SÖYLEŞİ

Batı’nın Yeşil Mutabakatı mı yoksa Çin’in Ekolojik Uygarlığı mı?

Yayınlanma

İster G20 buluşmaları, ister Birleşmiş Milletler (BM) oturumları, isterse de şimdi Davos’ta olduğu gibi Dünya Ekonomik Forumu olsun, son yılların öne çıkan en önemli uluslararası gündem maddelerinden bir tanesi iklim değişikliği ve çevre konuları. Bu alanda dünya çapında tanınan ve görevler üstlenmiş Erik Solheim’a sorularımızı yönelttik. 2005-2012 yılları arasında Norveç’te Bakanlık yapmış olan Solheim, 2016-2018 yılları arasında da Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) Direktörlüğü görevini üstleniyor. Şu anda Yeşil Kuşak Yol Enstitüsü’nün Başkanlığını yapan Erik Solheim, Çin ve Hindistan’ı da iyi bilen bir isim. Dolayısıyla hem Batılı ülkeleri hem de Asya coğrafyasını yakından tanıyan bir uzman olması, Erik Solheim’ın ayırt edici özelliği.

‘Ekonomi ve ekoloji arasında seçim yapmak zorunda değiliz’

Bay Solheim, zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. İlk sorumuzla başlayabiliriz. Batı ülkelerinde sıkça dile getirilen Yeşil Mutabakatı genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Batılı ülkelerin bu anlaşmayı tüm insanlığın yararına olacak şekilde uygulama potansiyeline sahip olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet kesinlikle. Çok iyimserim ve bu, dünyada tam bir paradigma değişikliği içinde olduğumuza inanmamdan kaynaklanıyor. 20. yüzyılda bu hedefler sadece kalkınmayla ilgiliydi. Hemen hemen her ülkedeki insanlara kalkınmayı mı yoksa Toprak Ana’yı önemsemeyi mi istediklerini sorsanız, kalkınmayı tercih ederlerdi. Yakın zamana kadar hala bir seçenek vardı, çünkü kömür, petrol veya gaz kullanmıyorsanız, hızlı kalkınmanın bir yolu yoktu. Sanayi Devrimi, İngiltere’de başladı ve ardından ABD’ye, Almanya’ya, Japonya’ya, Kore’ye, Türkiye’ye, Çin’e ve her ülkeye sirayet etti. Yani, herkes kalkınmasını fosil yakıtlar üzerinden gerçekleştirdi. Ama şimdi 21. yüzyılda güneş enerjisi ve rüzgar enerjisi dünyanın her yerinde kömürden daha ucuz. Böylece iş kaybı olmadan yeşil teknolojilere ve yeşil ve temiz bir geleceğe hızlıca geçebiliriz, daha fazla iş imkanı yaratabilir ve refah içinde olabiliriz. Ekonomi ve ekoloji arasında seçim yapmak zorunda değiliz, ikisini de mümkün kılabiliriz. Bu durum, beni bu konuda çok iyimser yapıyor. 21. yüzyılda yeni bir yeşil kalkınmanın yolunu bulacağız.

‘Ukrayna savaşı yenilenebilir enerji devrimini güçlendirecek’

Sizce Ukrayna krizinin yeşil enerjiye geçiş üzerindeki etkisi nedir? Çünkü artık diğer Avrupa ülkelerinin de LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) gibi başka yol haritaları ve planları olduğunu görüyoruz.

