DÜNYA BASINI

FP: Jeopolitikanın geleceğine bu 6 ülke yön verecek

Yayınlanma

Cliff Kupchan, Foreign Policy

6 Haziran 2023

Geçtiğimiz hafta Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski Ukrayna adına neredeyse bir hafta Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde ve Japonya’nın Hiroşima şehrinde bulunarak, eşi görülmemiş temaslarda bulundu. Bu temaslardaki amacı Rusya’nın Ukrayna’daki savaşını kenardan oturup izleyen 4 kilit ülke Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Suudi Arabistan’ın desteklerini kazanmaktı. Bunun gibi Küresel Güneyin diğer baş aktörleri, şu ana kadar hiç olmadıkları kadar dünya arenasında söz sahibi. Yeni gelişen bu jeopolitik ağırlıklarının başlıca nedenleri ise: Devlet organlarının çokluğu, bölgeselleşmenin verdiği avantaj, ve ABD-Çin gerginliğinde kullandıkları kozlar.

Bu orta seviye güçler, İkinci Dünya Savaşından bu yana en kapsamlı devlet organlarına sahipler. Bunlar aynı zamanda ciddi ölçüde jeopolitik kozlara sahip ülkeler, ancak dünyanın en güçlü iki süper gücü olan Çin ve ABD’den çok daha güçsüz konuma sahipler. Bu grup aynı zamanda Küresel Kuzey’de Fransa, Almanya, Japonya, Rusya ve Güney Kore gibi birçok ülkeyi da kapsamaktadır. Rusya haricinde bu ülkeler farklı seviyelerde genelde ABD’ye yakın oldukları için, dünyada değişen güç dinamikleri veya kozlar hakkında pek aydınlatıcı olmazlar.

Çok daha ilginç olanlar ise, Küresel Güney’in altı baş aktörüdür: Brezilya, Hindistan, Endonezya, Suudi Arabistan, Güney Afrika ve Türkiye. Bu gibi salınımdaki Küresel Güney ülkeleri (swing states) iki süper güçle de bağlantılı olmadıkları gibi, yeni güç dinamikleri yaratmakta çok daha özgür davranabilirler. Bu ülkelerin tamamı G-20 üyesi olmakla beraber, jeopolitik ve jeoekonomik alanlarda oldukça aktiflerdir. Bu altılı aynı zamanda Küresel Güneydeki geniş kapsamlı jeopolitik trendlerde de barometre görevi görür.

Bu altı devletin öneminin artmasında birçok sebep bulunmaktadır, ancak bu sebepler iki ana kola ayrılabilir: uzun vadeli, tarihsel gelişmeler ve daha güncel global trendler. İlk kola baktığımızda, Soğuk Savaştan beri gelişen bazı olaylar bu güçlere uluslararası alanda çok daha kapsamlı organlar geliştirmelerine sebep olmuştur. Soğuk Savaş birbirine zıt blokların çok daha sert çizgilerle belirlenmesinde önemli bir paya sahipti, bu da günümüzün salınımdaki devletlerini bu kutuplara sıkıca çekmişti. Hemen ardından gelen tek kutuplu ABD dönemi, neredeyse tüm devletlerin Washington’a tam bağlılığını gerektiren bir ortam yarattı. Bugün ise Çin-ABD kutuplaşması çok daha zayıf bir halde, ve bu durum orta seviye güçler için çok daha fazla hareket özgürlüğü sunmakta.

