Suudi Arabistan ve İran arasında kökleri maziye dayanan ancak 2016’da Şii din adamı Nimr el-Bakır Nimr’in de dahil olduğu 47 kişinin Riyad tarafından idam edilmesiyle zirveye çıkan ihtilaf bundan bir yıl önce Çin’in ev sahipliğinde sona erdi. Anlaşmanın ardından geçen bir yıl ortaya çıkan tabloyu ikili ilişkiler, bölgesel ve küresel düzen bağlamında değerlendirmek için yeterli veriyi sunuyor.
Suudi Arabistan ve İran arasındaki normalleşme çabaları Mart 2021’e kadar uzanıyor. Umman’ın da rol aldığı görüşmelerin beşinci ve son turu 23 Nisan 2022’de Irak’ın başkenti Bağdat’ta yapılmıştı. İki ülkenin istihbarat ve güvenlik birimlerinden yetkililerin katıldığı görüşmelerin ardından temasların dışişleri seviyesine çıkması beklenirken Irak’ta başbakanlık değişimi süreci yavaşlattı. Zira eski başbakan Mustafa el Kazımi’nin yerine göreve gelen Muhammed es Şiya Sudani’nin müzakere süreçlerine gereken ilgiyi göstermediği düşünülüyordu.
Ev sahibi Çin’in konumu: Bazen uzakta olmak iyidir
İranlı gazeteci Seyid Azami’ye göre tıkanıklığı aşmak için Suudi liderliği inisiyatif aldı ve Aralık 2022’de ülkeyi ziyaret eden Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’den arabuluculuk ricasında bulundu. Xi’nin 2016 ve 2018’in ardından üçüncü kez ziyaret ettiği Suudi Arabistan’da yaptığı konuşma bu iddianın isabetli olma ihtimalini artırıyor. Zira Xi Jinping, Riyad’da ilki düzenlenen Çin-Arap Devletleri Zirvesi sırasında bölge aktörlerini Pekin yönetiminin ilan ettiği Küresel Güvenlik İnisiyatifi’ne katılmaya çağırmış ve yeni bir güvenlik mimarisinin hangi esaslara dayanması gerektiğini detaylandırmıştı. Xi’nin Suudi Arabistan ziyaretinin ardından Şubat 2023’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Çin’i ziyaret etmesi Riyad ve Tahran hattındaki sürecin Pekin mutfağında olgunlaşacağına şüphe bırakmadı.
Çin’in hem Suudi Arabistan hem de İran’ın en büyük ticaret ortağı olması ve iki ülke ile kurduğu stratejik partnerliğin taraflar üzerinde etkili olduğu açık. Tüm bunlara karşın böylesine “uzaktaki” bir ülke nasıl olup da tarihsel arka planı ve karmaşık boyutları olan ihtilafa son noktayı koyabildi? Bu soruyu bir yıl önce Çin-Arap Ülkeleri Araştırma Enstitüsü Başkanı Li Shaoxian’a sorduğum zaman “Uzaklığın kimi zaman işe yaradığı” yanıtını vermişti.
Li Shaoxian aslında uzaklık metaforu ile Amerika Birleşik Devletleri’nin aksine Pekin yönetimin bölge nezdinde işgal ya da yağma gibi ağır bir bagajı olmadığını, Çin dış politikasının rejim ihraç etme üzerine bina edilmediğini anlatmak istiyordu. Çin’in küresel bir ekonomik güç ve BMGK üyesi olmasının da güven tesis ettiğini sözlerine ekleyen Li “Ancak biz barışmak istemeyen ülkeleri aynı masaya oturtamayız” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Riyad ve Tahran’ı buluşturan mecburiyetler
İran ve Suudi Arabistan 2021 yılının ortalarından bu yana aldıkları inisiyatif ve yaptıkları açıklamalar ile barış iradesine sahip olduklarını gösterdiler. Bu iki ülkeyi barış aramaya iten nedenler ise her iki ülkenin içinde bulunduğu durum ve öncelikler ile yakından ilgili.
