Çevirmenin notu: Britanya’nın Brexit sonrası oluşturduğu strateji konseptleri, çapından daha büyük arzular kurgulaması nedeniyle pek çok engelle karşı karşıya. Britanya, Doğu Avrupa ve Batı Asya’da Rusya’yı kuşatma stratejisinin ve Almanya’nın belinin bükülmesinin en büyük paydaşlarından biri oldu. Londra, Ukrayna’ya hem savaş öncesinde hem de şu an sunulan askeri yardımlarda NATO içinde lider konumda ve daha önce eski Şansölye Merkel’in de itiraf ettiği üzere Minsk anlaşmalarının sağladığı sükûnet döneminde, Orbital harekatıyla Kiev’i nihai savaşa hazırlayan güçlerin başındaydı. Britanya, son dönemde güneydoğu Asya’da Çin’i dizginleme ve bölgede ABD gibi büyük aktörlerden biri haline gelme hedefiyle bir dizi proje ve teşebbüs geliştiriyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Asya direktörü ve Foreign Policy yazarı James Crabtree yorumlamış.
Britanya’nın Asya’ya sürpriz bir şekilde devam eden eğilimi
James Crabtree — Foreign Policy
11 Nisan 2023
Üç vitrin projesi Britanya’nın Hint-Pasifik’teki geleceğini belirliyor.
Avrupa Birliği’nden ayrıldıktan üç yıl sonra Britanya, mevcut en iyi imaj tazeleyici alternatife dahil oldu. Geçen ay Britanya Başbakanı Rishi Sunak, üyeleri Hint-Pasifik bölgesini kapsayan ve küresel GSYİH’nin yaklaşık onda birini oluşturan bir ticaret paktı olan 11 ülkeli Kapsamlı ve Aşamalı Trans-Pasifik Ortaklığı Anlaşması’nı (CPTPP) imzaladı. Anlaşmanın iktisadi etkisi mütevazı olup, önümüzdeki on yıl içinde Britanya’nın GSYİH’sine yüzde 0,1’den daha az bir katkı sağlayacak. Yine de Britanya’nın Pasifik Okyanusu’na yakın bir yerde olmadığı aşikâr, bu nedenle CPTPP’ye katılması daha ilgi çekici bir hakikatin altını çiziyor; bazen Londra’nın Hint-Pasifik’e “yönelmesi” olarak nitelenen şeyin beklenmedik başarısı.
2021’de dönemin Başbakanı Boris Johnson’un öncülüğünü yaptığı yönelim, küresel iktisadi ve siyasi ağırlığın doğuya yöneldiği bir dönem olması hasebiyle AB sonrası Britanya’yı yeniden konumlandırmayı amaçlıyordu. Fakat daha yakın zamanda bu yönelime karşı dizilen güçler dişli görünmeye başlamıştı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali zihinleri eve daha yakın jeopolitiğe odakladı. Başbakan Liz Truss’ın kısa ama faciayla sonuçlanan görev süresiyle daha da kötüleşen Britanya’nın korkunç kamu maliyesi, uzak savunma ve güvenlik teşebbüsleri konusundaki alternatifleri sınırladı. Hem Johnson hem de Truss, Hint-Pasifik meraklısıydı ve Çin’in şahin ve ideolojik terimlerle değerlendiriyorlardı. Ancak Sunak, Asya konusunda daha ihtiyatlı ve Pekin ile bağları kesme konusunda daha az doktriner görünüyordu. Bu arada anketlerin 2025’te iktidara geleceğini gösterdiği Britanya İşçi Partisi, İngiliz solundaki pek çok kişinin basitçe çöpe atılması gereken bir neo-emperyal fantezi olarak gördüğü genel eğilime karşı derin bir şüphe duymaya devam ediyor.
