GÖRÜŞ

Hindistan zayıf bir büyük güçten güçlü bir büyük güç olma yolunda

Yayınlanma

Bu yıl Hindistan’ın dünya politikasında parlaması için bir şans yılıydı. Ve kendi de bu konuda oldukça iddialıydı. Büyük güç politikalarının öğütüldüğü bir ortamda hem dünya ekonomik üretiminin yüzde 85’ini, dünya ticaretinin yüzde 75’ini ve dünya nüfusunun üçte ikisini temsil eden Yirmiler Grubu G20’nin (artık Yirmi Birler Grubu G21 demeliyiz) hem de dünya ekonomisinin üçte birini ve dünya nüfusunun yarısını temsil eden Şanghay İşbirliği Örgütü ŞİÖ’nün dönem başkanlığını üstlendi.

Rusya-Ukrayna savaşından kaynaklanan jeopolitik gerilimler, yıkıcı Kovid salgını ve Hindistan’ın da güçlü bir sesi olacağını iddia ettiği ve artan büyük güçler bölünmesi ile azalan tek kutupluluk ortamının jeopolitik bir gerçeği olan Küresel Güney’in yeniden canlanması nedeniyle dünya zaten oldukça kırılgan bir dönemden geçiyor. Tüm bunlar aslında Hindistan’ın kontrolü dışındaki faktörler. Dolayısıyla mantıklı olan beklentileri yumuşak tutmaktı. Ancak öyle olmadı. Hindistan’ın şu ana dek istikrarlı ilerleyen popülist Modi iktidarı ve olağanüstü bir hızda ekonomik büyüme ile artan özgüveni, onu sorunlu bir sömürge sonrası toplumdan ciddi bir jeopolitik oyuncuya geçişi göstermek idealine itti. Çok kutuplu dünya politikasında Hindistan kendini yakın geleceğin süper güçlerinden biri olarak görüyor ve tüm azimli çabası kendince haklı ve gecikmiş bu ideali gerçekleştirmekle güdümlü. Hindistan’ın dünya politikasında söz sahibi olabileceği senaryosu çok açık bir gerçek; ancak günümüzün yükselen büyük gücü, yani orta güçlerin en güçlü, büyük güçlerin ise en zayıf olanı. Ve süper güç olduğu bir senaryo imkânsız olmasa da çok uzun soluklu bir süreci gerektiriyor ya da öngörülebilir gelecekte imkânsız çünkü Çin’i aşmak kadar, ABD ile bir tür eşit hegemonya gücüne veya algısına ulaşmayı gerektirecektir.

Nisan ayında Hindistan, nüfusu 300 yıldan fazla bir süredir dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’in nüfusunu resmen aşarak, dünyanın en kalabalık ülkesi oldu. Çin’in küçülen ve hızla yaşlanan nüfusu karşısında ortalama yaşının 28 olması ile dünyanın en genç ülkelerinden biri olan Hindistan büyük bir demografik kazanç elde etmeye hazırlanıyor; ancak Hindistan’ın büyük bir dünya gücü olarak ortaya çıkmasının arkasındaki asıl itici güç, hızlı ekonomik büyümesidir. Hindistan ekonomisi 2021-22’de Birleşik Krallık’ı geride bırakarak, Almanya, Japonya, Çin ve ABD’nin ardından beşinci büyük ekonomi haline geldi ve sadece on yıl içinde ABD ve Çin’in ardından üçüncü büyük ekonomi olmaya hazırlanıyor; ancak yine de yaklaşık beş kat daha büyük olan Çin’den çok daha küçük. 23 Ağustos itibarıyla ABD, Çin ve eski Sovyetler Birliği’nin ardından Ay’da yürüyüşe çıkan dördüncü; Ay’ın zorlu güney kutbuna başarıyla uzay aracı indiren ilk ülke oldu. Ancak olağanüstü bir ekonomik büyüme elde etmiş, iddialı bir altyapı ve kalkınma başarısı göstermiş ve bilimsel ve teknolojik alanda ilerleme kaydetmiş olsa dahi yine de yüksek düzeyde yoksulluk söz konusu ve ekonomik büyümeyi destekleyecek bilim ve teknolojiyi geliştirme konusunda yetersiz kalıyor.

