GÖRÜŞ

Çatışmanın geleceği: Polonya – 1

Yayınlanma

Emperyalist dünyanın reflekslerini kavramak için ideal bir dönem göstermek gerekseydi eğer, hiç tereddütsüz 1939’a işaret ederdim. 1939 küresel bir altüst oluşun en kritik yılıdır — her anlamda bir altüst oluştur bu: 1929 krizinin ardından birikim modelinde süreğen bir belirsizlik; küçük burjuvazinin varoluş krizi ve yükselen küçük burjuva sağcılığıyla birlikte muazzam bir ahlaki çürüme; kapitalizmde sınıf mücadelelerinin ortaya çıkardığı demokratik hak ve hürriyetlerin hızla budanması; emperyalist dünyanın başlıca güçlerinin siyasi elitlerinin delice dargörüşlülüğü, savaş kışkırtıcılığı ve savaşın eşiğinde de onu durdurma imkanlarının artık tamamen ortadan kalkmış olması. Bir sosyalizm faktörü olduğu doğrudur; ancak 1939’da Sovyetler Birliği’nin emperyalist güçler arasında ihtilafta sadece ideolojik bir çıbanbaşı olarak değil aynı zamanda neredeyse sonsuz bir yağma alanı olarak da görüldüğü genellikle unutuluyor. Sadece faşist Almanya’nın Lebensraum’u değil. Haziran ve temmuz aylarında Hitler’in “ekonomi dehası” denilen (prematüre bir Friedman, dahası Dünya Ticaret Örgütü’nün fikir babası) Helmuth Wohltat’ın Londra’da (Foreign Office Denizaşırı Ticaret Departmanı başkanı) Robert Hudson ve (Chamberlain’in gölge dışişleri bakanı denilen) Horace Wilson ile yaptığı görüşmelerde bakir Sovyetler Birliği, yarı bakir Çin ve ayrıca Fransa’ya ait sömürgelerin Britanya ve Almanya arasında paylaşılması planları da bunu açıkça gösterir.

Ama bunlar şimdilik başka hikaye; daha sonra tekrar dönmek üzere ara verelim. Bu yazının konusu, Polonya. Bu ülkenin siyasi eliti, tıpkı 1939’da olduğu gibi iki buçuk yıldır yaşadığımız uzatmalı 1939’da da başrol oyuncularından biri ve dahası, iki tarihi kesitteki davranışları neredeyse karbon kağıdıyla çıkarılmış kopyayı andıracak kadar birbirine benziyor.

Benim “1939”da Polonya hükümetinin “askeri, siyasi, iktisadi olarak olanca zayıflığına rağmen kendisini dev aynasında görmekle kalmayıp Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa arasında belki mümkün olabilecek bir anlaşmayı kıyametin eşiğinde bile sabote etmeyi görev bellediğini ve böylece boynunu cellada bile isteye uzattığını” vurgulamıştım. Sayılı ülkelerin adlarını değiştirin, ortaya çıkacak tablo bugün de bunun aynısı olacaktır. Yaklaşan savaşı durdurmak veya en azından ertelemek fırsatı doğduğunda bile Polonya hükümeti, Fransa, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında kurulması muhtemel caydırıcı bir askeri paktı açıkça bloke etmiş ve sabah uyandığında kendini küfede bulan bir sarhoşun ayıklığına benzer baş dönmeleri içindeki Chamberlain hükümetini bile çileden çıkarmıştı. Fransa Dışişleri Müsteşarı Alexis Saint-Legér, o sırada Polonya’nın mutlak hakimi olan dışişleri bakanı Beck’in “Almanya’ya yakınlaşmak için yol aradığını” söylemişti. Başka deyişle Polonya hükümeti, Sovyetler Birliği’nin karşısındaki kampta bütün sandalyelerde birden oturmaya kalkıyordu ve kaçınılmaz akıbeti de öylelerinin ortak kaderi oldu: solucana dönüşüp çizmeler altında çiğnendi.

Her ülkenin bir yönetme geleneği, kültürü var. Bu kültür davranışlara bir öngörülebilirlik katıyor ve farklı siyasi kesitlerde de kendini gösteriyor. Polonya da öyle.

