini soğukkanlı şekilde duvara toslatması. Üst sınıfa geçişini ve muhafazakâr habitusunu kutluyor. Ve imajını, burjuva kültürünü küçümsemeyen aksine ona saygı duyan solcu bir entelektüel olarak geliştiriyor. O, Marx’ı tamamen okumuş ve Goethe’nin Faust’unu ezbere biliyor. Weimar klasisizmini burjuva eşrafından daha iyi anlayan bir komünist. Bu da ona hem yukarıdan hem aşağıdan bir görüntü veriyor, sıradan insanların çıkarlarını temsil eden ve düzene dışarıdan bakan biri. Televizyona çıktığında, insanlar ekrandan ayrılmıyorlar. Wagenknecht, siyasi ortamda kimsenin yapmadığı ilginç bir şekilde siyasi alternatifler üzerine konuşuyor.

Wagenknecht’in Sol Parti’de her zaman destekçileri oldu ve parti içinde önemli görevler aldı. 2019’dan beri Federal Meclis Grup Başkanı Dietmar Bartsch ile yaptığı Makyevelist güç paylaşımıyla kötü bir şöhret kazandı. Bartsch ile dönemin parti liderleri Kipping ve Riexinger’e muhalefet dışında pek ortak noktaları yoktu. Yine de milletvekili olmanın günlük zahmetlerini bir dayatma olarak gördüğü için parti içinde bir yabancı olarak kalmaya devam ediyor. Parti etkinliklerine katıldığında geç kalıyor. Hem görkemli bir giriş yapmak için hem de kimseyle konuşmak zorunda kalmamak için. Sonuç olarak, kamuoyundaki ve parti içindeki tanınırlığı ters orantılı, yalnızca sadık olan destekçi çevresi itaatkar.

Wagenknecht kendisini, sosyal sorunlardan kopmuş ‘sol-liberal’ parti yönetimine karşı parti içi muhalefet olarak tanımlıyor. Doğru olan şudur: Sol Parti, iklim hareketinin sorunlarını ele alıyor ve ayrımcılık karşıtlığı birçok aktivist için çok önemli. Ancak Sol Parti’nin sosyal sorunlardan koptuğu iddiası grotesk bir çarpıtmadır. Wagenknecht, parti yönetimine yönelik sert eleştirilerini “Welt”, “Bild” veya “Cicero” gibi tanınmış işçi yanlısı yayınların sayfalarında yayınlamayı seviyor. Wagenknecht, 2021 seçim kampanyasında, artık solcular için seçilebilir olmamakla suçladığı solun en duyulabilir sesi. Aynı zamanda Wagenknecht işçi sınıfından, sadece ticaret odasının değil aynı zamanda itfaiyenin de üyesi olan herhangi bir yerel CDU politikacısına kıyasla daha uzaktır. Sol Parti lideri Wissler ya da önceki lideri Riexinger’in aksine Wagenknecht’in sendikalarla da pek bir alakası yok.

Başarısız sol bonapartizm

Merkel döneminde bile Wagenknecht’in şansölye olmak için gereken özelliklere sahip olduğu söylenirdi. Wagenknecht partisiyle birlikte bunun öngörülebilir bir gelecekte gerçekleşmeyeceğini biliyor. Bunun için kendini partiden özgürleştirmesi gerekiyor. Wagenknecht, partisi Die Linke’nin -özellikle de Wagenknecht’in eylemleri nedeniyle- olumsuz bir girdaba düşmesinden bu yana, düzen karşıtı hareketlenmeler için bir araç olması beklenen parti dışı bir sol hareket olan ‘Aufstehen’i [Ayağa Kalk] kurdu. Bu, kendi parti kuruluşu, sol bonapartizm için bir test çalışmasıdır ve dramatik bir şekilde başarısız oluyor. Aufstehen’in başarısız olmasının en önemli nedeni, örgütçü bir politikacı olarak çok az yeteneği ve isteği olan Wagenknecht değil. Toplantılar, anlaşmalar ve vasat muhalifler dehşet. Diğer partilerden birkaç entelektüeli ve (eski) siyasetçiyi çekmeyi başaran Aufstehen hızla dağılır, Wagenknecht tükenmişlik yaşar ve Sol Parti’nin meclis grup başkanlığından çekilir.

