DÜNYA BASINI

Cezayir dersleri

Yayınlanma

Çevirmenin notu: İsrail’in Gazze Şeridi’ne yıllardır uyguladığı ablukanın neticesi bundan daha başka bir şey olamazdı. Sonunda ayrım çitini yerle bir eden Filistinliler, İsrail’in derinlerine kadar saldırıya geçtiler. Varşova gettosunu andıran Gazze’de ahalinin elinde başka bir seçenek kalmamıştı. Gazeteci Oliver Eagleton, Gazze’ye dayatılan gerçekliği, Gillo Pontecorvo’nun 1966 yapımı Cezayir Savaşı filmi üzerinden ele alıyor.


Cezayir dersleri

Oliver Eagleton

New Statesman

14 Ekim 2023

Hamas’ın saldırısını tarihin dışında barbarca bir eylem olarak görmek İsrail’e Gazze’de yardımcı olmayacaktır.

Aniden patlak veren gerilla savaşı, bir açık hava hapishanesinin acımasızca bombalanması, hapishane sakinlerinin dikenli tel örgülerin ardına hapsedilmesi, kendilerini esir alanların maruz kaldıkları rutin aşağılamalar, üst araması, sorgulama, keyfi gözaltı… Gillo Pontecorvo’nun Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FLN) 1950’lerin ortalarındaki sömürgecilik karşıtı mücadelesini ve Fransız paraşütçü birliklerinin tepkisini anlatan Cezayir Savaşı (1966) filmindeki sahnelerin çoğu bugün Filistin’de canlandırılıyor.

Ancak Hamas’ın geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirdiği kanlı saldırının ardından İsrail Gazze Şeridi’ni yerle bir etmeye hazırlanırken filmi yeniden izlemek önemli bir ayrımı ortaya koyuyor. Cezayirli isyancı liderleri ortadan kaldırmaya dönük harekatın komutanı Albay Mathieu, çatışmanın nedenleri hakkında açıkça konuşuyor: “Sorun şu: FLN bizi Cezayir’den atmak istiyor, biz ise kalmak istiyoruz.” Koşulların Çinhindi’ndekine benzediğini söylüyor: işgalci bir güç ile isyancı bir güç, her birinin diğerini alt etmekte yapısal çıkarı var. Bu teşhis Mathieu’nun rakiplerine temel bir saygı göstermesini sağlıyor. Devrimci lider Larbi Ben M’hidi’nin tutarlı bir siyasi perspektife sahip olduğunu kabul etse de onu öldürmekten çekinmiyor.

Bunu İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın “Hayvanlara karşı savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz,” şeklindeki söylemiyle mukayese edin. Ya da Hamas’ın, komşularına tamamen “sebepsiz bir saldırı” başlatan kana susamış “teröristlerden” ya da “canavarlardan” başka bir şey olmadığı şeklindeki yaygın tasviriyle. Aradaki fark çok bariz. Mathieu, gerçek hayattaki General Marcel Bigeard’ı baz alarak, onun tarihteki yeri konusunda hiç tereddüt etmiyor: Arap topraklarını işgal eden ve yerli nüfusa boyun eğdiren biriydi. İsrail yönetimi ise bu rolün her türlü kabulünün altını çiziyor. Eylemlerini tanımlamak için kullanılabilecek ilgili benzetmeleri —sömürgecilik, apartheid— reddediyor ve bunun yerine devam eden savaşı soyut ahlaki terimlerle sunuyor: İsrail’in Almanya Büyükelçisi, “Bu barbarlığa karşı medeniyettir. Bu kötülere karşı iyilerin savaşıdır,” demişti. Böylece gerçeklikten metafiziğe geri çekiliyorlar.