Yine de kaynak kısıtları ve rekabet halindeki öncelikler karşısında yok olmak yerine, büyük İngiliz Hint-Pasifik girişimleri aslında çoğalıyor. CPTPP bunların en sonuncusu ve Britanya’yı bölge dışı ülkeler arasında giriş hakkı kazanan tek ülke yaptı. Geçen ay [AUKUS olarak bilinen] Avustralya-Birleşik Krallık-Birleşik Devletler güvenlik anlaşmasının ikinci aşaması duyuruldu; bu anlaşma önümüzdeki tartışmalarda Avustralya’ya nükleer denizaltı tedarik ederek Çin’e karşı koymayı hedefliyor. Aralık ayında Londra ayrıca Japonya ve İtalya ile birlikte önümüzdeki 10 yıl içinde en az 30 milyar dolar maliyetle altıncı nesil bir savaş uçağı geliştirme girişimi olan yeni Küresel Hava Muharebe Programı (GCAP) için harekete geçti. Bu büyük projeler birlikte, Britanya’nın gelecek on yıllar boyunca Hint-Pasifik bölgesine odaklanmasını sağlayacak üçlü bir stratejik çapayı temsil ediyor.
Yönelimin şaşırtıcı dayanıklılığını üç neden açıklıyor. Birincisi, 2021 ulusal güvenlik entegre değerlendirmesinde ana hatlarıyla belirtildiği üzere Britanya’nın Hin-Pasifik’te artan temel çıkarlarının altında yatan mantık. Brexit sonrası “küresel Britanya” başlığı altında, inceleme bölgede gelecekteki ekonomik büyümeyi vurgularken, aynı zamanda Doğu Asya’ya yeni bir Kraliyet Donanması muhrip grubunun ilk konuşlandırılacağını duyurdu. Ancak özünde Britanya’nın diplomatik ve askeri taahhütleri, bölgede iki küçük gemi konuşlandırmaktan 10 üyeli Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (ASEAN) sadece bir “diyalog ortağı” olmaya kadar mütevazıydı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden önce bile 2021 stratejisi, Avrupa’nın Britanya’nın birincil odak noktası olmaya devam ettiğini açıkça ortaya koyuyordu. Bu eğilimi önemli bir politika değişikliği haline getirmek için üç büyük proje — AUKUS, CPTPP ve GCAP — lazımdı.
Sunak’ın geçtiğimiz kasım ayında yaptığı ilk büyük dış politika konuşmasında “eğilme” kelimesi kullanılmamış olabilir ama yine de Hint-Pasifik ilişkilerinin derinleştirilmesini üç ana dış öncelikten biri haline getirdi. Entegre değerlendirmenin geçen ayki “yenileme” çalışmasında ise eğilimden sadece birkaç kez söz edildi. Bununla beraber politikanın itici gücünü de yineledi: “Şu an sahip olduğumuz hedef, bu ivme kazanan angajmanı daha güçlü ve kalıcı hale getirmek ve Birleşik Krallık’ın uluslararası politikasının kalıcı bir dayanağı yapmaktır”. Son yıllarda Britanya’nın askeri ve iktisadi hedefleri nadiren birbiriyle yakından alakalı olmuş, stratejik olarak Irak ve Afganistan savaşlarına, iktisadi olarak da Avrupa ile ticaretin geliştirilmesine odaklanılmıştı. Fakat Londra’nın Brexit sonrasındaki Hint-Pasifik politikası, ekonomik ticaret araçlarını stratejik öncelikleriyle daha net bir şekilde uyumlu hale getiriyor, özellikle de Çin’in küresel meydan okumasını yönetmek üzere.