Kısa vadede bu konuda biraz geri gidiş olabileceği husunda haklısınız ama uzun vadede, ne kadar korkunç olursa olsun, Ukrayna savaşı yenilenebilir enerji devrimini güçlendirecek. Neden? Avrupa, Rusya’dan gelen fosil yakıtlara bağımlı olmak istemiyor. Bunu Avrupa nasıl yapabilir? Bunu, ancak kalkınmamızı Avrupa kaynaklarına dayandırarak yapabiliriz. Güneş Avrupa kaynağı, rüzgar Avrupa kaynağı, hidroelektrik veya yeşil hidrojen, bunların hepsi Avrupa kaynakları. Dolayısıyla, enerjiye bağımlı olmamak için, Avrupa tamamen yerli kaynaklara yönelmek isteyecektir ve bunların tümü yeşil enerji kaynaklarıdır. Bu arada, Hindistan Çin, Orta Afrika veya Latin Amerika ülkeleri gibi ülkeler, Rusya’yı boykot etmiyorlar, fakat yine de petrol ve gaz piyasasındaki muazzam dalgalanmalar ve hızla yükselen petrol fiyatlarıyla ilgili büyük bir sorunları var. Örneğin Hindistan’a bakın. Petrol ve gazlarının yüzde 100’ünü ithal ediyorlar. Petrol ve doğalgazı güneş enerjisiyle değiştirebilirlerse, ithalata harcadıkları parayı azaltabilirler ve devlet bütçesinde daha çok para biriktirebilirler, bu da eğitimde çok daha iyi kullanılabilir. Bu nedenle, Hindistan’ın kalkınmasını petrol ve gaz ithali yerine güneş ve rüzgara dayandırması tam bir kazançtır. Yani evet, Avrupa Rusya’ya bağımlı olmak istemiyor ve dünyanın geri kalanı da dalgalı petrol ve gaz piyasasına bağımlı olmak istemiyor, dolayısıyla yenilenebilir enerji devriminde çok daha fazla gaza basılacağını göreceğiz.

‘Dünyayı diplomasi değil, ekonomi politik kurtaracak’

Geçmişte, hatta yakın zamanda da, BM iklim zirveleri somut sonuçlar vermemekle ve somut sonuçlara varamamakla eleştirildi. Peki, bu bağlamda son COP 27’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu zirvede bir Kayıp ve Hasar Fonu kurulmasına karar verildi. Sizce bu gerçekçi ve uygulanabilir mi?

Bence diplomasiye odaklanmak yanlış. Dünyayı kurtaracak olan diplomasi değil, politik ekonomistler ve dünyanın önde gelen siyasi liderlerinin ve büyük şirketlerinin aldığı kararlardır. İlerlemeyi orada görüyorum. Önceki yıl Glasgow’da, büyük bir tartışma çıktı, hatta bazı Avrupalı müzakereciler işleri istedikleri gibi yapmadıkları için televizyonda feryat ediyorlardı. Tartıştıkları, çağrıyla yüzleşecekler mi yoksa çağrıyı tersine mi çevireceklerdi. Bu sadece anlamda küçük bir farklılıktı ve iklim tartışmaları dışında bir anlamı yoktu ama insanlar sanki bu büyük bir yenilgiymiş gibi hala feryat ediyorlardı. Gerçek şu ki, diplomatik çevrelerin dışındaki dünya üzerinde etkisi vardı. Geçen yıl, Şarm El-Şeyh’te gelişmekte olan dünya ilkesel bir zafer kazandı. Kuzey Amerika ve Avrupa ilk kez gelişmekte olan ülkelere verilen zararda tarihsel bir sorumluluğa sahip olduklarını kabul ettiler. Örneğin, bu yıl Pakistan’da meydana gelen büyük sellerden ve Doğu Afrika’yı vuran kuraklıklardan kısmen sorumlu olduğumuzu ve bunların tazminatını ödememiz gerektiğini kabul ettik. Dolayısıyla bu, Asya, Afrika ve Latin Amerika için ilkesel bir zaferdir. Fakat gerçek şu ki, bu ciddi zafer neredeyse hiç paraya dönüşmeyecek. Kalkınma için ihtiyaç duyulan daha büyük paralar, küresel fonlarda değil, hala özel yatırımlarda ve karbon piyasasındadır. Ve bu paralar, ayrıca çok bürokratik ve yavaş olma eğilimindedir, Afrika’ya, Hindistan’a veya Latin Amerika’ya pek yardımcı olmaz. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkeler ve en büyük iki gelişmekte olan ülke olan Çin ve Hindistan, neredeyse tamamen yeşil büyüme için yerel koşulları nasıl yaratabileceklerine odaklanıyorlar ve başarılı olacaklar. Bunun yerine iklim müzakerelerine ve bu küresel fon kuruluşlarına odaklanırsanız, sınırlı bir ilerleme göreceksiniz. Öyleyse odağı değiştirelim ve diplomasiyle bu kadar ilgilenmeyelim ve ekonomi politiği daha çok önemseyelim.