İkinci olarak tarihsel kola baktığımızda: Son yirmi yılda dünyanın önemli alanlarda küreselleşmeden uzaklaşması, yeni jeopolitik ve jeoekonomik alanlarda farklı bölgesel ilişkilerin oluşmasına sebebiyet vermektedir. Salınımdaki ülkelerin tamamı bölgesel liderlerdir ve küresel güç bu bölgelere geri döndüğü için bu aktörlerin önemi de gittikçe artmaktadır. “Near-shoring”  (lojistik hatlarını uzak ülkelerden daha yakın komşulara geri çekme)ve “friend-shoring” (lojistik hatlarını rakip ülkelerden müttefik ülkelere aktarma) gibi süreçler, firmaları ve ticari ilişkileri Çin’den uzaklaştırıp çoğunlukla Küresel Güney’deki diğer bölgelere çekmiştir. Küresel Güney’deki bazı salınımdaki ülkeler, daha önce olduğundan çok daha işlek bölgesel ticari noktalara dönüşecektir. Bunun en iyi örneği olarak Hindistan’da bazı ABD firmaları üretim tesislerini burada kurup, lojistik hatlarını bu bölgeye yönlendirecek şekilde düzenlemektedir. Enerji pazarlarının da gittikçe bölgeselleşmesi, özellikle Suudi Arabistan’ın işine yaramaktadır. Benzer şekilde Suudilerin başkenti Riyad, bölgesel bir finans merkezi olarak öne çıkmaya başlamıştır. Ayrıca Uluslararası Para Fonu (IMF) de dünyanın giderek ayrıştığını belirtmekle, mantıksal olarak giderek ayrışan bir dünyada orta seviyedeki güçlerin giderek daha önemli bir rol oynayacaklarını öngörüyor.

Üçüncü olarak, Soğuk Savaş döneminde Hindistan ve Endonezya henüz yeni sömürgeci yöneticilerinden kurtulmuştular. Bu durum iki kutuplu dönemde onların küresel rollerini kısıtlayan bir etki yarattı. Bugün ise, bu altı salınımdaki ülke tamamen özerk aktörlerdir. Ama bu da Bağlantısızlar Hareketi’nin bir yeniden doğuşu gibi, ya da Küresel Güney’in domine ettiği pek gücü olmayan G-77 ya da BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) gibi örgütler nezdinde değerlendirilemez. Bu örgütler tamamen veya kısmi olarak ideolojik bir bağlantıya sahiplerdir, oysa söz ettiğimiz altılının böyle bir bağlantısı yoktur. Sözünü ettiğimiz bu ideolojik bağlantının eksikliği, dış siyasetlerinde çok daha sert geçişler içeren yaklaşımları yapabilmelerini uygun kılar, bu ise uluslararası meselelerdeki kümülatif etkilerini daha da arttırmaktadır.

Bu salınım ülkelerinin diğer itici güçleri, daha güncel küresel trendlerden gelmektedir. Salınım ülkelerinin sahip olduğu güç, özellikle de giderek ABD-Çin ilişkilerini tarif eden rekabet ve karşı karşıya gelmelerin yarattığı kozlarla, daha da artmaktadır. İki süper güç de salınımdaki ülkeleri kendi tarafına çekmeye çalışmakla birlikte, bu durum salınımdaki ülkelerin birbirlerini elemesinde de işe yaramaktadır. Örnek vermek gerekirse, Hindistan’ın gücü ve kozları, ABD’nin bölgedeki Çin gücünü dengelemek için kurduğu Dörtlü Güvenlik Diyaloğu’na (Quad) katıldığından bu yana ciddi ölçüde artmıştır. Öte yandan Brezilya ve Endonezya, Çin’in bu ülkelerdeki Lityum, Nikel ve Alüminyum gibi kritik maden anlaşmalarına karşı yoğun isteğinden oldukça olumlu faydalanmışlardır. Yakınlarda yapılan bir araştırmaya göre bu ülkeler belirli konularda ABD veya Çin’e yakın olsalar da, genel olarak ittifaklarında çok daha dengeli bir tutum sergilemektedirler. Şimdilik çoğu alanda iki büyük gücün birbirini elemeye çalıştığı bu oyunda rahatlıkla hareket edebilmektedirler. Yarı iletkenler, yapay zeka, kuantum teknolojisi, 5G iletişim ağı ve biyoteknoloji gibi alanlar, orta seviye güçlerin ABD veya Çin arasında ticari bir seçim yapma zorunluluğu olduğu sayılı temel teknoloji alanlarıdır.

