ABD’li olmayanlar için Amerikan siyasetinin on yıllardır değişmeyen klişesi kimin “ehvenişer” olduğu tartışmasıdır. Özellikle Ronald Reagan’ın şahin Soğuk Savaş politikaları sonrası Cumhuriyetçiler dış müdahalelere yatkın bir tehdit olarak görülürken Demokratlar bu ehvenişer kimliğine yakın siyasi parti olarak tanındı. Irak Savaşı’nın başlamasıyla küresel boyuttaki “şeytan figürü” George W. Bush ve yardımcısı Dick Cheney olmuştu. O dönemde Amerikan istihbaratı, bürokrasisi, ordusu ve hatta iktisadi müesses nizamı Cumhuriyetçi Parti etrafında kümelenmiş durumdaydı. Demokratlar ise, muhalefette, ABD’nin o dönemki şahin politikalarını eleştirir bir pozisyonda bulundular. Bu dönemden kalan ezberler hala bazıları tarafından tekrarlanır durur.
Bugün biz, Amerikan seçimlerini takip etmek ve toplumdaki kutuplaşmayı tahlil edebilmek adına Amerika’dayız. Hem siyasetçilerle hem de vatandaşla yaptığım röportajlar buraya gelmeden önceki tahminlerimi doğrular nitelikteydi. Vaziyet artık değişti. Obama döneminde başlayan sert politik göç 2024 seçimlerinde doruk noktasına ulaştı. Cumhuriyetçiler büyük ölçüde ülkenin müesses nizamına mesafeliyken Demokratlar çok daha barışık bir görüntü çiziyorlar. Sadece ABD’nin dış politikası değil, iç dinamikleri belirleyen temel kültürel akımlar da Demokratların politikalarıyla ölçüşüyor. Bundan ABD’nin her alanına yayılmış ırk ve cinsiyet temelli kimlik politikalarını kastediyorum. Dış politikayla birlikte bakıldığında, ABD’nin devlet politikalarında Demokratlarla çeliştikleri tek bir nokta bile yok.
İşte böylesi bir politik sahne, çift taraflı bir göçü tetikledi. Beklenmedik figürler kendilerini beklenmedik cephelerde buldular.
Büyük Amerikan Göçü
Göçten kastım ülkenin “ağır abisi” sayılacak ciddiyetteki figürlerin alışıldık mahallelerinden kopması ve karşı tarafa katılmasıydı. Bunun altyapısı Obama döneminde oluştu. Amerikan devleti, sosyal medyanın yayılmasıyla büyüyen “bireyselleşmenin” kendi ulusal çıkarlarını daha liberal bir altyapı üzerinde sağlamlaştıracağı düşüncesiyle bir değişim sürecine girdi. Bürokraside muhafazakârların yerini liberaller alırken devlet kurumlarının politikaları da liberalleşti. İşte bu süre zarfında kendini devletten kapı dışarı edilmiş hisseden muhafazakârlar içinde yeni bir akım oraya çıktı; MAGA. Trump’ın başını çektiği bu sağ popülist akım herkesin bildiği üzere izolasyoncu, modern Amerikan dış politikasıyla biraz da çelişkili bir konumdaydı. Trump’ın hareketinin öncülü 2000’lerin sonunda ortaya çıkan “Çay Partisi” hareketi olmuştu. Trumpism’in sosyal muhafazakârlığının aksine kendini iktisadi boyutta var eden vergi karşıtı bu hareket partinin ilk “radikal çıkışı” olarak bilindi. Ancak Cumhuriyetçiler daha MAGA ile tanışmamışlardı.
Trump’ın Cumhuriyetçi partiyi ele geçireceğini 2016 ön seçim münazarasında anladık. George W. Bush’un kardeşi Jeb Bush ile sert tartışmalara giren Trump, neredeyse her cümlede Bush’a ve destekçilerine hakaret ediyordu. Jeb Bush siyasi tarihe geçecek o cümleyi sarf etti;
“Donald, insanlara hakaret ederek başkanlık koltuğuna oturacağını sanıyorsan yanılıyorsun!”
Trump tam da bu şekilde koltuğa oturmayı başarmıştı. Bu, alışkın olduğumuz merkez sağ Cumhuriyetçinin partideki yerini kaybedeceğine işaret ediyordu. Artık hakaret etmek partide istisna değil normdu. Eski şahin politikalar yerini izolasyonculuğa bırakacaktı. Amerikan devlet yapısı ulusal güvenlik çıkarlarını bir şekilde Trump yönetimine entegre etmeye çalıştı. Trump’ın “iş adamı” kimliği sayesinde bazı yerlerde anlaşmalar yapıldı, bazılarındaysa sorunun etrafından dolaşıldı. Mesela Trump’a “Suriye’den çekildik” denildi. Ancak Amerikan devletinin başka planları vardı.