Wagenknecht fenomeni, genişletilmiş bir temsil krizinin ifadesidir. Sol Parti’nin başlangıçtaki ivmesi, Gündem 2010, kaybolmuştur. Yapılan reformlar sertliği ortadan kaldırdı, işgücü piyasası önemli ölçüde iyileşti (ancak büyüyen düşük ücretli sektörü kontrol altına alınamadı). Geriye, ekonomik güvensizliğin çok ötesine geçen, orta sınıflara kadar uzanan genel bir kırılganlık hissi kaldı.

Çaresiz orta sınıf

Gündem 2010, dışa açılan bir dünya ekonomisinde rekabet edebilirlik sorununa bir cevap niteliğinde olsa da; savaşlar, mülteci akınları, salgın hastalıklar ve iklim gibi çoklu krizlerin sebep olduğu finansal kriz, kapitalizmin ayağını kaydırdı. Orta sınıf yaşam tarzının tehdit altında olduğunu görüyor. Ve yerleşik siyaset çaresiz.

Wagenknecht, 2015’teki mülteci krizi sırasında mültecilerin sınırsızca kabul edilmesine, düşük ücretlilerin zaten güvencesiz olan yaşam koşullarını daha da kötüleştireceği gerekçesiyle, karşı çıktı. İşgücü piyasasında kıyasıya bir rekabet olmadığı ve konut piyasasındaki sorun esas olarak devletin konut politikasında yattığı için bu kısmen doğruydu. Ancak Wagenknecht kemer sıkma politikasının otoriter yönünü açığa çıkardı: Mali kriz sırasında bankalara yardım yapılırken, şimdi mültecileri yerleştirmek için fonlar ayrılıyor ve sürekli olarak sosyal devlet için para olmadığı söyleniyor.

Wagenknecht, artık eski halk partileri tarafından temsil edilmediğini düşünen yabancılaşmış kişileri temsil etmektedir. Halk partileri ekonomik ve sosyo-politik olarak giderek daha fazla birbirine benzer hale gelmişti. Artık hepsi merkezdeydi ama merkezin kenarları artık temsil edilmiyordu. AfD sağa, hatta aşırı sağa hizmet ederken, Wagenknecht’in ilkesi şudur: merkezin hem sağ hem de sol uçlarını temsil etmek. Wagenknecht kendi siyasi yaklaşımını sol muhafazakârlık olarak adlandırıyor. Sosyo-politik olarak ilerici, toplumsal olarak muhafazakâr. Kanadı sol karşıtı liberalizmdir ve onlara göre bu, mültecilere karşı açık tavrıyla Merkel’in CDU’sunun bazı kısımlarını da içermektedir. Sol liberalizm karşıtlığının özünde, ABD’li filozof Nancy Fraser’ın devlet kurumlarından Yeşil Parti’ye kadar karşılaşılan iş dünyası yanlısı çeşitlilik kültürünü adlandırdığı gibi ‘ilerici neoliberalizm’ karşıtlığı yatmaktadır: Maddi eşitlik mücadelesinin yerini bir eşitlik politikası alır. Neoliberalizm çeşitliliği kutlarken, Wagenknecht bu basit olumsuzlama üzerine odaklanır: ortalama, benzerlik, ‘normallik’. İlerici neoliberalizme karşıtlık o kadar derin ki, Wagenknecht’in kapitalizm eleştirisi artık genellikle bir kenara bırakılıyor.