Bir önceki yazımda Macaristan başbakanı Orbán’ın AB Konseyi dönem başkanlığıyla eşzamanlı geliştirdiği Kiev, Moskova, Pekin, Mar-a-Lago ve Washington turu üzerinde dururken “hepsi gerçek bir Washington kuklası olan Çekiya, Polonya ve Baltık ülkelerinin vasal yetenekleri sayesinde ABD’de (abartarak söyleyeyim) sosyalizm gelse bile kolaylıkla uyum sağlayabileceğini” söylemiştim. Küçük bir düzeltmeyi hak ediyor bu cümle: diğerleri birden fazla sandalyede oturmayı beceremiyor, manevra kabiliyetleri de yok, bu yüzden eğer efendileri sağlam irade gösterirse provokatör olarak rolleri önemsiz kalacaktır. Polonya siyasi eliti ise Rusya’nın karşısındaki bütün sandalyelerin (ABD, AB, Britanya) hepsinde birden aynı anda oturuyor. Gücünün çok ötesinde bir özgüvenle (insanlarda genellikle aşağılık kompleksiyle karışık bir korkudan kaynaklanır bu) o sandalyeden bu sandalyeye kaykılıyor, sandalyelerin gerçek sahiplerinin birbirlerine karşı mücadelesinde pay kapıp güç sahibi olmaya çalışıyor ve kendisi saf değiştirme tehdidiyle onların her birini daha radikal, daha agresif tutum takınmaya itiyor.

Almanya, doğudan ucuz işgücü temin etmek için Polonya’nın AB üyeliğini desteklemişti. O zaman dahiyane bir siyaset gibi görünüyordu bu; oysa Varşova’da pro-Amerikan bir gericiliğin tesisine yardım etmenin akla gelebilecek en ahmakça siyaset olduğu açıkça ortaya çıktı: Birlik’in motoru olan Almanya bütün kararlarda Polonya elitinin arzularını hesaba katmak, onunla uzlaşmak zorunda kaldı ve özellikle de Merkel’in eski prensesi, pandemi skandallarının baş kahramanı Ursula von der Leyen başkanlığında birlik katıksız bir Amerikan aparatına dönerken Berlin de Polonya elitinin siyasi esiri haline geldi.

Neler oldu? Geçen iki buçuk yıla genel bir bakış

İki buçuk yıldır Polonya’nın çatışmaya yönelik tutumunu en genel başlıklarla özetlemeye değer.

24 Şubat 2022’nin üzerinden daha bir buçuk ay geçmeden zamanın Varşova hükümetinin başbakan yardımcısı Polonya’ya Amerikan nükleer silahları konuşlandırmaya hazır olduklarını açıklamıştı. Bu nükleer silah meselesi iki buçuk senedir mütemadiyen gündeme geliyor. 2022’nin ekiminde Lukaşenko, Varşova yönetiminin ABD ülkesine nükleer silah konuşlandırsın diye “çırpındığını” söylemişti. Neticede Rusya ve Belarus bu ikincisinin topraklarına taktik nükleer silah konuşlandırma kararı verdi. Normal bir hükümetten böyle bir durumda gerilimi azaltması ve karşılıklı silah indirimine gitmenin yollarını araması beklenir; oysa Polonya hükümetinin başbakanı Mateusz Morawiecki 30 Haziran 2023’te daha fazla nükleer silah ve daha makbul “müttefik” statüsüne göz dikip NATO’nun ülkesine nükleer silah konuşlandırması talebini tekrar etti.

Polonya Başbakan Yardımcısı ve Kültür Bakanı daha 3 Nisan 2022’de Rus kültürünün sosyal alandan silinmesi gerektiğini söylemişti: “Rusya kültürü sosyal alandan çıkmalıdır. Rusya balesinin zamanı değil, Çehov veya hatta Puşkin için iyi bir sezon değil.” 13 Mayıs’ta Polonya başbakanı Morawiecki The Telegraph’a verdiği mülakatta Batı’ya, “bütün Avrupa’yı tehdit eden” Rus dünyasını “yok etme” çağrısı yaptı. 2022 ekiminde Polonya Senatosu, Baltık’ın gerisinde kalmamak için Rusya’yı “terörist rejim” olarak kabul eden bir kararı kabul etti. Polonya hükümeti 9 Mayıs 2023’te de harika bir eylemde daha bulundu: Kaliningrad’ın adını değiştirdi. Bu, mesela Moskova’nın adını değiştirmekten teknik olarak farksız; zira Kaliningrad Rusya toprağı. Ama oluyor işte. Polonya’nın ultranasyonalist hükümeti o zamandan beri Kaliningrad’a eski adı olan Königsberg’in Lehçeye çevirisi olan Królewiec diyor.