Tüm bu değişim süreci partinin eski şahinleri için tahammül edilemez bir hal almıştı. Ciddi bir kırılma İran meselesinde yaşandı. Kasım Süleymani ABD tarafından öldürülmüştü. Trump’ın danışmanlarından ( ve en şahin Cumhuriyetçilerden ) John Bolton, İran’a savaş açılmasını istemiş ancak Trump bu isteğini reddetmişti. İkili arasındaki gerginlik Bolton’un kovulmasıyla sonuçlandı.
Artık bu noktadan sonra merkezdeki Cumhuriyetçiler, Trump’la anlaşılamayacağında hem fikir oldular. 2020 seçim sathına girildiğinde kopuşların en büyüğü yaşandı. George W. Bush başta olmak üzere sayısı 100’ü aşkın eski asker, diplomat ve bürokrat olan Cumhuriyetçi Joe Biden’a destek açıklamıştı. Onlara göre Trump, Amerikan demokrasisi için bir tehditti.
Göçün zirvesi
Geçtiğimiz yıl George W. Bush döneminin güvenlik danışmanlarından Dov Zakheim ile bir röportaj yaptım. Zakheim de Biden’a destek açıklayan Cumhuriyetçilerden biriydi. Bana, “Demokratlara oy vermek hiç içimden gelmiyor ancak Trump tekrar aday olursa başka şansım yok” demişti.
2024 seçimleri için ise benzer açıklamalar ardı ardına geldi. Önce George W. Bush ve yakınları, sonraysa Mitt Romney, John McCain ve Dick Cheney gibi şahin Cumhuriyetçiler Harris’e destek açıkladılar. Bu göçün yarattığı en ilginç durumlardan biri de Bernie Sanders gibi “sol” bir siyasetçinin yıllarca savaş suçlusu olarak lanse ettiği Cheney’nin açıklamasını “demokrasiyi savunmak için cesurca bir tutum” olarak nitelendirmesi oldu. Artık taraflar değişmişti. Ne kadar Demokratların kültürel akımlarından keyif almasalar da merkez Cumhuriyetçiler ülkenin ulusal güvenliği için kendilerini karşı cepheye göç eder halde buldular.
Bu göçün benzeri diğer tarafta da yaşandı. Müesses nizam karşıtı olarak bilinen Hawaiili Demokrat Tulsi Gabbard, Demokrat Parti’den ayrılmıştı. 2024 ön seçimlerinde partide kendine yer bulmakta zorlanan ancak ciddi bir destek yakalamayı başaran Robert F. Kennedy Jr. da bağımsız aday olmaya karar verdi. Bu ikili kısa süre içerisinde kendilerini Trump’a destek açıklarken buldular. Onlara göre müesses nizamı yenmek için bir birlik hükümeti kurulması gerekiyordu.
Gabbard, Trump için önemliydi çünkü 2020’de Kamala Harris’in tüm bagajlarını ön seçim münazarasında yüzüne vurarak adaylık hayallerini bitirmişti. Kennedy ise Clinton’larla birlikte belki de en popüler Demokrat ailenin üyesi olarak siyaset yapıyordu. Covid-19 dönemindeki aşı karşıtlığının en önde gelen isimlerinden biri olan Kennedy, Trump yönetimini düşman gördüğü ilaç şirketlerine karşı bir çare olarak gördü.
Bu iki Demokrat’ın Trump’a destek açıklaması aynı karşı cephedeki gibi büyük politik göçün zirvesine ulaştığımızı gösteriyor. Artık tüm öğeleriyle aşina olduğumuz Amerikan müesses nizamı, Demokrat Parti’ye tamamen entegre oldu. Cumhuriyetçi Parti ise Trump altında statükoyla kısmen ya da komple sorunu olan, içinde merkez sağdan liberallere, sistem karşıtı solculardan neo-nazilere, en az karşı taraf kadar enteresan bir ittifak kurmayı başardı. İşte Amerikan halkı da bu absürd yeni düzene ayak uydurmaya çalışıyor. Hangi cepheye doğru bakarsanız bakın, tek bir yorum hepsini özetliyor; Kimler, kimlerle beraber!