Yine benzer şekilde, Küresel Güney’in salınım ülkeleri, uluslararası iklim politikalarında, büyük ve gelişen ekonomileri sayesinde büyük bir koza sahiptirler. Bu devletlerin de katılımı olmadan kirlilik ve iklim etkileri gibi sorunlarda çözüm bulunamamaktadır. Karbon pazarları, bu ülkelerin karbon salınımlarına bakmaksızın giderek kaynaklarını bu orta seviye güçlere aktarmaktadır, çünkü Batılı şirketler net-sıfır politikalarını yakalayabilmek için bu ülkelerden telafi sağlama ihtiyacı vardır. Daha kapsamlı konuşmak gerekirse, ormanların tahribatı ve karbon salınımını azaltma gibi konulardaki siyasetlerde salınımdaki ülkelerin yapıcı katılımları gerekmektedir –Brezilya ve Endonezya’da orman tahribatı konusunda ve Hindistan ve Endonezya için özellikle kömür kaynaklı karbon salınımını azaltma konusunda- . Son olarak Adil Enerji Dönüşümü Ortaklıkları (JETPs) iklim konularının finansmanında

Bu altı salınımdaki devlet, Ukrayna’daki savaşın merceklerini sabitlemede ve uygulanan yaptırımlarda da önemli bir rol oynadı. En başından beri Batı’nın Ukrayna’ya yaptığı yardımlara veya Rusya’ya uyguladığı yaptırımlarda hizalanmayı reddettiler. Bu ülkeler savaşın küresel güvenliğe değil sadece Avrupa güvenliğine etkisi olduğuna inanmakla beraber milli çıkarları için kalkınma, borçlar idaresi, gıda ve enerji güvenliği gibi alanlarda da bir hamle teşkil etmemektedir.

Ancak belki de bu devletlerin savaştaki en büyük etkileri, Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara karşı durma -hatta yer yer altını oyma- doğrultusundaki iradeleridir. Türkiye çift kullanımı olan varlıkların Rusya’ya yüksek miktarda akışını sağlayarak, Batı yaptırımlarını ruhen hatta fiilen ihlal eden birkaç ülkeden birisidir. Bu sebepten ötürü ABD daha önceden dört Türk firmasına yaptırım uygulamış durumdaydı. Diğer orta seviye güçler ise fazlasıyla tarafsız kalıp, Güney Afrika’nın Rusya’ya bir meyili gözlenmektedir. Altılının tamamı savaşın başından bu yana Rusya ile olan ticaretlerini ve diğer ilişkilerini ya korudular ya da artırdılar.

IMF Rusya ekonomisinin bu sene yüzde 0,7 büyüme yaşayacağını öngörmekle –Batının umduğu mahvedici etkiler neredeyse gözükmemektedir- . Salınımdaki devletler yaptırımların etkisinin azaltılmasında çok büyük yardım sunmuştur ve sunmaya devam edeceklerdir. Bu durum da, Kremlin’in ticaretini doğuya ve güneye kaydırarak geçinebileceğine inanmasının yegâne sebebidir.

Küresel Güney’in orta seviye güçleri aynı zamanda arabuluculuk faaliyetlerinde de kozlarını arttırmıştır. Türkiye Ukrayna’daki savaşta tek başına en büyük dış aktör olarak yer alıyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tahıl anlaşmalarında kilit bir müzakereci olup, savaşın başlarında barış diyaloğunda katkılar sunarak, gelecekte tarafların isteği doğrultusunda tekrar barış için diyaloga uygun bir konumda durmaktadır. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva ise kendi atılımıyla ortaya çıkmıştır. Hindistan ise ileride gerçekleşebilecek bir barış görüşmesinde arabuluculuk rolünü daha sessiz bir şekilde beklemektedir. Bu devletler şu an diğer küresel çatışmalarda da arabuluculuk yapmak için uygun bir konumdadırlar. Bu konuda Hindistan’ın konumlanması, Şubat ayı itibariyle Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün aktif personelinin yaklaşık yüzde sekizini oluşturduğu için, özellikle sağlamdır. Endonezya ve Güney Afrika da hem arabulucu rolüyle hem de Barış Gücü olarak, oldukça aktif rollere sahiplerdir.