Merkezin dışındakiler

Sol partiler, Lenin’le birlikte, her zaman proletaryanın öncülerini, en ilerici işçileri örgütlemek istemişlerdir. Wagenknecht, anti-avangard, yükselen ve artık kaybedecek bir şeyleri olan muhafazakar kesim üzerine oynuyor. Burada da kesinlikle haklı olduğu bir nokta var. Diğer partilerin de aklında bu kesim yok değil ama kimse onlara Wagenknecht gibi kültürel olarak değer vermiyor, kimse onların karanlık duygularını ifade etmekte ondan daha güçlü değil: merkeze ait olmaları gerekirken kendilerini dışlanmış hissediyorlar.

Wagenknecht, küresel çoklu kriz karşısında liberalizmin çaresizliğinden yararlanıyor. Kendisini yeşil ve liberal varyantlardaki yüksek gelirlilerin ahlakına bir alternatif olarak sunuyor. Kınayıcı ahlakçılık saf bir icat değildir. Ancak Wagenknecht, haklı eleştirileri kötü niyetle zenginleştiriyor. Sonuç genellikle sağcı kültür savaşından çok da uzak olmayan grotesk bir görüntü oluyor. Bu yüzden onun sundukları otoriterler açısından da çok ilginç. Farklı nedenlerle demokrasiye yabancılaşmış çevreleri bir araya getirmeye çalışmaktadır: Refah devletinden yana olan ancak göçmenleri entegrasyon için bir sorun olarak gören özgürlükçü-otoriterler ve sosyal-şovenistler ile muhafazakar işçiler ve orta sınıflar. Çok başarılı bir şekilde Sol Parti’nin sosyal sorunu ötelediğini iddia ediyor, ancak kendi üst-alt anlatısı gittikçe zayıflıyor ve daha çarpıcı hale geliyor. İşçi sınıfının parçalanması, düşük ücretli sektör, güvencesiz istihdam ile ilgili ifadeleri giderek kısalıyor. Wagenknecht kendi arzusuna ve hayal gücüne göre, var olan gerçek sınıfla çok az ortak noktası olan bir işçi sınıfı imajı yaratmaktadır. Yoksul insanların göç konusunda orta sınıftan daha eleştirel oldukları doğrudur, ancak genel olarak Wagenknecht’in iddia ettiğinden çok daha heterojenler ve farklı yaşam biçimlerine açıktırlar.

Wagenknecht klasik anlamda bir popülisttir: kurulu düzen yozlaşmış ve yetersizdir, halk temsil edilmemektedir. Ancak destekçilerinin sandığının aksine, bu hiçbir şekilde sol popülizm değildir, bu popülizm elitler tarafından demokrasinin gasp edilmesine bir yanıt olarak katılıma dayanmaktadır. Wagenknecht’in sol-liberal düzene karşı kızgınlığı yönetme yaklaşımı kolayca yeni siyasi alanlara aktarılabilir. Korona salgını sırasında, aşı eleştirmenlerinin ön sıralarında yer alıyor, yarı gerçekleri yaymaktan çekinmiyor, kendisi ve çevresi arasında komplo teorileri üzerine bir mırıldanma duyuluyor. Onun modeli şahsi muhalefettir. Paradoksal olarak, popülizmi tam da kendisi artık medya düzeninin bir parçası olduğu için işe yarıyor. Destekçileri onu kimliksizliğiyle özdeşleştiriyor. Onları temsil ediyor çünkü onlar gibi değil. Bu nedenle Wagenknecht’in bir gösteride grev yeleği içinde yanlış oyuna girmiş bir aktris gibi görünmesi sorun değil.

Hiç sempati duymuyor musunuz?