Yeşil dönüşümde 3 unsur: Vatandaşlar, hükümetler ve şirketler

Bu konuda dev şirketlerin rolleri de çok tartışılıyor. Peki, sizce dünyanın geleceği kimin elinde, hükümetlerin mi, yoksa şirketlerin mi?

Açıkçası ikisine de ihtiyacımız var. İlerleme görmek istediğinizde üç güce ihtiyacınız vardır. Birincisi, vatandaşlar; çünkü onlar olmadan şirketlerden ve siyasi liderlerden değişiklik talep eden kimse yok. Piyasaları düzenlemek ve vizyonu belirlemek için hükümetlere ihtiyacınız var. Ancak, gerçekten ihtiyaç duyduğumuz ölçekteki değişim, teknolojideki değişiklik, yalnızca şirketlerden gelebilir. İyi haber şu ki, bugün dünyanın çoğu yerinde iş dünyası siyasi liderlerin çok önünde. Şirketler, şu anda siyasetten çok daha çevreciler. Birkaç örnek var. Avrupa’nın mobilya devi Ikea’nın geri dönüştürülebilir ekonomi söz konusu olduğunda, Avrupa’daki tüm hükümetlerin çok ilerisinde olmasıdır. Danimarkalı Orsted şirketi, yüzde 100 petrol şirketi iken, dünyanın en büyük rüzgar enerjisi üreticilerinden biri haline geldi ve yine herhangi bir hükümetin çok ilerisinde. ABD’de Microsoft, hiçbir hükümet böyle bir şey yapmazken, şirket tarihinin tüm emisyonlarını telafi etme sözü verdi. Ve son olarak Endonezya’da, hükümetin başarılı politikaları ve aynı zamanda ülkedeki kağıt hamuru ve hurma yağı devlerinin değişmeleri gerektiğini anlamaları sayesinde ormansızlaşma yavaşladı. En büyük kağıt hamuru şirketlerinden biri olan Royal Golden Eagle’ın ormansızlaşma değeri değişikliği sıfırdır ve hatta Endonezya’daki yağmur ormanlarının önemli bir koruyucusudur. İtfaiye ve helikopterlerine sahip oldukları için, bu yağmur ormanlarını korumakta bazen hükümetlerden daha iyisini yapabiliyorlar. Bu nedenle, elbette dünyayı yok eden bazı şirketler bulsanız da, genel olarak şirketler kamu yararına çalışan güçlerdir ve şirketler, yeşil enerjiye geçişin önemini idrak etmeye geldiğinde, hükümetlerin ve tüm siyasi liderlerinin önündedir.

Bilgi teknolojileri ve yenilenebilir enerji devrimi birleştirilmeli

Diğer bir konu ise sözde IV. Sanayi Devrimi. Bu devrimin, çevre dostu teknolojiler tarafından yönlendirilen bir ekonomi yaratma potansiyeli sunduğu söyleniyor. İstihdam olanakları gibi açılardan bu potansiyelin gerçeğe dönüşme ihtimalini nasıl görüyorsunuz? Peki, çevresel sürdürülebilirlik, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlikle nasıl bir arada var olabilir?