Suudi Arabistan’ın dış politikada makas değiştirmesinin ilk ve en önemli nedeni ABD ile kurduğu ilişkide saklı. Biden yönetimi ile yıldızı barışmayan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ABD’deki olası iktidar değişimlerinden de umutlu olması için pek fazla nedeni yok. Nitekim gerek Demokratlar gerekse Cumhuriyetçiler döneminde hazırlanan Ulusal Güvelik Belgeleri’nde Washington’ın öncelik olarak Asya-Pasifik’e yoğunlaşacağı kayıt altına alındı. ABD’nin Afganistan’dan ayrılma deneyiminden ya da Yemen’de Husilere karşı Suudi kuvvetlerine verdiği desteği kesmesinden de anlaşılacağı üzere Riyad’ın karşısında tatmin edici güvenlik garantisi verebilecek bir muhatap bulunmuyor. ABD’ye ek olarak Yemen sahasında Birleşik Arap Emirlikleri’nin koalisyondan çekildiğini duyurması, pilotlara eğitim vermesi istenen Mısır’ın kayıtsızlığı ve misyonun diğer üyesi Sudan’ın iç kargaşaya hapsolması da Riyad için yeni bir güvenlik paradigması kurma ihtiyacını kuvvetlendirdi.
Suudi Arabistan’ın açmak istediği yeni sayfa ülkenin ekonomik yönelimi ile de uyumluydu. Riyad yönetimi Vizyon 2030 olarak adlandırılan yeni model uyarınca petrole bağımlılıktan çıkarak sürdürebilir bir ekonomi, ticaret, teknoloji ve turizm üssü haline gelmeyi planlıyordu. Veliaht Prens Selman’ın “merkez ülke” hayalini Husilerin 2019 yılında yaptığı üzere drone saldırılarının gölgesinde kuramayacağı elbette açıktı.
Denklemin diğer tarafındaki İran içinse ABD’nin farklılaşan öncelikleri ve Körfez ülkeleri arasındaki rekabet fırsat penceresi sunsa da başka bir meydan okumayı beraberinde getiriyordu. Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde Abraham Anlaşmaları ile başlayan ve mevcut başkan Joe Biden ile devam eden Körfez-İsrail normalleşmesi son düzlüğüne girmekteydi. Bir başka ifade ile Washington Orta Doğu’yu öncelik sıralamasında geriye doğru itiyor ancak İran karşıtlığını muhtemelen daha radikal hale getirecek bir bloğa emanet ediyordu. Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in ardından Suudi Arabistan ve İsrail arasında normalleşmeyi sağlamak isteyen Biden bu amaçla gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti sonrasında “parya” olarak tanımladığı Muhammed bin Selman’ın ayağına gitmekte beis görmedi. Türkiye ve İsrail arasındaki 7 Ekim ile akamete uğrayan yumuşama da göz önünde bulundurulursa Tahran için alarm zilleri çalmaya başlamıştı.
Atılan imzalar ve verilen sözler
Suudi Arabistan ve İran’ı barışa şans vermeye zorlayan jeopolitik manzara 10 Mart 2023’ten sonra yerini somut işbirliği taahhütlerine bıraktı. Taraflar atılan imzaların ardından büyükelçilikleri açma kararı alırken 2001 tarihli güvenlik işbirliği anlaşmasına döneceklerinin altını çizdiler. İran ağustos ayında Suudi Arabistan büyükelçiliğini açarken, Suudi Arabistan ise 2016’da askıya aldığı diplomatik çalışmalarını ağustos itibarıyla sürdürmeye başladı. Eylül 2023’te ise her iki ülkenin büyükelçileri görev yerlerinde hazır bulunuyordu.
Suudi Arabistan ve İran normalleşmesi atılacak adımlar kadar yapılmayacaklar listesini de içeriyordu. Her ne kadar resmi anlaşma metninde yer almasa da çok sayıda kaynak tarafların birbirlerinin içişlerine karışmayacakları ve muhalifleri desteklemekten kaçınma konusunda mutabık olduğunu dile getirmekte. Basında yer alan haberlere göre Riyad yönetimi İran’dan Husiler üzerindeki etkilerini kullanmasını isterken, Tahran ise Suudilerin fonladığı muhalif Iran International kanalına ve Ceyş’ül Adl örgütüne desteğin kesilmesini kırmızı çizgi olarak belirledi. İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Hüseyin Bagheri ve Suudi Arabistan Savunma Bakanı Halid bin Salman el Suud görüşmesinde bu konuların gündeme geldiği düşünülüyor.