Eğilimin başarısının ikinci nedeni, buna karşı çıkanlardan bazılarının argümanlarının yetersiz kaldığı, Britanya’nın dünyadaki askeri rolü üzerine yapılan şiddetli bir entelektüel savaşın sonucu. Bu tür eleştiriler, Britanya’yı haddinden fazla genişlemiş ve yetersiz finanse edilen ordusunun sadece Avrupa’ya odaklanması gereken bölgesel bir orta güç olarak görme eğiliminde. Rusya’dan gelen sıcak tehdit bu görüşü daha da güçlendirdi. Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü analisti Jack Watling, geçen yıl bu eğilimi sert bir şekilde eleştiren bir yazı kaleme aldı ve İngiliz Silahlı Kuvvetlerinde Avrupa’da kara gücüne daha fazla odaklanılmasını isteyen pek çok kişi adına konuştu. Watling, “Hint-Pasifik’teki yeni misyonlarda görev alması için kuvvetleri şekilsiz bırakmak, her iki dünyanın da en kötüsünü — Avrupa’daki taahhütleri yerine getirememek ve Hint-Pasifik ortakları için askerî açıdan yararlı bir şey üretememek — riske atıyor” diye yazdı.
Ama diğerleri aynı fikirde değil ve ülkenin geleneksel deniz gücü odağına dönüşle birlikte daha küresel bir bakış açısını savunuyor. Bu sesler arasında Britanya Silahlı Kuvvetlerinin başındaki Amiral Sir Tony Radakin önemli bir yer tutuyor. Radakin, 2022’de yaptığı düşünceli bir konuşmada “Britanya kıtasal bir güç olmaktan ziyade bir keşif gücüdür” diyerek ülkenin “Avrupa-Atlantik güvenliğini ikiye katlamak ya da Hint-Pasifik’e yönelmek arasında basit bir seçim yapma lüksüne sahip olmadığını” belirtmişti. Son iki yılda, uzun süren iç tartışmaların ardından Radakin gibi düşünenler büyük ölçüde galip geldi. Ukrayna’ya yönelik taahhütlere rağmen Avrupa-Atlantik ve Hint-Pasifik alanları arasında net bir değiş tokuşa henüz zorlamayan bir miktar genişletilmiş askeri bütçe de bu görüşe yardımcı oldu. Örneğin Sunak, son yenileme belgesini açıklarken savunma harcamalarını önümüzdeki iki yıl içinde yaklaşık 5 milyar pound arttırırken, yıllık savunma bütçesini GSYİH’nin yüzde 2,5’ine çıkarma sözü verdi. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü verilerine göre bu oran bugün yüzde 2,2 civarında.
Son olarak ve en önemlisi, Britanya’nın üç büyük Hint-Pasifik çapası girişimine verilen partiler üstü yaygın destek sayesinde bu eğilim başarılı oldu. CPTPP’ye katılmak sadece alternatif ticaret gruplarının olmaması nedeniyle değil, aynı zamanda Avustralya ve Japonya’dan Malezya ve Singapur’a kadar önemli ortaklarla stratejik iktisadi bağları derinleştirmesi nedeniyle de mantıklıydı. Üç girişimin en önemlisi olan AUKUS, Londra’nın özellikle de İngilizlerin sık sık önemlerini kaybetmekten korktuğu Washington ile kritik ilişkilerini güçlendirmesine olanak sağladı. Hakikaten de ABD’nin genel olarak bölgeye ve özel olarak da Çin’e artan ilgisi göz önüne alındığında ABD üzerindeki etkisini korumak Britanya’nın Hint-Pasifik politikasının altında yatan önemli bir stratejik amaç olmaya devam ediyor. AUKUS ayrıca Britanya’nın denizaltı inşa kabiliyetlerini ve istihdamını geliştirme vaadinde bulundu. Aynı şey GCAP için de geçerli; bu proje sadece Britanya’nın Asya’daki en önemli ortağı olan Japonya ile bağlar kurmakla kalmayıp aynı zamanda daha fazla istihdam vaat ediyor.