Bireysel olarak Hindistan dünya politikasında parlayan bir yıldız. Ancak dünya politikasının ortak paydadaki tablosu bambaşka bir konu. Hindistan artık dünyanın en kalabalık ülkesi ve hızla büyüyen büyük ekonomisidir ve son başarılı ay misyonuyla Hindistan’ın dünya sahnesindeki prestiji daha da arttı. Yeni Delhi, Avrasya savaşını ustalıkla yönetti ve ABD-Çin rekabetini ustalıkla kendi avantajına kullandı. Kapsayıcı yaklaşımı sayesinde çoğu ülke Hindistan liderliğindeki projelere katılma seçeneklerini araştırırken Hindistan her tarafta ortaklıktan keyif alıyor. Ancak çok yönlü ortaklık diplomasinin ustaca bileşimi karmaşık ve zorlayıcı soruları gündeme getiriyor. Örneğin, Güneydoğu Asya’da, komşu Kuzeydoğu devletlerinde güvenliğin artırılmasına yönelik pratik kaygılar nedeniyle Hindistan’ın Myanmar cuntasıyla ilişkisi, Güneydoğu Asya Uluslar Birliği ASEAN’ın bu ilişkiye girmeme veya rejimi herhangi bir biçimde normalleştirmeme yönündeki pozisyonunu baltalıyor. Batı Asya’da, Çin ve Rusya ile güvenlik anlaşmasının bir parçası olan İran ile samimi bir ortaklığı paylaşırken aynı zamanda ABD ve İsrail ile de yakın bağlarını güçlendiriyor. Ya da Ermenistan ve Yunanistan ile yakınlaşırken bölgenin tartışmasız anahtarı olan Türkiye’yi es geçiyormuş gibi davranıyor. Yeni Delhi’nin Batılı ortakları ve Rusya ile olan dostluğu ve Çin ve Pakistan ile gergin jeopolitik ilişkileri ile beraber, Çin-Rusya yakınlaşması ve her koşula uygun Çin-Pakistan dostluğunun denklemi, en hafif deyişle karmaşıktır.

Dolayısıyla sürekli olarak bir soru ortaya çıkıyor: Hindistan gerçekte nerede duruyor? Ve sürekli olarak dile getirilmeyen bir beklenti oluşuyor: Hindistan’ın, ABD ile müttefiklerinin yer aldığı cephe ile Çin ve Rusya’nın yer aldığı cephe arasında bir seçim yapması bekleniyor. Ancak Yeni Delhi’deki politika yapıcıların stratejik düşüncesinde yer alan anlayış: Bütün büyük güçler diğer güçlerle anlaşır ve kimseyle bağlarını koparmazlar. Yeni Delhi Çin faktörünü çoğunlukla ŞİÖ çatısı üzerinden Rusya’nın yardımıyla yönetmek istiyordu. Veya geniş çapta ABD’nin yardımıyla süper güç idealini gerçekleştirmeyi umuyor. Ancak bu aynı zamanda Washington’ın yörüngesine girme riskini de taşıyor. Neyse ki Yeni Delhi bunun farkında ve Batı ile resmi askeri ittifaklara girme senaryosu öngörülebilir gelecekte beklenen bir senaryo değil. Bana göre Hindistan, içinde bulunduğumuz konjonktürün en şanslı ülkesi. Ama bugün yaptığı şey ince buz üzerinde yürümek gibi.

