Çevirmenin notu: Petrol ve doğalgazın tüketim payının düşürülmesini amaçlayan “yeşil dönüşüm”, hidrokarbon ihracatçısı ülkeler için kötü haberdi. Bu dönüşüm, aynı zamanda elektrik üretiminde ve depolamasında kullanılan nadir toprak elementlerini daha da kıymetli hale getiriyor. Geçen yüzyılda petrol ve doğalgazın yükselmesiyle başına talih kuşu konanlar olmuştu. Önümüzdeki süreçte de lityum, kobalt, bakır ve alüminyum gibi madenleri elde edenler kazançlı çıkacak. Ancak bazı engeller de mevcut.
Temiz enerjiye geçiş yeni emtia süper güçlerini ortaya çıkaracak
The Economist — 26 Şubat 2023
Kimin kazanıp kimin kaybettiğine bakıyoruz
Rusya, şubat ayının ortalarında bariz biçimde kızılımsı tona sahip bir devrimin eşiğinde gibiydi. Oligark Alişer Usmanov, Sibirya’da bütün bir dağın tepesini kaldırmayı gerektiren bir bakır madeni olan Udokan’ı geliştiriyordu. Arktik tundradaki madencilik şirketi; kendi limanına, buzkıranına ve yüzen nükleer santraline ihtiyaç duyacak kadar uzakta olan rakip maden Kaz Minerals, Baymskaya’yı kurmak için gereken parayı toplamıştı. Projeler yüksek maliyetleri nedeniyle yıllardır bekletiliyordu. Ancak şebekelerden türbinlere kadar her şeyde kullanılan bakıra olan talebin artacağı beklentisi, kumral metalin fiyatlarını yükselterek madenleri geliştirilebilir hale getirdi.
Şimdi bakırın fiyatı daha da yüksek. Fakat projelerin başı dertte. İçeridekiler, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra Batı tarafından bloke edilen hayati yabancı ekipmanlar konusunda sıkıntı çektiklerini ve kara listeye alınan Rus bankalarından bekledikleri bütçeleri alamadıklarını söylüyorlar. Usmanov da yaptırımlarla karşı karşıya. Udokan’dan bir sözcü, “İş sürekliliğini sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz” diyor. Fakat maden, planlandığı gibi bu yıl üretime başlasa bile ürettiğini kimin satın alacağı belli değil. Yabancılar, hatta Çinliler bile Rusya’nın ürettiklerinden kaçıyor.
Dünya fosil yakıtlardan kurtuldukça daha temiz enerji kaynaklarına yönelmek zorunda. Resmi tahmin kuruluşu olan Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), dünyanın 2050 yılına kadar sıfır karbon olma yolunda ilerlemesi halinde 2020 yılında elektrik üretiminin yüzde 9’unu oluşturan rüzgâr ve güneş enerjisinin 2050 yılına kadar yüzde 70’e gelebileceğini öngörüyor. Bu da elektrikli araçlardan yenilenebilir enerjilere kadar her şeyin temelini oluşturan teknolojiler için hayati önem taşıyan kobalt, bakır ve nikel gibi metaller için talebin artacağı anlamına geliyor; IEA, bu tür çevre dostu metallerin pazar payının 2030 yılına kadar neredeyse yedi kat artacağı hesabını yapıyor. Fosil yakıt rezervleri gibi bu emtialar da eşit olmayan bir şekilde dağılmış durumda [Bkz. 1. grafik]. Bazı ülkelerde hiç yok. Diğerleri ise geniş yataklara sahip.
Metallere hücum edilmesi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kral Kömür’ü deviren petrol ve doğalgaz gümbürtüsü kadar büyük olmayacak. Ama geçmişle bazı benzerlikler var. 1940 ve 1970 yılları arasında zengin ülkelerin enerji arzında hidrokarbonların payı yüzde 26’dan yaklaşık yüzde 70’e yükseldi. Ortadoğu’da bir zamanlar marjinal olan ekonomiler, aşırı zengin petrol devletlerine dönüştü. 1970 ve 1980 yılları arasında Katar ve Suudi Arabistan’da kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla sırasıyla 12 ve 18 kat arttı. Bedevi köyleri yükselen kentler haline geldi, balıkçı yelkenlileri yerlerini süper tankerlere ve lüks yatlara bıraktı.