Filistin mücadelesine katkı bağlamında Suudi-İran normalleşmesi
Suudi Arabistan ve İran’ın etki alanlarının genişliği düşünüldüğünde taraflar arasındaki irade bölge genelinde de yumuşama rüzgarlarını beraberinde getirdi. Yemen’de çatışmalar vites düşürüp siyasi çözüm arayışları hız kazanırken, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad 12 yıl sonra Arap Birliği zirvesinde konuşarak “aileye” ülkesinin meşru temsilcisi olarak dönüş sağladı.
Birkaç yıl öncesine kadar bir araya gelmesinin olanaksız olduğuna inanılan tarafların buluşması aynı zamanda Filistin mücadelesine de mütevazı bir katkı sundu. 7 Ekim’de İsrail katliamlarının başlamasının ardından Suudi Arabistan ve İran liderleri 45 dakika boyunca Filistin konulu özel telefon görüşmesi yaptıktan sonra İslam dünyasının yekvücut olması gerektiğinin altını çizdiler. Bu görüşmenin ardından İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi 11 Kasım’da Filistin konulu Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’ne katılmak amacıyla Riyad’a geldi. Zirve sırasında Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile yüz yüze görüşen Reisi bölgesel işbirliğine ve Filistin davasına ortaklaşa katkı yapmak istediklerini yineledi.
Reisi ve Selman arasında 11 yılın ardından liderler düzeyinde yapılan görüşmenin Filistin eksinindeki bir başka çıktısı Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme sürecini iki devletli çözüm şartına bağlaması oldu. Zira ABD’nin “İran tehdidi” gerekçesiyle Suudi Arabistan’ı masaya oturtma gayretleri boşa çıkarken, Riyad yönetimi artık İsrail ile diplomatik ilişkiler için “Filistin devletinin kurulmasını” ön şart koşuyor. Suudilerin, ABD ve İngiltere önderliğindeki Husi karşıtı operasyonlara katılmayı reddetmesi de bu bağlamda okunmalı.
Öte yandan İran-Suudi barışının bölge genelinde yumuşama dalgasını sürdürmesi sürpriz olmayacak. Nitekim Filistin konulu zirvenin oturum aralarına İran-Sudan ve Mısır arasındaki temaslar damga vurdu. Reisi ve Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdülfettah el Buhran elçiliklerin yeniden açılması için hazır olduklarının altını çizerken, Mısır lideri Sisi ile yapılan görüşmenin ardından normalleşme için iki ülkenin ilgili bakanlarını görevlendireceği duyuruldu.
Küresel düzlemde kazananlar
Orta Doğu’nun Yeni Soğuk Savaşı olarak adlandırılan Suudi Arabistan ve İran arasındaki normalleşmenin en büyük kazanını İsrail dışındaki tüm bölge devletleri olurken, küresel düzlemde ise bir süredir elde ettiği ekonomik üstünlüğü diplomasiye tahvil etmek isteyen Çin oldu. Anlaşma ile Çin lideri Xi’nin ortaya attığı Küresel Güvenlik İnisiyatifi Suudi-İran hattında rüştünü ispat ederken, Pekin yönetimi “uluslararası ilişkilerin sorumlu gücü” olma iddiasına bir adım daha yaklaştı. Kısacası Çin, kendisini Asya’da kuşatmak isteyen hasımlarına Orta Doğu’dan el sallayarak yanıt verdi.
Bununla birlikte Çin’in İran ve Suudi Arabistan’ın da aralarında bulunduğu petrol zengini bölge ülkelerini kendisinin taşıyıcı sütunu olduğu BRICS’e dâhil etmesi de çok kutuplu dünyanın bir yükseliş anı olarak kayıtlara geçti. Satın alma paritesi bakımından G7’yi geride bırakan, dolar hegemonyasına karşı alternatif ödeme sistemleri üzerinde çalışan BRICS sayesinde bölge ülkeleri yumurtalarını eskimiş tek sepete atmak zorunda olmadığı gibi sonsuz düşmanlık ya da yıkıcı rekabete hapsolmak zorunda da değiller.