Son olarak, bilim ve mühendislik uzmanları gelecekte olası bir nükleer silahlanmanın muhtemelen bir Küresel Güney ülkesinde gerçekleşebileceğini öngörüyor. Öte yandan bu durum yakın gelecekte hiç olası gözükmemekle birlikte, nükleer silahlanmanın en olası gerçekleşeceği Suudi Arabistan-İran rekabetinde dahi İran’ın Suudilerle bir uzlaşması söz konusudur. Saklı bir nükleer güce –kısa süre içerisinde nükleer bir bomba yapabilecek- dönüşmesine yalnızca birkaç teknolojik adım kalmıştır. Riyad ile ilişkilerin suya düşmesi ve İran’ın hızla bir bomba çıkartması senaryosunda da, Suudiler ve Türkler de aynı arayışa gireceklerdir. İşte bu yüzden Suudiler İsrail ile diplomatik ilişkiler kurulmasının karşılığında birkaç diğer tavizle birlikte ABD’den nükleer silahları bizzat istemese de, nükleer bir şemsiye ile koruma talep etmektedir.

BRICS ülkelerine Batı karşısında denge güç olarak gösterilen yoğun ilgi, Küresel Güney’in asıl ilginç tarafını örtmektedir. Zira Çin ve Rusya’nın BRICS üyesi olması salınımdaki ülkelerin bu kritik yükselişlerini gizlemektedir.

Çin ve Rusya BRICS’i ve bu yolla Küresel Güney’i genişletmeyi hedeflemektedir, ve bu durum değinilmesi gereken çok ciddi bir tehdittir.

Çin bugün iki kutuplu dünyanın büyük güçlerinden birisidir. Çin’i Küresel Güney’in bir parçası olarak görmek hayli zordur, zira Çin’in ekonomik gücü ve kapsamlı jeopolitik emelleri onu farklı bir kategoriye sokmaktadır. Rusya orta seviye bir güçtür ancak, güç kaybına uğramaktadır. Ayrıca dünyaya yaklaşımı, diğer Küresel Güney salınım ülkelerinin aksine, oldukça hiper-revizyonisttir. Bu yüzden jeopolitik olarak en aktif iki BRICS üyesini açıklayabilmek için, salınım ülkelerini önüne katmaya çalışmaktan daha farklı bir mantık gerekmektedir.

Bununla birlikte Çin’in yönlendireceği BRICS’in daha resmi bir şekilde Küresel Güney’i temsil edip etmeyeceği de hala bir soru olarak kalmaktadır. Bu doğrultu, özellikle de 19 yeni ülkenin katılmayı istemesiyle de, Batı’ya doğrudan bir sıkıntı oluşturmaktadır. Ancak bu sıkıntının gerçekleşmesi pek muhtemel değildir. Hindistan Çin’in bu grubu yönlendirmesine hummalı bir şekilde karşı duracak etkili bir üyedir. Suudi Arabistan, Brezilya, Türkiye (NATO üyesi), Hindistan ve Güney Afrika güvenlik ve ticaret alanlarında ABD ve diğer Batılı ülkeler ile ciddi ilişkilere sahip ülkelerdir. Bu ülkeler ABD’den uzaklaşmış olsalar da, bu durum Çin’in başkanlık ve Rusya’nın yardımcılık ettiği aktif bir şekilde ABD’ye karşı duran bir örgüte katılmaktan çok daha farklıdır. BRICS ortak bir amaç ortaya koymayı henüz başaramadığı için, bu grubu Çin’in yönlendirebilmesi için gereken kurumsal güç bulunmamaktadır. Son olarak da BRICS bir konsensüs temeli ile işlemektedir, bu da kendi amaçları için yeni üye kabulünde konsensüsü daha da zorlaştıracaktır.

Kimileri bu altı salınımdaki ülkeye dikkat edilmesi gerektiği fikrine katılmayabilir. Nihayetinde bu ülkeler hala gelişmekte olan pazarlar ve son yıllar küresel ekonominin bu kısımlarına pek merhametli davranmadı. Hindistan harici salınımdaki ülkeler beklenen büyüme rakamlarını yakalayamadı. Bu grup hala hukukun üstünlüğünü benimsemiş kurumlar geliştirmede geri kalmış durumdadır. Yapay zeka da dahil olarak teknolojik devrimler, Küresel Güney’in yapay zekanın üretim gücüyle baş edebilecek yeteri kadar kaynağının olmaması nedeniyle bu bölgeyi, gelişmiş endüstriyel demokrasilerden daha sert vuracaktır. Dahası, her ne kadar salınımdaki devletlerin iklim hedeflerinde ciddi kozları bulunsa da, iklim kaynaklı etkiler bu devletlerden bazılarına çok ciddi miktarda tahribat ve sorunlara sebep olacaktır.