Bu kez geçiş, “yeşil emtia süper güçleri” adını verdiğimiz ülkelere rüzgâr getirecek. Birçoğu yoksul ekonomiler ve otokrasilerden oluşan bu kulübün 2040 yılına kadar enerjiyle alakalı metallerden yıllık 1,2 trilyon dolardan fazla gelir elde edebileceğini hesaplıyoruz.
Ancak bu fırsat, riskleri de beraberinde getiriyor. Rusya’daki sorunlu madencilik projelerinin de gösterdiği üzere büyük yatırımlar yerel koşulların ve jeopolitiğin kurbanı olabilir. Büyük rantlar iç piyasaları ve siyasi kurumları erozyona uğratabilir; elektrodolarla zenginleşen otokratlar sınırlarının ötesinde fesat çıkarabilir. Ticaret firması Trafigura’dan Saad Rahim, temiz yakıtlara geçişin “enerji geçişinden ziyade emtia geçişi” olduğunu söylüyor. Bu çalkantılı bir geçiş olacak.
Yeşil yükselme, uzun vadeli olarak yüksek emtia fiyatları dönemleri olarak bilinen bir başka “süper döngü” anlamına gelmiyor. Bu yüzyılın başlarında yaşanan bu türden son döngü, Çin’deki hızlı kentleşme ve sanayileşmeyle beslenmişti. Kaymak zengini iki ekonomi olan Brezilya ve Rusya’nın toplam reel GSYH’si 2000 ile 2014 yılları arasında üçte iki oranında büyüdü. Fakat bu yükseliş, büyük ölçüde tek başına Çin’den kaynaklandı. Ülkenin liderleri daha az fabrika ve konut inşa etmeye karar verince emtia devleri bundan zarar gördü. Buna rağmen yeşil dönüşüm, tek bir hükümetin değil birçok hükümetin kararlarından kaynaklanıyor. Ve dünyayı karbondan arındırmak muhtemelen on yıllar alacak.
Bir diğer büyük nüans da talep edilen malzemelerde yatıyor. Çin’in savurganlığı kömür, demir ve çelik yığınlarını tüketti. Yeşil yükseliş ise daha niş olan demir dışı metallere odaklanıyor. Bugün 600 milyar dolar olan toplam yıllık gelirleri, Çin’in tercih ettiği dökme malzemelerin sadece beşte birine denk geliyor. Önümüzde daha geniş bir büyüme olabilir.
Yeşil geçişten hangi emtia üreticilerinin kazançlı çıkacağı ve/veya kaybedeceğini anlamak için 2100 yılına kadar küresel ısınmanın 2 derecenin altında kalacağını varsayarak, 2040 yılında on “enerjiyle alakalı” emtianın kullanımı için basit bir senaryo oluşturuyoruz. Çeşitli endüstri kaynaklarından elde edilen verilere dayanarak elektriğe dayalı bir ekonomi inşa etmede kritik öneme sahip üç fosil yakıta [petrol, doğalgaz, kömür] ve yedi metale [alüminyum, kobalt, bakır, lityum, nikel, gümüş ve çinko] talep ve gelir öngörüyoruz. Fiyatların bugünkü yüksek seviyelerde kalacağını ve bunun da madencileri kullanılmayan yatakları işletmeye teşvik edeceğini ve üreticilerin 2040 yılındaki pazar payının bilinen rezervlerdeki payına paralel olduğunu varsayıyoruz.
Bulgularımız, dünyanın 2040 yılında enerjiyle alakalı kaynaklara bugünkünden daha az bağımlı olacağını gösteriyor; bunun en büyük nedeni geleceğin kaynakları olan rüzgâr ve güneş ışığının bedava olması. On emtiadan oluşan sepetimize yapılan toplam harcama, 2021’de küresel GSYH’nin yüzde 5,8’inden yüzde 3,4’üne düşüyor. Fosil yakıtlara yapılan harcamalar, küresel GSYH’ye oranla yarı yarıya düşüyor [ve doğalgaz olmasaydı daha da azalacaktı]. Yeşil metallerden elde edilen gelir daha düşük kalsa da GSYH’nin yüzde 0,5’inden yüzde 0,7’sine yükseliyor. Mutlak koşullarda neredeyse üç katına çıkıyor.