Cezayir Savaşı’nın sanatsallığı, Batı basının çoğunun artık yenik düştüğü bu tür bir bağlamsızlaştırmaya izin vermemesinde yatıyor. FLN’nin taktiklerini güzelleştirmek için hiçbir çaba sarf edilmiyor. Patlayıcılarla dolu alışveriş sepetleri taşıyan üç kadını kentin zengin Fransız mahallesine, havaalanına, bir kafeye ve bir süt barına gönderdiklerini görüyoruz. Kamera her yerde ölmek üzere olanlara —dans eden çiftler, dondurma yiyen bir çocuk— odaklanıyor. Ortaya çıkan dehşetten kaçmıyor. Ama bunun kökenini de —Bir taş atımı ötede, yerli Cezayirlilerin sıkışık halde yaşadığı, temel hizmetlerden ya da düzgün bir istihdamdan yoksun, despot bir askeri rejim tarafından yönetilen Kasbah’ın durumunu— inkâr etmiyor. Sepetler yerleştirilirken, dörtnala koşan atlar ya da raylar üzerinde ilerleyen bir lokomotif gibi amansız, itici bir ritim duyuyoruz. Bu tarihin sesidir. Kadınları harekete geçiren, tahammül edilemez bir durumdan kaynaklanan güçtür.

Yine de Pontecorvo’nun filmi, tarihsel risklerinin farkında olan bir çatışmayı sahneliyorsa, sömürgecilerin belirli bir farkındalık eksikliğini de yakalıyor. Fransızlar, tebaaları hakkında temel bir cehaletten mustarip. Arap nüfusunu ırksallaştırılmış bir öteki haline getirdikten sonra, onları yönetecek kadar iyi anlayamadıklarını fark ediyorlar. Evrakları kontrol etmelerine, evleri aramalarına, sokağa çıkma yasağı koymalarına ve muhbirler kullanmalarına rağmen, hiçbir düzenleme ya da gözetim, direnişin filizlendiği yer olan ruhlarına nüfuz etmek için yeterli değil. Pek çok noktada Cezayirlileri Avrupalıların onları gördüğü gibi —dürbün merceklerinden, polis fotoğraflarından ve videolarından— görüyoruz. Bu perspektifin düzlüğü, siyasi iradelerinin derinliğiyle keskin bir tezat oluşturuyor.

Ordunun, sömürgecilik karşıtlığının basit bir “tenya” olduğu ve başının —FLN liderliğinin— ortadan kaldırıldığı anda yok olacağı varsayımı daha da kayıtsız. Filmin sonunda, Fransızlar önde gelen tüm isyancıları yok ediyorlar ama 1960’ta patlak veren halk ayaklanması, sokakları ordunun katledebileceğinden daha fazla protestocuyla doldurması ve iki yıl sonra bağımsızlığı kazanması karşısında gafil avlanıyorlar. Filmin kahramanları öldürüldüğünde, kitleler onların yerini alıyor ve anlatıyı sonuca ulaştırıyor.

Şimdi İsrail Gazze’ye kara harekâtı için asker yığarken benzer sorunlarla karşılaşması muhtemel; yani, yalnızca doğru istihbarat toplamanın ya da militanların saklandığı yerleri tespit etmenin zorluğu değil, aynı zamanda sürekli işgalin sürekli direnişe yol açtığı ve bir muhalif grubu yok etmenin diğerlerinin önünü açacağı kaçınılmaz hakikatiyle. Hamas’ın saldırısının Filistin davası açısından ters etki yaratıp yaratmayacağı konusunda ciddi görüş ayrılıkları var. Fakat sonuçlarından biri aşikâr; yazar Tareq Baconi’nin gözlemlediği üzere, “İsrail’in Filistinlileri sonsuza dek tecrit ederek güvenliğini sağlayabileceği fantezisi suya düştü.” Bu, “barbarlığa karşı medeniyet” retoriğinin beyhude bir şekilde gizlemeye çalıştığı hakikattir. İsrail, Cezayir Savaşı’nın gösterime girmesinin ardından halka açık gösterimini yasaklamıştı. Ancak filmden çıkarılacak tarihsel dersler bu kadar kolay göz ardı edilemez.

Çok Okunanlar

Exit mobile version