2022 boyunca Rusya karşıtı ittifak henüz yeterince biçimlenmiş değildi; Almanya’da savaş kışkırtıcısı Yeşillere rağmen SPD az çok makul davranmaya çalışıyordu, muhtelif Avrupa başkentlerinden de temkinlilik mesajları geliyordu. Polonya hükümeti bu temkinli atmosferin kırılmasında Avrupa’da başrolü oynadı. Örneğin The New York Times daha 6 Nisan 2022’de Polonya ve Baltık ülkelerinin Moskova ile ilişkilerin tamamen kesilmesinde ve “Rusya’yı dizlerinin üzerine çökertecek” tedbirler alınmasında ısrar ettiklerini yazmıştı.

4 Temmuz’da Kiev dışişleri bakanı Kuleba, AB hayalleriyle coşmuş, “birliğe girdikten sonra Polonya ile birlikte AB’yi reforme edeceklerini” söylüyordu. AB’de reform ancak Almanya engelinin temizlenmesiyle mümkün olabileceğine göre, Polonya siyasi eliti Berlin’in yerine geçmenin ıslak düşlerini görüyor olmalıydı. Sonuçta Adenauer sonrası Alman siyasi tarihinin en kişiliksiz, en kukla hükümeti yelkenleri tamamen suya indirdi. 2023 Ocak ayında artık tamamen bir Rheinmetall manivelasına dönüşen ve adeta Yeşillerden daha yeşil olduğunu kanıtlamaya çalışan Alman şansöliyesi Kiev rejimine Leopard tankları vermeme ısrarından vazgeçmişti; bu kararda Polonya hükümetinin baskısı çok etkili olmuştu ve bu nedenle müjdeyi Duda’nın Kiev’de vermesi hiç şaşırtıcı değildi. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, bu açıklamanın ardından Almanya’nın hâlâ tereddüt ettiğini görünce açıkça tehdit etmekten de çekinmemişti: “Ya bu izni hızla alırız ya da bildiğimiz gibi davranırız.” Polonya kasım sonunda adeta bütün AGİT üyelerinin iradelerini ipotekledi ve Lavrov’un aralık başında Łódź’da yapılacak olan AGİT toplantısına katılmasına yasak koydu. Sovyetler Birliği’nin hukuki devamcısı olarak Rusya, AGİT’in kurucu üyelerinden; dolayısıyla bu yasak, sözgelimi ABD’nin Rusya’nın BM toplantısına katılmasına yasak koymasından farksızdı. Diplomatik teamüllerin yerini derin bir düşmanlık almıştı; Polonya hükümeti 26 Nisan 2023’te de Rusya’nın Varşova büyükelçiliği ve ticaret ataşeliğinin banka hesaplarına el koydu.

Kiev rejimine F-16 verilmesi tartışmalarını tetikleyen de Polonya hükümeti olmuştu. 2023 ocak ayı sonunda başbakan Morawiecki, “NATO ülkeleriyle tam bir koordinasyon halinde” kendi F-16’larından vermeye hazır olduklarını söylemişti.

Polonya-Ukrayna “birliği”

18 Nisan 2022 gibi erken bir tarihte bir grup Polonyalı siyasetçi Polonya-Ukrayna birliğinin hiç değilse konfederasyonunun kurulmasını istiyordu. Bu mesele en azından 2023 baharına kadar her iki tarafta da büyük bir coşkuyla konuşuldu, Kiev’de ve Varşova’da kucaklaşma fotoğrafları ona eşlik etti. Ancak Kiev’in coşkusu geçen yılın ortalarında ortaya çıkan hububat krizi yüzünden söndü. Aşağıda geleceğim buna. Ama Varşova’nın kökleri 1930’lu yıllara dayanan, hayali bir devr-i saadeti (Baltık’tan neredeyse Karadeniz’e uzanan 16’ncı yüzyıl) yeniden canlandırma hayallerinin sıcaklığından bir şey kaybetmedi.