Enerjiyle alakalı emtiaların büyük üreticilerinin sayısı zaman içinde azalıyor; 2021’de bu rakamın 58 olması, 48’inin GSYH’lerinin yüzde 5’inden fazlasına denk gelen satışları cebe indirmesi anlamına geliyor [Bkz. 2. grafik]. Toplam harcamaların yarısından fazlası otokrasilere gidiyor.
Üreticileri, enerji ile alakalı on emtiadan elde ettikleri gelirlerde bugün ile 2040 arasında beklenen değişme göre üç grupta toplayabilirsiniz. İlk grup kazananlardan, yani yeşil süper güçlerden oluşuyor. Bu elektriğe bel bağlayan ülkeler, bazı müreffeh demokrasileri de içeriyor. Avustralya, örneğimizde yer alan her metalin hazinesine sahip. Şili, dünya lityum rezervlerinin yüzde 42’sine ve çoğu Atama çölünde bulunan bakır yataklarının dörtte birine ev sahipliği yapıyor. Diğerleri ise otokrasi. Kongo küresel kobalt rezervlerinin yüzde 46’sına sahip [ve bugün dünya üretiminin yüzde 70’ini karşılıyor]. Çin; alüminyum, bakır ve lityuma ev sahipliği yapıyor. Asya ve Latin Amerika’daki daha yoksul demokrasiler de turnayı gözünden vurabilir. Endonezya nikel dağlarının üzerine kurulu. Peru, dünyadaki gümüşün neredeyse dörtte birine sahip.
İkinci sepet, gelirleri sabit kalan ya da az düşen ülkeleri kapsıyor. İran, Irak ve Suudi Arabistan dahil Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) gideri az olan üyelerini ve Rusya’yı içeriyor. Petrol gelirleri azalsa da bugün yüzde 45 olan payları 2040 yılında yüzde 57’ye çıkacak. Amerika, Brezilya ve Kanada gibi diğer ülkeler fosil yakıt gelirlerini kaybetseler de geniş maden yataklarından faydalanabiliyorlar.
En çok kaybedenler gideri çok petrol ülkeleri. Kuzey Afrika [Cezayir ve Mısır], Sahraaltı Afrika [Angola ve Nijerya] ve Avrupa’daki [Britanya ve Norveç] pek çok petrol zengini ülke, gelirlerinin azaldığına şahit oluyor. Güney Sudan, Timor Leste ve Trinidad gibi küçük ülkeler de ağır darbe aldı. Bu sancı bazı Körfez ülkelerini de es geçmiyor; örneğin Bahreyn ve Katar’ın elde ettiği gelirler beşte bir ya da daha fazla azalıyor.
Yeni emtia süper güçlerinin ortaya çıkmasını ne engelleyebilir? Kilit unsur sermaye harcamaları. IEA’in tahminlerine göre geçen on yıl içinde faaliyete geçen büyük madenlerin inşası ortalama 16 yıl sürdü. Sektörün 2040 yılına kadar artan talebi karşılayabilmesi için yeni projelere şimdiden yatırım yapması gerekiyor. Gereken meblağlar büyük. Danışmanlık şirketi Wood Mackenzie’den Julian Kettle, 2040 yılına kadar yeşil metal arama ve üretimi (E&P) için 2 trilyon dolar harcanması gerektiğini düşünüyor. Son projeler, sadece bakır ve nikel çıkarmanın bile 2030’dan önce 250 ila 350 milyar dolar sermaye harcaması (capex) gerektireceğini gösteriyor.
Gazı köklemek
Harcamaların bir kısmı gerçekleşiyor. Maden üreticisi Anglo American, bakır üretimini 2030 yılına kadar yüzde 50 il 60 oranında artırmayı hedefliyor. Patronu Mark Cutifani, “Üzerimize düşeni yapacağız” diyor. Diğerlerinin çoğu bunu yapmayacak. 2010’ların ortasındaki emtia çöküşünden etkilenen madencilik devleri yatırımlarını azalttı. Yatırım bankası Liberum Capital, yıllık bakır üretim ve yatırım harcamalarının 2014’ten bu yana yarı yarıya azalarak 14 milyar dolara düştüğünü hesaplıyor. Fiyatlar yükseldikçe kârlar da artıyor. Fakat nakit yeniden dağıtılmak yerine yatırımcılara geri veriliyor. Girişim sermayesi şirketi Pala Investments’tan Stephen Gill, “Arz büyümesi neredeyse ayıp bir laf haline geldi” diyor.
