DÜNYA BASINI

Foreign Affaris: İsrail, kendini güçlü değil zayıf hissettiği için sınırları zorluyor

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz İsrail’in İran ile gerilimde neden el yükselttiğini İsrail’in kendi iç dinamikleri ve güvenlik algısıyla açıklamaya çalışıyor. Analizin temel iddiası İsrail’in kendisini güvende hissetmediği için “çılgınca bir çabayla taktik avantajlar elde etmeye çalıştığı” yönünde. Ancak analiz İsrail’in taktiksel askeri zaferler elde etse bile güvende olamayacağını vurguluyor. Analize göre İsrail için “yalnızca Filistinlilerle kalıcı bir barış gerçek güvenliği sağlayabilir.”

***

İsrail neden gerilimi tırmandırmayı seçti?

Riskli suikastlar, caydırıcılığı yeniden sağlamak için umutsuz bir çaba

Dalia Dassa Kaye

İsrail ile Hamas arasında Gazze Şeridi’nde on aydır devam eden savaş, uzun süre önce yerel coğrafyasından çıkarak Orta Doğu’da tehlikeli askeri tırmanışları tetikledi: İsrail-Lübnan sınırında ölümcül çatışmalar, Kızıldeniz ve Tel Aviv’de Husi saldırıları, İran’a bağlı milislerin Irak ve Suriye’deki ABD güçlerine yönelik saldırıları ve hatta İsrail ile İran arasında doğrudan çatışmalar. Ardından geçen hafta 24 saat içinde İsrail, Hizbullah’ın Golan Tepeleri’ndeki roket saldırısına misilleme olarak Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından Fuad Şükrü’nün Beyrut’ta öldürülmesinin sorumluluğunu üstlendi ve Hamas’ın siyasi lideri İsmail Heniyye’nin Tahran’da öldürülmesinin arkasında da bu ülkenin olduğu varsayıldı. Bu iki darbe birçok gözlemcinin daha da yıkıcı bir bölgesel savaşın patlak vermesinden endişe duymasına neden oldu.

İsrail neden şimdi bu kadar riskli bir şekilde gerilimi tırmandırıyor? Şüphesiz, son saldırıları eşi benzeri görülmemiş saldırılar değil. Filistinli liderlere suikast düzenlemek konusunda kabarık bir sicili olan İsrail; Lübnan ve Suriye’de yüzlerce Hizbullah militanını öldürdü. İsrail ayrıca İran’ın derinliklerine nüfuz etmesini sağlayan istihbarat yeteneklerini de uzun süredir sergiliyor. Ve son on ay içinde yaşanan daha önceki gerilimler topyekûn bir bölgesel savaşa yol açmadı. Ancak nihai olarak gerilimin düşürülmesi ve kontrol altına alınması ihtimali kesinlikle garanti değil; herhangi bir devletin itidalden yana olan rasyonel hesapları sahadaki olaylarla aniden alt üst olabilir, yanlış hesaplamalara ve hatta daha geniş bir çatışmayı kışkırtmak için kasıtlı stratejik kararlara yol açabilir. İsrail’in son saldırılarının temposu ve niteliği, daha ciddi bir gerginlik riskini önemli ölçüde artırıyor. İsrail liderleri, şüphesiz Şükür ve Heniyye’nin arka arkaya öldürülmesinin ve öldürme yöntemlerinin İran’ın itibarını büyük ölçüde zedelediğinin ve bu durumun Tahran ile desteklediği diğer silahlı grupları misilleme yapmaya iteceğinin farkındalar.

Geçen haftaki suikastların Batı medyasında ele alınma, İsrail’in düşman topraklarının derinliklerinde askeri ve teknolojik açıdan sofistike saldırılar düzenleme kabiliyetini vurgulama eğilimindeydi. Bu tasvirler, 7 Ekim’deki utanç verici olaydan sonra İsrail ordusunun bir kez daha yenilmez olduğu izlenimini verebilir. Ancak bu yorum İsrail’in karşı karşıya olduğu zorlu gerçekleri yanlış okumakta. İsrail kendini güçlü hissettiği için değil, zayıf hissettiği için bölgesel eylemlerinde sınırları zorluyor olabilir. Temelde, kararlarında uzun vadeli stratejik hesapları çok dikkate almıyor. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısı caydırıcılık duruşuna yıkıcı bir darbe indirdi. Şimdi, daha büyük riskler almaya ve daha yüksek maliyetlere katlanmaya istekli olan İsrail, caydırıcılığı yeniden sağlamak için çılgınca bir çabayla taktik avantajlar elde etmeye çalışıyor.