IV. Sanayi Devrimi, bilgi teknolojisinde, biyoteknolojide ve enerji piyasasında yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişi sağlayan mutlak bir devrim yarattı. Bu, küresel endüstrilerde, Birleşik Krallık’taki I. Sanayi Devrimi ve ABD’de demiryollarının gelişimiyle yaşanan II. Sanayi Devrimi ve internetle sağlanan III. Sanayi Devrimi’yle aynı büyüklükte bir değişimdir. Bu, dünya için muazzam bir şekilde dönüştürücü bir değişimdir. Elbette burada sorunlar var. Bunun daha fazla mı yoksa daha az mı istihdam yaratacağını bilmiyoruz ve bu kritik bir konu. Bilişim Devrimi, internetteki nefret suçları gibi olumsuzluklar için de örnek olarak kullanılabilir. Bu nedenle, piyasayı düzenlemeye ihtiyaç var, fakat genel olarak bu, kamu yararı için çok büyük bir potansiyel güç ve elbette bunları daha fazla bilgi teknolojileriyle birleştirirseniz, enerji verimliliğini çok artırabilir. Örneğin, Çinli Huawei, güneş paneli üretimini yüzde 10-15’e kadar artırmak için yüksek teknoloji donanımını kullanıyor. Aynı şirket, daha az gübre ve daha az böcek ilacı kullanarak, çiftçilerin tarımsal verimini artırmak için droneları da kullanıyor. Böylece daha az zararlı maddeyle daha fazla verim elde ediyorsunuz. Dolayısıyla, bilgi teknolojileri ve yenilenebilir devrimin birleşmesi, dünyayı 21. yüzyılda çok daha yeşil bir hale taşımak için muazzam bir potansiyele sahip. Bu, aynı zamanda Türkiye’nin yenilenebilir endüstrilerde daha fazla istihdam yaratması için büyük bir fırsat. Yıl boyunca Türkiye’de güneş enerjisi potansiyeli çok büyük. Türkiye’nin bazı bölgeleri de çok kurak. Bu yeni teknolojileri dronelarla ağaç dikmek için kullanabilirsiniz. Bunlar yeni teknolojilerin yarattığı devasa fırsatlar.

‘Çin, yeşil teknolojide tamamen hakim pozisyonda’

İklim değişikliğiyle mücadelede Çin’in önemli bir rol oynadığı ve bu konudaki uygulamaları herkesçe biliniyor. Bu konuda bir de ortaya koydukları bir program var. Yeşil Kuşak ve Yol Girişimi neyi önermektedir? Bu arada bazı İngiliz yetkililer tarafından bu projeyi tanımlamak için Yeşil Marshall Planı terimi de kullanıldı.

Gelişmekte olan en büyük iki ülke Çin ve Hindistan’ın aynı tutumu sergilemesini son derece ilginç buluyorum. İklim değişikliğine hem ülkeleri için bir tehdit hem de muazzam bir fırsat gözüyle bakıyorlar. Örneğin, ne Çin’in ne de Hindistan’ın geleneksel bir otomobil endüstrisi var. Bu yüzden, geleceğe doğru bir adım atmaları daha kolay. Tüm elektrikli arabaların yarısı ve hatta neredeyse tamamı Çin’de satılıyor. Elektrikli taşımaya hızlı geçiş de var. Hindistan’da rekor bir sürede elektrikli scooter fabrikası kuran Ola adında bir şirket var ve sloganı ‘Batı için Tesla, geri kalanı için Ola’. Yani, elektrikli araçları Batı’dan bile çok daha ucuza üretebileceklerine inanıyorlar. Hem Çin hem de Hindistan bunu iş, refah ve ekonomik büyüme yaratmak için muazzam bir fırsat olarak görüyor ve Çin, aynı yönde ilerliyor olsa bile Hindistan’ın çok önünde. Çin, tüm yeşil teknolojilerde tamamen hakim pozisyonda. Avrupa ve Kuzey Amerika’da, Çin’le rekabet etmek istiyorsak, sabah erken kalkmamız gerekiyor. Geçen yıl dünyadaki tüm güneş panellerinin yüzde 82’si Çin’de üretildi, tüm elektrikli pillerin yüzde 70’i Çin’de üretildi. Evet, Amerikan arabası alıyorsunuz ama bataryası Çin malı ve batarya arabanın değerinin yüzde 50’sini oluşturuyor. Çin’in dünyanın geri kalanıyla, örneğin İpek Yolu üzerinden, Orta Asya üzerinden Avrupa ve Türkiye’yle ama aynı zamanda Afrika ve Latin Amerika’yla işbirliği yapan kurumu olan Kuşak ve Yol, Çin’den dünyaya yeşil yatırım sağlama konusunda ve aynı zamanda, insandan insana iletişim ve öğrenmeyi geliştirmek için muazzam bir potansiyele sahip. Evet, Çin’in diğer ülkelerden öğrenecek çok şeyi var ama elbette dünyanın geri kalanının da Çin’den öğrenmesi gerekenler giderek daha fazla.