Haddinden fazla harcama yapan sadece Çin var. Kongo’nun kobalt kuşağındaki Kolwezi’de yalınayak çocuklar tüm yabancıları “ni hao” diye seslenerek karşılıyor. Çinli gruplar, büyük ticari yatakların çoğunu ele geçirmiş halde; zanaatkar bir madenci olan Albert Abel, küçük madenlerin çoğunu da satın almalarından şikayetçi. Maceracı bir İsviçreli tüccar olan Glencore, ayağı yere basan tek Batılı firma. Çinli madenciler, Endonezya’da nikel çıkarmak için yağmur ormanlarını yok ediyor.
Yatırım harcamaları azlığı üç iç karartıcı sorunun neticesi: Sektörün sınırlı gücü, azalan yatırım getirileri ve artan siyasi risk. Sınırlı güç ile başlayalım. Madencilerin yirmi yıl boyunca harcaması gereken miktar, tipik bir petrol yatırım harcamasının sadece dört yılına eşdeğer olsa da nispeten küçük olan sektörün kapasitesinin ötesinde görünüyor. Büyük madenciler bile tek seferde sadece bir büyük projeyi finanse edebilir.
Bu durum, genelde büyük şirketleri temkinli olan halka açık piyasa yatırımcılarının ötesindeki sermaye sağlayıcılarından yararlanılarak çözülebilir. Bunlar arasında kıt mineralleri kullanan dikey entegre üreticiler de yer alabilir. Elektrikli otomobil üreticisi Tesla, Avustralya, Minnesota ve Yeni Kaledonya’daki madenlerin gelecekteki nikel üretimini satın alma sözü verdi. Özel sermaye şirketleri ve arzı güvence altına almakla görevli devlet destekli milli şampiyonlar da iştirak edebilir.
İkinci sorun ise maden yataklarının kalitesinin giderek kötüleşmesi. Udokan, bakır muhtevasının kayanın yüzde 1’inin üzerinde olan son potansiyel maden olduğunu söylüyor. Şili bakırının ortalama tenörü son 15 yılda yüzde 30 düşerek yüzde 0,7’ye geriledi. Düşük tenörler çıkarma ve işleme maliyetlerini [ve karbon emisyonlarını] artırıyor. Cutifani, “Bugün aynı kilo bakırı üretmek için 100 yıl öncesine göre 16 kat daha fazla enerji kullanıyoruz” diyor.
Burada inovasyon yardımcı olabilir. Geçen yıl bir başka maden şirketi BHP ve Norveç’in devlet destekli enerji şirketi Equinor, yeni yatakları bulmak için 20 milyon sayfalık devlet ve akademi arşivlerini tarayan bir yapay zekâ girişimine yatırım yaptı. Teknolojik atılımlar zamanla deniz tabanını keşfetmeyi kârlı hale bile getirebilir. Dünyanın 67 bin kilometre uzunluğundaki okyanus ortası sırtları fazla miktarda bakır, kobalt ve diğer mineralleri içeriyor. Bu da elektriğe dayalı ülkelere kazanç sağlayabilir: Fiji [yüzde 8] ve Norveç [yüzde 5,5] bu sırtlar üzerinde en fazla ekonomik hakka sahip ülkeler.
Ama inovasyon gelecekteki kârları da daha az net hale getiriyor. Madencilerin yatırım yapmak için ihtiyaç duydukları kalıcı yüksek fiyatlar, büyük alıcıları da en değerli metallere alternatifler aramaya teşvik eder. Tesla’nın pilleri yüzde 5’ten daha az kobalt içeriyor, bu oran yalnızca birkaç yıl önce üçte birdi. İnovasyon geri dönüşümü de kolaylaştırabilir. IEA, 2040 yılına kadar eski bataryalardan kobalt çıkarmanın toplam talebin yüzde 12’sini karşılamaya yardımcı olabileceğini düşünüyor.