Korku faktörü

İsrail’in şu anki hesaplarını anlamak için ülkenin ruh halinin 7 Ekim’den bu yana nasıl değiştiğini anlamak önemli. Hamas’ın saldırısından önce İsrail’in özgüveni zirveye ulaşmıştı. İsrail, Filistinlilerle olan anlaşmazlığını çözmese bile Arap devletlerinin kendisini kabul edeceğine ve İran ile müttefiklerini neredeyse hiçbir sonuçla karşılaşmadan ya da ABD’den aldığı desteği tehlikeye atmadan vurabileceğine inanmaya başlamıştı. Sonra, neredeyse bir gecede, bu özgüven yerini derin bir savunmasızlık hissine bıraktı. Haziran sonunda Tel Aviv’e yaptığım bir ziyarette, güvenlik uzmanları ve eski savunma ve istihbarat yetkilileri bana 7 Ekim’in İsrail’in gücüne dair önceki inançlarının çoğunu altüst ettiğini defalarca söylediler. Hamas’ın saldırısı İsraillilerin en temel varsayımlarını yıktı: askeri ve teknolojik üstünlüklerinin düşmanlarını caydırabileceği, duvarların ve tahkim edilmiş sınırların arkasında güven içinde yaşayabilecekleri ve Filistinlilerle barış yolunda büyük ilerlemeler kaydetmeden ekonomik olarak refaha kavuşabilecekleri. Şimdi ise, eski bir ulusal güvenlik yetkilisinin bana açıkça söylediği gibi, güvenlik kurumlarındaki pek çok kişi “İsrail’in o kadar da güçlü olmadığını” kabul ediyor.

Ulusal güvenlik alanında okuyan ya da çalışan pek çok İsrailli, 7 Ekim ve sonrasındaki büyük güvenlik başarısızlıkları nedeniyle kendi hükümetlerine öfkeli; ayrıca ülkeyi güvende tutmayı başaramayan liderlerin sorumlu tutulmamasına da kızgınlar. Hükümete karşı güvensizlik yaygın. Başbakan Binyamin Netanyahu temmuz ayında ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmada ayakta alkışlanmış olabilir. Ancak ulusal güvenlik danışmanı Tzachi Hanegbi, haftalar önce Herzliya’daki bir güvenlik konferansında tek kelime bile edemedi. Dinleyiciler onu yerden yere vurdu ve hükümeti İsrail’in güvenliğini ihmal etmekle ve hala Gazze’de tutulan rehineleri yüzüstü bırakmakla suçladı. İsrail içinde bile Netanyahu’nun kendi siyasi bekası için savaşı uzatıyor olabileceğine dair yaygın bir algı var.

Bu endişe ve öfke, İsrail’in ulusal güvenliğine yönelik somut iç zorlukları yansıtıyor. İsrail Savunma Kuvvetleri, Gazze’den Batı Şeria’ya, İsrail’in kuzeyine ve ötesine kadar pek çok cephede zor durumda. Netanyahu’nun 2023’ün ilk yarısında ülkenin yargısını yeniden yapılandırma girişimi, sivil liderler ile ordunun üst düzey komuta kademesi arasında ciddi çatlaklar yaratmıştı; Netanyahu’nun koalisyonunun baskısına yanıt olarak binlerce İsrailli yedek asker göreve gitmeyecekleri tehdidinde bulundu. Ordu, kendi safları ve hükümet safları da dahil, ülke içindeki aşırı uçlardan gelen benzeri görülmemiş tehditlerle karşı karşıya. Daha geçen hafta sağcı aktivistler ve siyasetçiler, Filistinli tutuklulara kötü muamelede bulunmakla suçlanan yedek askerlerin gözaltına alınmasını protesto etmek için İsrail ordusunun üslerinden birini bastı. Gazze’deki büyük can kaybı ve yıkım nedeniyle İsrail, uluslararası desteğini kaybediyor ve Lahey’deki yasal mahkemelerde, savaştaki tutumu ve Batı Şeria’da devam eden işgali nedeniyle mercek altında.

Nisan saldırıları

İran’ın Nisan ayındaki saldırısının İsrail üzerindeki etkisi de ülke dışında yeterince takdir edilmiyor. İsrail, İranlıların diplomatik bir alan olarak gördükleri Şam’daki bir tesiste Devrim Muhafızları personelini hedef aldığında açıkça yanlış hesap yaptı. İran topraklarından İsrail’e yüzlerce insansız hava aracı ve füze fırlatılmasıyla sonuçlanan benzeri görülmemiş, büyük ve doğrudan bir yanıtı beklemiyordu.

İsrailliler saldırıyı püskürten ABD öncülüğündeki sofistike ve koordineli savunmaya hayranlık duysalar da bu aynı zamanda onların kendine güvenen imajını da zedeledi. Her türlü zafer duygusu, İran’ın böylesine ciddi bir saldırıya kalkışmış olmasından duyulan kaygı ve bir sonraki saldırının bu kadar kolay püskürtülemeyebileceği endişesiyle gölgelendi. İsrailli analistler İsrail’in misillemesinden -İsfahan’daki bir İran askeri üssüne düzenlenen ve İran’ın hava savunmasını hedef alan sınırlı bir hava saldırısı- İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yakın yerler de dahil, İran içindeki hedefleri isabetli bir şekilde vurma kabiliyetini göstermesinden memnun oldular.