Wagenknecht, Rusya’nın başlattığı savaşa karşı Ukrayna’ya askeri destek verilmesine karşı çıkan ana seslerden biridir. Silah sevkiyatına ve militarizme karşı çıkarak geleneksel barış hareketinin temel meselelerini dile getirmektedir. Bununla birlikte, Wagenknecht Doğu Almanya’daki “karşı devrime” karşı nasıl soğuk ve küçümseyici davrandıysa, Ukrayna’daki mağdurlara karşı da aynı şekilde soğuk davranıyor. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski pes etmediği için, açıklamalarında sanki esas savaş çığırtkanı Zelenski’ymiş gibi görünüyor. Wagenknecht’in barış politikası koordinat sistemi aynı kalmıştır. Ona göre Rusya’nın başlattığı saldırı, NATO’nun genişlemesine karşı sadece savunma amaçlı bir tepkidir. Putin’i sadece Batı’ya haddini bildirmek isteyen ve rasyonel hesaplar yapan güçlü bir politikacı olarak görmektedir. Bu şekilde eski Batı Alman barış hareketi ve PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) / SED (Almanya Sosyalist Birlik Partisi) çizgisinde hareket etmektedir. Özellikle Doğu Almanya’da popülerdir. Ancak bu arada internetteki komplo teorisi ağlarının da büyük yıldızı haline gelmiştir.

Programı artık BRD noir. Ekonomi politikası, Karl Schiller’in ordoliberalizminin sosyal demokrat uyarlamasını takip etmektedir: refah devleti ve Keynesyen ekonomi politikası yoluyla piyasa ekonomisinin düzeltilmesi. Wagenknecht sol enternasyonalizmi tamamen bir kenara bırakmıştır: Küreselleşmeden önce var olduğu şekliyle ulusal olarak düzenlenmiş sosyal devlet onun temel modelidir. Kozmopolit elitlere ve Avrupa entegrasyonuna yönelik eleştirileri de bundan kaynaklanmaktadır. Bir Wagenknecht listesiyle, daha önce hiç var olmamış bir parti ortaya çıkmış olacak: kendisini aynı anda hem solda hem de sağda konumlandıran bir parti. Dolayısıyla Wagenknecht sadece AfD için değil, aynı zamanda CDU’nun sosyal kanadı ve SPD’nin sağ kanadı için de bir rakiptir. Bu açıdan aslında bir tür çapraz cepheyi temsil ediyor: Sol, tarihsel olarak sisteme yabancılaşmış işçileri kendi davası olan uluslararası sosyalizm için kazanmak istemiştir. Wagenknecht’in projesi ise tam tersi bir yol izliyor: adaptasyon, yeni sağa adaptasyon, böylece sağa giden yolun durdurulabileceği umuduyla. Wagenknecht ne bir ırkçı ne de bir sağcıdır. Ancak bu durumu daha da kötüleştiriyor: kendi etkileme politikasıyla sağın söylemlerini meşrulaştırıyor ve onaylıyor. Sonunda AfD’yi normalleştirmekle kalmayacak, destekleyecektir.

Şimdi bir Wagenknecht partisi kurulacak mı? Bunu isteyen ve bunun için çalışan birçok insan var, bu kesin. Wagenknecht yine de inanılmaz bir şey başardı: Hayali bir siyaset yarattı, bu onu ‘Aufstehen’ gibi başarısızlık riskinden koruyor.

Az destek

Yine de Aufstehen hareketinin felaketi iz bıraktı. Harekete çok fazla asabi insan akın etmişti, projeyi birlikte yürütebilecek çok az kadro vardı. Wagenknecht örgütsel olarak liderlik yapabilecek kapasitede değildi. Bu yüzden bu kadar uzun süre tereddüt etti. Ayrıca kendisini verimli bir şekilde destekleyebilecek siyasi bir çevreden de yoksundu. Destekçileri arasında WASG’ın kurucusu Klaus Ernst ve istifa eden parlamento grubu lideri Amira Mohamed Ali var. Ancak bundan sonra destekçileri gözle görülür biçimde azalıyor. Sol Parti’deki en yüksek sesli destekçileri arasında siyasi yetenekleri olduğu düşünülen kişiler bulunmuyor. Elbette kocası Oskar Lafontaine önemli bir dayanak noktası. Ancak Lafontaine seksen yaşında, son kitabının adı “Ami, gitme zamanı” ve başka bir yerde “görünmez bir dünya hükümeti” hakkında fısıltıyla konuşuyor.