Ancak her şeyi toplayacak olursak, bu güçlerin jeopolitik olarak güçlendikleri ve daha da güçlenecekleri fikri daha kuvvetlidir. Dünyadaki en kuvvetli küresel trendlerden koz elde edebilmektedirler ve yeni güçlerinin de beyanatı oldukça açık bir şekilde bulunmaktadır.

Buradaki en önemli siyasi ima, ABD’nin küresel güç dengelerinde ciddi bir zayıflamaya uğramaması için, bu altılıya karşı elini güçlendirmesidir. Özellikle de Rusya-Ukrayna Savaşı veya Çin ile olan rekabet gibi konularda bu salınım devletlerinin ABD ile aynı hizada bulunmayı reddetmesiyle, bu ülkelerin çoğu çoktan uzaklaşmaya başlamıştır. Genişletilmiş bir BRICS’in Rusya-Çin tarafından yönlendirilmesi, -ve sonrasında Küresel Güney’in aynı şekilde yönlendirilmesi-, gerçek bir tehdittir ve değinilmesi elzemdir.

Washington’un sadece bu altı ülkeye ayrı ayrı olarak değil, tüm Küresel Güney’e genel bir iyi geliştirilmiş diplomatik strateji edinmesi gerekmektedir. Salınımdaki devletlerin birçoğunu G7 zirvesine davet etmek oldukça başarılı bir başlangıç olsa da, çok daha fazlası gerekmektedir. Daha iyi bir strateji önemli ABD’li diplomatların daha üst mertebeden yapacakları ziyaretlerle başlamalıdır. Daha iyi geliştirilmiş bir siyaset aynı şekilde ABD pazarının kabuğunu kıracak daha hassas bir ticari stratejiyle de başlamalıdır. Daha kapsamlı konuşmak gerekirse, ABD bu altı salınımdaki devletin ve Küresel Güney’in ABD’nin aldığı önemli kararlarda vereceği tepkileri daha iyi kestirebilmesi gerekmektedir. Örneğin, Batılı siyasetlerin Rusya’nın savaşında aldığı kararlardaki ölçüsünün Küresel Güney’de bir uzaklaşma yaratması Washington’u oldukça habersiz yakalayan bir gelişmeydi. İşgalin başladığı Şubat 2022’den beri ABD bir kovalamaca oyunu oynamakta ve onda dahi başarılı olamamaktadır. Buna benzer bir önsezi yeteneği, Küresel Güney’in üst düzey duygu ve düşüncelerini daha kapsamlı anlamayı da gerektirecektir.

İkinci olarak, ABD-Çin gerilimi aniden Soğuk Savaş benzeri bir karşılaşmaya dönüşürse, bu salınımdaki devletlerin ve nihayetin tüm orta seviye güçlerin güçleri ve kozları büyük zarar görecektir. Ayrışma daha da genişleyecek ve bu salınım devletleri o ya da bu şekilde bir tarafı seçmek zorunda bırakılacaktır.

Son olarak, salınımdaki devletlerin yükselişiyle birlikte, şimdiye kadar hiç olmamış sayıda çok ülkenin jeopolitik sonuçlarda kozları mevcuttur. Bu devletler arasında kendi çıkarlarını gözetmek dışında hiçbir davranışsal örüntü bulunmamaktadır. Bugün neredeyse bütün jeopolitik mevzularda daha fazla sayıda itici güç bulunmaktadır. Bu da zaten oldukça endişe verici jeopolitik sonuçların daha da çetin bir hale gelmesini sağlamaktadır.

Çeviren: Eren Türker Tek

Çok Okunanlar

Exit mobile version