Putin 4 Kasım 2022’de “Polonya’nın Ukrayna’yı yutma arzusu” olduğunu söylemişti. 7 Aralık’ta Rusya İnsan Hakları Konseyi toplantısında bu meseleye tekrar döndü ve şöyle dedi: “Polonya’daki milliyetçi unsurlar her uyuduklarında rüyalarında, II’nci Dünya Savaşı’ndan sonra Stalin’in kararı neticesinde Ukrayna’nın aldığı batı topraklarını geri aldıklarını görüyorlar ve kim ne derse desin buna yönelecekler. Nihayetinde mesele buna varacak. Bundan hiçbir şüphem yok.” 2023 şubatında Lavrov da “Polonya’nın hastalıklı bir tarihi ve en az o kadar hastalıklı ihtirasları” olduğunu ve ekspansiyonist emeller güttüğünü söyledi. Putin’in geçen yıl 21 Temmuz’da Rusya Güvenlik Konseyi daimi üyeleriyle yaptığı toplantıdaki konuşması bu bağlamda özel bir önem taşıyordu. Orada 1920-30’lu yıllarda protofaşist Varşova rejiminin Sovyetler Birliği’ne karşı saldırgan ve ekspansiyonist tutumunun 1939 trajedisiyle son bulduğunu, savaştan sonra “Polonya’nın Sovyetler Birliği sayesinde, Stalin’in tutumu sayesinde batıda büyük topraklar, Almanya’nın topraklarını aldığını” hatırlattı. Şöyle dedi: “Polonya liderlerine gelince, herhalde NATO şemsiyesi altında bir koalisyon oluşturmayı ve sonrasında oradan kendilerine yağlı bir parça koparmak, kendi tarihi toprakları saydıkları bugünkü batı Ukrayna’yı geri almak için Ukrayna çatışmasına doğrudan müdahale etmeyi hesaplıyorlar. Belarus topraklarının hayalini kurdukları da iyi biliniyor.” Putin, Ukrayna’da insan etinin batıya yetmediğini ve cepheye “Polonyalılar, Litvanyalılar ve diğerlerinden oluşan yeni sarfiyat malzemesi” sürmeyi planladıklarını da belirtmişti; ancak: “Tek bir şey söyleyeceğim: bu çok tehlikeli bir oyun ve bu tür planları yazanların sonuçlarını da düşünmesi gerekir.”

Bu sürecin en önemli olaylarından biri 15 Kasım 2022’de yaşandı: Varşova, Rusya’dan fırlatılan bir füzenin Polonya topraklarına düştüğü iddiasıyla NATO’yu 4’üncü maddeye dayanarak acil toplantıya çağırdı. Bu madde üye devletlerden birinin toprak bütünlüğünün, siyasi bağımsızlığının veya güvenliğinin tehdit altında bulunduğunu iddia etmesi üzerine işletiliyor. Duda ve Kiev’deki görev süresi bu yılın 20 Mayıs’ında bitmiş olan komedyen başkan, füzenin Rusya’dan fırlatıldığını söyleyerek öyle bir patırtı kopardılar ki, bizzat Biden müdahale edip “ön bilgilerin, Polonya’ya atılan füzelerin Rusya’dan fırlatıldığını yalanladığını” açıklamak zorunda kaldı. Böylece füzenin aslında Kiev rejimi tarafından fırlatılmış olduğu ortaya çıktı. Olay iki açıdan önem taşıyordu. Birincisi: Polonya, söz konusu füze henüz Ukrayna hava sahasındayken kendi hava savunma sistemlerini kullanmıştı — başka deyişle Rusya’nın Ukrayna’daki hedeflere karşı fırlattığını düşündüğü bir füzeyi Ukrayna hava sahasında vurmaya kalkmıştı. İkincisi, CNN’in haberine göre ABD füzenin seyrini Polonya semalarındaki NATO’ya ait bir erken uyarı uçağından takip etmişti; belki de Washington yönetimi Polonya-Ukrayna ortaklığından bu doğrultuda bir provokasyon bekliyordu ve peşinen ön almıştı.

Şunu da eklemek gerek: Kuzey Akım sabotajında da Polonya’nın dahli olduğu iddiası The Wall Street Journal tarafından üstelik daha 11 Haziran 2023’te ileri sürülmüştü. Aynı gazete bu yılın başında da Alman hükümetinin Kuzey Akım soruşturmasıyla ilgili taleplerini Varşova’nın geciktirdiğini yazıverdi.

Çok Okunanlar

Exit mobile version