Wagenknecht’in yörüngesinde dolaşan bazı şüpheli figürler de var. Bunlar doğrudan müttefikleri değil ama Wagenknecht’in onlar üzerinde müthiş bir etkisi var. Örneğin komplo teorisyeni Ken Jebsen ile yakın ilişkisi olan eski milletvekili Dieter Dehm gibi. Ve eski kocası Ralph T. Niemeyer, son Federal Meclis seçimlerinde “Die Basis” adayıydı. Şimdi ise Reich vatandaşı ve kendi kendini ilan eden bir Alman “sürgün hükümetinin” temsilcisi olarak Rusya ile teması sürdürüyor. Wagenknecht aynı zamanda tanınmış komplo teorisyeni Daniele Ganser ve tabii ki Ulrike Guérot için de önemli bir referans. Ancak onlarla, kendisini şimdiden bir sonraki başbakan ilan eden aşırı sağcı “Compact” dergisinin genel yayın yönetmeni Jürgen Elsässer’le yaptığı kadar az işbirliği yapıyor. Yine de Elsässer, 1996 yılında komünizmin güncelliği üzerine birlikte bir kitap yayınladığı eski bir tanıdığı.

Bir Wagenknecht partisi işe yarar mı? AfD seçmenleri ya da araştırmalarda ’’sol otoriterler’’ olarak tanımlanan – yeniden bölüşüme yakınlık duyan ancak kültürel olarak sağcı, göçü eleştiren ve demokrasiden memnun olmayanlar için muhtemelen ilginç olacaktır. Bununla birlikte, büyük bir belirsizlik söz konusudur; iyi anketlerin iyi seçim sonuçlarına dönüşeceği hiçbir şekilde kesin değildir. Wagenknecht ülke çapında tanınıyor ve medyada her yerde yer alıyor, ancak tek bir kişiye odaklanmanın sınırları var. Alman parlamenter demokrasisi Fransa ya da Amerika Birleşik Devletleri’ndeki başkanlık sistemlerinden farklı işliyor. Partilerin kurulması gerekiyor ve bu da kolay değil. Örneğin Wagenknecht’in eyalet düzeyinde seçim listelerini bir araya getirmesi gerekiyor. Wagenknecht ancak bir Avrupa seçiminde birinci aday olarak her şeyi gölgede bırakabilir. Ancak Avrupa seçimleri yoluyla yeterli oy, kaynak ve kampanya geri ödemesi elde etmeyi başarırsa bir parti kurma şansına sahip olabilir.

Sınırlı Sayıda Yetkili

Sadece sandıkta değil, siyasi sistemde de bir parti kurmak için diğer partilerden ayrılanlara ihtiyacınız vardır. Çalışma ve Sosyal Adalet için Seçim Alternatifi (WASG) ancak bir toplantıyı nasıl yöneteceğini bilen deneyimli sendika yetkililerinin bölge birlikleri kurmasıyla ortaya çıkabilir. Wagenknecht’in partisine sosyal hareketlerden aktivist akını olmayacaktır.

AfD, profesörlerden ve yerel eşraftan oluşan bir ağdan yararlanmayı başardı. Ancak Aufstehen’de bile, yetkili kişilerin çevresinin sınırlı olduğu ve sınırlı kalacağı açıktı. Göçü eleştiren ve çeşitliliğe düşman bir program, yerel düzeyde pek çok sağcı aktivisti cezbetmeyi vaat ediyor. Wagenknecht listesinin AfD’ye karşı bir siper olacağını umanlar, en kötü ihtimalle güçlenmiş bir sağ blokla karşı karşıya kalacaklar.

Çeviren: Gülçin Akkoç

Çok Okunanlar

Exit mobile version