Kurucusu Samuel Huntington olan etkili Amerikan dış siyaset dergisi Foreign Policy’de (FP) dikkat çekici bir makale yayınlandı. Makalenin yazarları Rajan Menon ve Daniel R. DePetris, aynı zamanda ABD’nin ‘gerçekçi’ bir askeri ve dış ilişkiler stratejisi izlemesini savunan Defense Priorities’in de kadrosunda yer alıyor.
Makaledeki temel görüş şöyle özetlenebilir: AB liderleri, Kıta’nın kendi ayakları üzerinde durabileceğini ve Amerikalıların küresel polis rolünden vazgeçtiğini kabul edene kadar, Washington’a bağımlılık devam edecek.
Ukrayna savaşında Rusya’nın ‘yenilmez’ olmadığının ortaya çıktığını savunan yazarlar, buna rağmen Avrupa’da hâlâ ‘zorlu bir askeri güç’ olduğuna ilişkin görüşlerin baskın olduğunu ve buradan da ‘Avrupa’nın ABD olmadan kendini savunma kapasitesinden yoksun’ olduğuna dair yanlış fikrin ortaya çıktığını savunuyorlar.
Bu durumun, Soğuk Savaş’ta, Sovyetler Birliği varken geçerli olduğunu belirten Menon ve DePetris, günümüzde ise tamamen yanlış olduğunu iddia ediyor.
Ülkelerin askeri potansiyelini karşılaştırılırken kullanılan bazı metriklerin altını çizen yazarlar; GSYİH, nüfus, savunma harcamaları ve teknolojik ilerleme seviyesi gibi başlıkların, Rusya’nın 27 üyeli AB’den çok daha zayıf olduğunu gösterdiğini savunuyorlar. Rusya ekonomisi, SSCB’nin çözülmesinden bu yana hiçbir zaman AB’nin GSYİH’sinin yüzde 15’inden daha yükseğe çıkamadı. 2021 yılında Rusya’nın GSYİH’si 1,8 trilyon iken, AB’nin GSYİH’si 17 trilyon dolardı.
Teknolojide dünyada 44. olan ve nüfusu AB’nin toplam nüfusunun üçte biri olan Rusya, yazarlara göre, savaşın başında Rusya’ya karşı ABD’nin mücadelesinin anlaşılır ama süreç içinde Moskova’nın askeri gücü aşındı.
ABD, Britanya ve AB ülkelerinden destek alan Ukrayna’nın, 11 aylık savaşta Kızıl Ordu’nun Afganistan’daki kayıplarından çok daha fazlasını Rus ordusuna verdiğini savunan Menon ve DePetris, Rus güçlerinin de doğu ve güneyde savunma pozisyonuna çekildiğini öne sürdü.
“Avrupa’nın kaynaklar bakımından devasa avantajı söz konusu olduğunda, Rusya’ya karşı etkili bir savunma örgütlememesi için hiçbir neden yok,” diyen yazarlar devamında şu soruyu soruyor: “O halde Avrupa’yı bunu yapmaktan alıkoyan nedir?”
Yazarlara göre cevabın bir kısmı ABD siyasetinde ve Washington’ın dünyadaki rolünü nasıl gördüğünde yatıyor. İkinci Dünya Savaşının ardından ABD’nin Avrupalı müttefiklerine liderlik etmeye çalıştığını ve bu nedenle Yaşlı Kıta’dan gelen kendi kendine yeterlik girişimlerini engellediğini belirten FP katkıcıları, 1998 yılında Britanya ile Fransa’nın AB’nin askeri etkinliğini artırmak için başlattığı girişimin nasıl yarıda kaldığını hatırlatıyor.
ABD hükümetinin, güçlü bir Avrupa istediğini söylediği zaman ‘iki yüzlü’ olmadığını savunurken, ironik bir biçimde şunu ekliyorlar: “[ABD hükümeti] yalnızca Avrupalıların ABD korumasına bağımlı kalmasını istediklerini eklemeyi ihmal ediyorlar…”
NATO haricinde AB’nin savunma kapasitesinin artırılmasından Washington’ın pek hoşlanmadığını kaydeden yazarlar, ABD’lilerin NATO’dan alınıp AB’ye verilmesine yönelik itirazlarını hatırlatıyorlar.
Menon ve DePetris, “Ne de olsa, bir süper gücün dış koruyucunuz olacağına güvenebiliyorsanız ve savunmaya normalde yapacağınızdan daha az para harcıyorsanız, neden anlaşmayı kabul etmeyesiniz?” diye soruyor.
ABD-Avrupa güvenlik ilişkisinin gitgide gerçeklikten koptuğunu savunan yazarlar, Avrupa’nın ihtiyacı olan şeyin kaynak değil, siyasi irade ve kendine güven olduğunu düşünüyorlar.
Ufukta henüz bir değişim olmasa da, yazarlar yeni bir ABD-Avrupa güvenlik düzenlemesinin şu unsurlardan oluşabileceğini düşünüyor: Avrupa’daki müttefik NATO komutanının bir ABD’li ve bir Avrupalı arasında bölüştürülebilir; Avrupa, NATO’nın doğu kanadına asker yerleştirme konusunda tek sorumlu olabilir; Avrupa savunma harcamalarında sürdürülebilir bir artış; tekrarı önlemek ve karşılaştırmalı avantajlardan yararlanmak için silah üretiminde önemli ölçüde daha büyük bir pan-Avrupa işbirliği.