Eğilimin üç çapa projesi, İşçi Partisi’nin Hint-Pasifik’e daha fazla odaklanma fikrine yaklaşmasında da önemli rol oynadı. İçgüdüsel olarak İngiliz solunun büyük bir kısmı eğilimi, Union Jack bayrakları ve Brexit’in aptallığıyla sarılmış şüpheli bir gerileme macerası olarak görüyor. Bu okumaya göre, “küresel Britanya” fikri, Johnson ve Truss gibi post-emperyal sanrılardan mustarip liderler tarafından desteklenen bir tür Brexit sonrası güven kazanma numarasıydı. İşçi Partisi lideri Keir Starmer, son zamanlarda partisinin savunma ve güvenlik konusunda ciddi bir aktör olarak itibarını yeniden kazanmaya çalışıyor ve bu süreçte aşırı solcu selefi Jeremy Corbyn’in geride bıraktığı korkunç karmaşayı düzeltiyor. Avrupa savunmasına odaklanılması, Ukrayna’nın desteklenmesi ve NATO’nun desteklenmesi gerektiğine dair kamuoyuna yapılan açıklamalar bu niyeti ortaya koymaya yardımcı oluyor. Aynı şekilde sol görüşlü bir gazeteci ve İşçi Partisi milletvekili adayı olan Paul Mason da geçtiğimiz günlerde partisindeki pek çok kişi adına yaptığı konuşmada bu eğilimi “kötü zamanlanmış bir kibir” olarak tanımladı. Mason’a göre bu fikir tümüyle, “dil, kavram ve pratik öncelik olarak çöpe atılmalı”.
Ancak tüm bu eğilim aleyhtarı söylemlere rağmen İşçi Partisi’nin geliştirmekte olduğu dış politika ve savunma politikası aslında eğilimin temel projelerine oldukça sıkı bir şekilde bağlı. Bu ayın başlarında gölge Dışişleri Bakanı David Lammy, sol görüşlü bir düşünce kuruluşu olan Fabian Society için İşçi Partisi’nin ilk dış politika zeminini ortaya koyan geniş kapsamlı bir broşür yazdı. Lammy, eğilim konusunda bir dizi oportünist eleştiride bulundu ama asıl eleştirileri aslında Londra’nın bölgedeki diplomatik varlığının azaldığını ve çok az bakan ziyareti yapıldığını vurgulayarak ülkenin buraya aslında yeterince eğilmediğini ima etmesiydi. Daha da önemlisi hem AUKUS’u hem de CPTPP’yi destekledi. Lammy, “AUKUS gibi düzenlemeler yoluyla Hint-Pasifik bölgesine yönelik ciddi ve uzun vadeli stratejik yaklaşımların sürdürülmesi, dünya meselelerinde ağırlık merkezinin değişmesine verilecek esaslı bir yanıttır” diye yazdı. İşçi Partisi’nin sertlik yanlısı gölge savunma bakanı John Healey de eğilimi sert bir şekilde eleştirdi. Fakat Lammy gibi o da İşçi Partisi’nin hem AUKUS hem de GCAP dahil olmak üzere eğilimin en önemli girişimlerine tam destek verdiğini telgrafla bildirmeye özen gösterdi.
Liderlik değişimleri her zaman Britanya’nın Hint-Pasifik angajmanının sürdürülmesi için en büyük tehdidi oluşturdu. Yeni başbakanlar çoğu zaman seleflerinin fikirlerini çöpe atarlar. Yine de bu şekilde değerlendirildiğinde bu eğilim şu anda oldukça dayanıklı görünüyor. Johnson’dan Truss’a ve Sunak’a geçiş dönemlerinde adı dışında hep havada kaldı. Ve şimdi Starmer’a olası iktidar geçişini de kesinlikle atlatacaktır. İşçi Partisi iktidara gelirse ve geldiğinde, elbette Hint-Pasifik politikasını yeniden şekillendirmenin yollarını arayacaktır. Aynı şey geçen yıl Canberra’da iktidara gelen Avustralya İşçi Partisi için de geçerliydi. Fakat tıpkı Avustralya Başbakanı Anthony Albanese döneminde olduğu gibi, İngiliz dış politikasında süreklilik, değişimden çok daha muhtemel olacaktır.