Ancak İsrailli savunma yetkilileri, ABD’nin tercih ettiği gibi inkâr yoluyla caydırıcılığa, yani düşman saldırılarının başarılı olamayacağına güvenmek konusunda kendilerini rahat hissetmiyorlar. Bu yetkililere göre, Nisan ayındaki İsrail savunması tam bir başarı değildi çünkü sonuçta koalisyon saldırıyı engelleyemedi; sadece zararı sınırladı. İsrailli savunma planlayıcıları, saldırıların sonuçları olacağını göstererek düşmanları caydırmayı tercih ediyorlar. Birçok İsrailli güvenlik analisti, İsrail’in bölgesel konumunun zayıflamasından endişe duyuyor; İran ve müttefiklerinin güç kazandığını ve İran’ın, konvansiyonel yollarla İsrail’i yeterince caydıramayacağına inanması durumunda, nükleer kapasitesini silahlandırma konusunda daha fazla teşvik duyacağından korkuyor. Eski bir ulusal güvenlik yetkilisinin ifadesiyle, İran “şampiyonlar ligine” ulaşmaya çalışırken ülkenin ikinci kademe statüsüne düşürüldüğüne inanıyorlar. Bir başka eski savunma yetkilisi bana, İsrail’in caydırıcılığını “daha önce hiç görülmemiş ölçüde” kaybettiğini söyledi. Yine de İsrail’in siyasi liderliği halkına ülkelerinin kazandığını söylemeye devam ediyor.

Nisan ayındaki İran saldırısı İsraillilerin Orta Doğu’nun “ruhunda” köklü bir değişiklik olduğu algısını derinleştirdi. Onlara göre İsrail’in düşmanları, artık ülkeyi yok etmenin gerçekçi bir hedef olduğunu düşünüyor. İsrail’in bölgedeki en gelişmiş askeri yeteneklere sahip ülke olduğu ve İran’a karşı mücadelesinde ABD ve diğer Batılı güçlerin güçlü desteğini almaya devam ettiği göz önüne alındığında bu endişe abartılı olabilir. Ancak aklı başında İsrailli analistler, ülkenin 1948’deki bağımsızlığından bu yana hissettiklerinden farklı olarak tanımladıkları bir varoluşsal tehdit hissettiklerini ifade ediyorlar. Ancak eski bir üst düzey yetkili, 1948’dekinin aksine İsrail’in, kurucu başbakanı David Ben-Gurion’un derslerine kulak asmadığını belirtiyor. Ben-Gurion, zayıflığı telafi etmenin en iyi yolunun toplumsal uyumu güçlendirmek, diplomatik ilişkileri derinleştirmek ve barışın peşinden gitmek olduğunu söylemişti. İsrail ise tüm cephelerde tam tersi yönde ilerliyor.

Zorlaşan yol

Ziyaretim sırasında eski bir hükümet yetkilisi bana “Zemin ayaklarımızın altından kayıyor” dedi. Bu bazı açılardan doğru; bazı açılardan ise bir algı, İsraillilerin 7 Ekim’den önce sahip oldukları aşırı özgüvenli imajın tam tersi. Ancak artan savunmasızlık algısı ve gerçekliği -ve İsraillilerin ABD’nin desteğini devam ettireceğine olan güveni- göz önüne alındığında, İsrail’in daha geniş bölgesel bir savaş riskini artırsa bile bölgede saldırgan bir duruş sergilemesi muhtemel. İsrail halkının 7 Ekim travmasından sonra riski kabullenme ve saldırgan eylemlere karşı iştahı da daha yüksek olabilir. İsrailli bir analistin bana söylediği gibi, “Artık her şey hayal edilebilir.”

Ancak İsrail herhangi bir siyasi strateji olmaksızın her şeyi göze alıyor. Caydırıcılığı yeniden tesis etmek için kaba askeri güce güvenmek ve siyasi ya da stratejik bir plan olmaksızın İran ve müttefikleriyle çatışmada el yükseltmesi, İsrailli askeri planlamacıları çok endişelendiren yeni bölgesel dinamikleri değiştirecek gibi görünmüyor. “Direniş ekseni” üyelerini caydırması da pek olası değil, zira onlar da beklenmedik şekillerde el yükseltebilir ve İsrail’i bir kez daha şaşırtabilir.

Gazze’deki savaşı sona erdirmek İsrail’in karşı karşıya olduğu ürkütücü tehditleri azaltmaya kesinlikle yardımcı olacaktır, ancak mevcut gerilimin bir ateşkes anlaşmasını veya İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını daha da kolaylaştırması pek olası değildir. Ancak Gazze çatışmasının sona ermesi bile İsrail’in daha büyük stratejik ikilemini nihai olarak çözmeyecek. İsrail hala Arap komşularıyla normalleşme anlaşmaları yaparak Orta Doğu’ya daha fazla entegre olmanın İran destekli aşırılık yanlısı grupları marjinalize edeceğine ve ülkeye yönelik düşmanlığı azaltacağına inanıyorsa, Filistinlilerle olan çatışmasının en temel varoluşsal tehdidini oluşturduğu gerçeğiyle yüzleşmeli. Etkileyici taktiksel askeri operasyonlar zafer yanılsaması yaratabilir, ancak yalnızca Filistinlilerle kalıcı bir barış gerçek güvenliği sağlayabilir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version