Maden kavgaları
Belki de yatırımın önündeki en büyük riskin kaynağı siyaset. Maden çılgınlığı bazı yoksul ekonomileri bir gecede zengin edebilir. Hidrokarbonun başlara kondurduğu talih kuşu dahil yüzyıllardır var olan emtia patlamalarının öyküsü, bu kaynak nimetinin aynı zamanda bir lanet olabileceğini ve bunun da daha fazla yatırımı caydırabileceğini gösteriyor.
Devasa petrol rantları pek çok ülkeyi istikrarsızlaştırdı. Rakip gruplar zenginliği kontrol etmek için birbiriyle yarışıyor, eşitsizliği ve çekişmeyi körüklüyor. Büyük dolar girdileri yerel para birimlerini yükseltirken ihracatçıları eziyor. Yükseliş dönemlerindeki borç patlamaları, döngü tersine döndüğünde mali krizleri tetikliyor. Öfkeli halklar iç siyaseti daha da kırılgan hale getiriyor. Nijerya’yı ele alalım. 1965 yılında kakaodan kalaya kadar on farklı emtia ihraç ediyordu. Yirmi yıllık petrol keşiflerinin ardından petrol, ticari mal ihracatının yüzde 97’sini oluşturdu ve bu da siyasi istikrarsızlığı körükledi.
Şu anki endişe tarihin tekerrür etmesi. Bazı elektriğe dayalı ülkeler, talih kuşunu yönetmek için yetersiz donanıma sahip. Veri sağlayıcısı Global SWF’ye göre dünyadaki 96 emtia bağlantılı ulusal varlık fonunun çoğunluğu fosil yakıt satışlarıyla besleniyor; sadece yedi yeşil metal ihracatçısı kara gün fonu kuruldu. Bu fonlara büyük ihtiyaç duyulmasına rağmen metallere yapılan harcamaların çoğunun 2050 yılına kadar gerçekleşmesi bekleniyor, bu tarihten sonra talep alçalacak ve ihracatçılar daha zayıf olacağı dönemlerle karşı karşıya kalabilir.
İkramiye beklentisi bile devletleri firmalardan daha fazla rant elde etmeye teşvik edebilir. Bazı gerilimler şimdiden ortaya çıkmaya başladı. Dünyanın en büyük ikinci maden üreticisi Rio Tinto, Moğolistan’da uzun süredir askıda olan bir projeyi ancak hükümete verdiği 2,4 milyar dolarlık borcu silmeyi kabul ettikten sonra yeniden başlatabildi. Ocak ayında Sırbistan, büyük bir lityum madeni planına yönelik protestoların ardından firmanın arama izinlerini geri çekti. Peru’nun yeni solcu devlet başkanı vergileri artırmayı düşünüyor; en büyük bakır madenlerinden biri, kârdan pay talep eden yerel halk tarafından haftalarca abluka altında tutuldu. Şili yeni bir anayasa üzerinde çalışırken bakır ve lityumu kamulaştırmayı tartışıyor.
Bu istikrarsız ortam, yabancı firmaların kumar oynamaya değer bulması için metallerin daha da pahalanması gerekebileceğini gösteriyor. Şimdiye kadarki fiyat artışları bazı Batılı maden üreticilerini bir zamanlar keşfedilemeyecek kadar tehlikeli görülen sınırlara yöneltti bile. Kanadalı Barrick Gold, 20 Mart’ta Pakistan’ın İran ve Afganistan sınırındaki bir bakır madenine 10 milyar dolar yatırım yapmak üzere sözleşme imzaladı. BHP, Tanzanya’daki yatırımıyla Afrika’ya geri dönüyor.
Ama fiyatlar hala yeterince yüksek olmayabilir. Geçen yıl Glencore’un patronu Ivan Glasenberg, yeni arzı gerçekten teşvik etmek için bakırın tonunun bugünkü rekor seviye olan 10 bin dolardan 15 bin dolara çıkması gerekebileceğini söylemişti. Ancak fiyatlar ne kadar yükselirse, talebi azaltma ya da yerel politikaları daha da istikrarsız hale getirme riski de o kadar artar. Her iki durum da yatırımların tekrar durmasına neden olabilir.
Pek çok yeşil dev, iklim felaketini önlemeye yardımcı olabileceklerinin farkında. Şili’nin eski enerji bakanlarından Juan Carlos Jobet, “Madenciliği durdurursak emisyonları azaltamayız” diyor. Fakat süper güçlerinin farkına varmak için laneti bozmaları gerekecek.