Bu, Londra’nın Hint-Pasifik’teki hedeflerinin sorunsuz olduğu anlamına gelmiyor. Britanya’nın Asya’da stratejik açıdan önemli bir aktör olma umudu yok. AUKUS’un potansiyel istisnası dışında, faaliyetlerinin hiçbiri Çin’e dair askeri dengeyi önemli ölçüde değiştirmeyecektir. Örneğin Londra’nın Tayvan ile ilgili bir krize doğrudan askeri olarak müdahil olması pek mümkün değil. Her bir çapa projesinin kendine özgü zorlukları da var. CPTPP’nin faydaları, AB’den ayrılmanın yol açtığı büyük ekonomik kayıplarla kıyaslandığında yuvarlama hatası. AUKUS’un yapacağı teslimat, Britanya’nın denizaltı inşa kabiliyetlerine büyük yatırımlar yapılmasını gerektiren devasa ve karmaşık bir teşebbüs. Pek çok analist programın fazlaca gecikeceğini ve bütçenin çok üzerine çıkacağını düşünüyor. Japonya ve İtalya ile yürütülen gelişmiş savaş uçağı projesi de benzer riskler taşıyor ve her halükârda benzer bir Fransız-Alman planıyla birleşebilir.
Hint-Pasifik meraklıları da mutlak ve topyekûn bir zafer kazanmış değil. Hakikaten de Britanya’nın bölgedeki rolünü daha da genişletmek için son strateji yenileme sırasında ortaya atılan pek çok ilgi çekici fikir vardı. Bunlardan biri İngiliz ordusunun Asya’da daha büyük bir rol üstlenmesini, bir diğeri ise İngiliz deniz unsurlarının daha fazla konuşlandırılmasını içeriyordu. Büyük fikirlere olan hevesi nedeniyle bazen “Radikal Radakin” olarak da anılan Radakin, Britanya’nın iki uçak gemisinden birinin kalıcı olarak Hint-Pasifik’e, büyük olasılıkla da Japonya’ya konuşlandırılmasını uzun zamandır dile getiriyor. Radakin ayrıca uçak gemilerinden firkateynlere kadar askeri varlıkların bir güç gösterisi olarak dünyanın dört bir yanına konuşlandırılması anlamına gelen ve genellikle “mevcudiyet” olarak bilinen şeyi sevme konusunda da yalnız değil. Ama bu ve diğer fikirler Whitehall’da değerlendirildi ve maliyet ya da rakip öncelikler nedeniyle reddedildi. Yenilemede yer alan Britanya’nın ASEAN savunma bakanları toplantılarında gözlemci olma isteği gibi daha az maliyetli diğer planların hayata geçirilmesi muhtemelen uzun yıllar alacak.
Temelde Britanya’nın beklenmedik bir şekilde başarılı olan eğilimi, bir Avrupa gücü olarak konumu ile Hint-Pasifik’teki hırsları arasındaki gerilimlerin aslında çözülmemiş olduğunu gösteriyor. Gerçekten de bu gerilim Brexit sonrası dış politikanın kalıcı ve dağınık bir özelliği olacak gibi görünüyor. Londra’nın bölgesel güç olduğu kaderini kabullenmesi, Hint-Pasifik’ten geri çekilmesi ve sınırlı kaynaklarını Avrupa’ya odaklaması kavramsal açıdan daha temiz olurdu. Ancak Britanya’nın Asya’daki ekonomik ve güvenlik çıkarlarının mantığı, en azından Çin’in yükselen hakimiyetinin ortaya çıkardığı sorulara bir cevap bulma ihtiyacı göz önüne alındığında böyle bir geri çekilmenin pek de mantıklı olmayacağını gösteriyor. Bölgenin kendisinden bakıldığında Hint-Pasifik’teki güç dengesini değiştirebilecek jeopolitik ve askeri ağırlığa sahip değil. Ama her şeye rağmen önümüzdeki on yıllar boyunca bölgenin iktisadi ve askeri ilişkiler ağında giderek daha önemli bir varlık haline gelmesi muhtemel.