Yeşil ve insan odaklı bir kavram: Ekolojik Uygarlık

Çin’in uygulamalarındaki bir diğer konu da ‘Ekolojik Uygarlık’ fikri. Bu fikri nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeşil Mutabakat’la karşılaştırabilir misiniz? Yeşil Mutabakat ve Çin’in ‘Ekolojik Uygarlık’ önerisi nerede birleşiyor ve ayrılıyor?

Açıkçası, Avrupa veya Kuzey Amerika’daki Yeşil Mutabakat ile Ekolojik Uygarlık fikri hemen hemen aynı şeyler. Ekolojik Uygarlık kavramında sevdiğim şey, bunun olumlu bir kavram olması, çünkü geçmişteki çoğu çevreci hareketler, olumsuzla ve olumsuzluktan kaçınmayla ilgiliydi. Yani temelde, ekonomistler ‘kalkınmak istiyoruz’ dediler ve tüm insanları zenginleştirmeyi ve orta sınıfa geçirmeyi istiyorlardı. O yüzden, çevreye yıkım getirmek zorunda kaldılar. Ve sonra çevre ‘hayır, bu kabul edilemez’ dedi. Ancak şimdi buna, daha fazla iş ve refah getirecek, insanlar için daha iyi sağlık ve geçim kaynakları yaratacak ve başkalarının daha iyi korunmasını sağlayacak ve hepsini aynı anda sağlayacak bir gelecek için olumlu ve coşkulu bir vizyon diyebilirsiniz. Bana göre, ekolojik uygarlığın anlamı budur, ekoloji için herhangi bir sonuç çıkarmadan ilerleyerek, daha bölünmüş bir toplum yaratan eski vizyonun yerine, yeşil ve insan odaklı bir 21. yüzyıl vizyonu koyan bir kavram. Hepimizin benimsemesi gereken olumlu bir vizyon. Batı’da her zaman Çin’de geliştirilen bir kavramı kullanmak konusunda bir isteksizlik var. Ancak iklim müzakerelerinin ilk günlerinde Bolivya, Toprak Ana diye bir slogan ortaya attı. Sonra Batı’daki insanlar bunun çok tehlikeli olduğunu, çünkü Bolivya’nın ideolojilerinden geldiğini ve Bolivya’da kökleri yerli kültürden gelen solcu bir hükümet olduğunu söylediler. Bu yüzden, ‘bu kavramdan kaçınmalıyız’ dediler. Ama Toprak Ana ile İslam ya da Hıristiyan tutumu arasındaki tek fark, Tanrı’nın ya da Allah’ın yarattıklarını korumanız gerektiğiydi. Yani, hiçbir farkı yok. Ve birdenbire Barack Obama, Toprak Ana kavramını kullanmaya başladı ve sonra herkes, ‘her şey yolunda, bu kavramda bir sorun yok’ dedi. Şimdi de aynısı oluyor. Çin’den gelen Ekolojik Uygarlık kavramını benimsemeli ve ortak bir şekilde yaratmalıyız. Çin, Amerika, Avrupa ve Afrika ya da Hindistan, hepimiz ortaklaşa ekolojik bir uygarlık yaratabiliriz. Bu çok olumlu bir kavram.

Söyleşiyi Harici Youtube kanalından izleyebilirsiniz.

Çok Okunanlar

Exit mobile version