Hindistan bir yanda ABD’nin başını çektiği Dörtlü Güvenlik Diyaloğu Quad’ın, diğer yanda çoğunlukla Çin (ve Rusya) ile ilgili olan ŞİÖ ve BRICS’in bir parçası. Yükselen büyük bir güç olarak Yeni Delhi’nin jeopolitik ve jeo-ekonomik çıkarlarını takip edebilmesi için çeşitli çok taraflı forumlara erişim hayati önem taşıyor. Hindistan için ŞİÖ’ye katılma kararı şu mantığa dayanıyordu: Avrasya politikalarında mümkün olduğu kadar erişim ve avantaj elde etmek; yani ŞİÖ’ye (ve BRICS’e) katılımı doğrudan çıkarların yakınlaşmasından değil, hesapladığı uzun soluklu başarı sürecinde küçük bir adım atmak düşüncesinden kaynaklanıyordu. İddialı ŞİÖ başkanlığında Hindistan 134 etkinliğe ev sahipliği yaptı ve temmuz ayının başlarında Hindistan’ın ev sahipliğiyle düzenlenen 23. ŞİÖ Zirvesi ile İran’a tam üye statüsü verilirken Yeni Delhi bir sonraki başkanlık dönemi için bayrağı Kazakistan’a devretti. Radikalleşmeye karşı koyma ve dijital dönüşüm konularındaki fikir birliği, bölünmüş bir forumda makul kazanımları yansıtıyor; ancak Hindistan daha kapsayıcı bir bölgesel büyüme için ŞİÖ’yü modernleştirme niyetinde başarısız oldu. Bunun yerine ŞİÖ daha çok Çin, Rusya ve Hindistan arasındaki hassas dengede duran iç içe geçmiş karmaşık denklem ile idare edilmeye devam edecek gibi görünüyor.

Hindistan için bir ilk olan ve bu hafta sonu gerçekleşen 18. G20 Zirvesi ile sezonun finalini yapan Başbakan Modi, dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinin liderlerini (en azından çoğunu) ağırlamak gibi hayati bir görevi üstlendi. Yeni Delhi, G20 başkanlığı sırasında 60’tan fazla destinasyonda 220 toplantı gerçekleştirdi ve hiçbir ülkenin G20 etkinliklerini Hindistan kadar ülkenin her bölgesine taşımadığını söylemek haksızlık olmaz. Şubat ayının sonlarında bir G20 toplantısında konuşan Dışişleri Bakanı Jaishankar şunları söylemişti: “Hindistan’ın G20 başkanlığı uluslararası ilişkilerde zor bir anda özel bir sorumluluktur…Hindistan’ın bu bir yılda yapabileceği ve muhtemelen yapacağı şey, dünya politikasında önemli bir fark yaratmak…Hindistan yerini yeniden kazanan bir uygarlık devletidir.” Hindistan’ın dünyanın en eski uygarlıklarından biri olduğunu ve zeki bir çabayla eski yerini yeniden kazanmaya başladığını söylemek yanlış olmaz. Ancak dünya politikasında önemli bir fark yaratmak Hindistan için henüz çok uzak bir ufuk.

Hindistan’ın iddialı birleştirici başkanlık teması dünyanın tek aile olduğu anlamına gelen “Vasudhaiva Kutumbakam” idi, ancak Rusya ve Çin Devlet Başkanları G20 Zirvesi’ni es geçti; Moskova’nın nedeni Ukrayna çatışması iken Pekin herhangi bir gerekçe dahi göstermedi. Ve bu, Hindistan’ı baltalama girişimi ve yükselen bir süper gücün Hindistan’a “yerini” göstermeye çalışması olarak algılandı. Bu aynı zamanda Yeni Delhi’nin ŞİÖ zirvesini neden sanal formatta tuttuğunu da açıklıyor. Ancak Hindistan başarılı bir G20 Zirvesi ev sahibi oldu. Zirvenin en önemli iki sonucundan biri olan ve Türkiye’nin Karadeniz tahıl anlaşmasına yönelik çabalarını da takdirle karşılayan Delhi Deklarasyonu, Ukrayna dilinin yumuşatılmasının ardından kabul edildi. Diğer taraftan Hindistan, Modi’nin “Afrika önceliklidir” sözleriyle yansıttığı G20 üyeliğinin Afrika Birliği’ni de kapsayacak şekilde genişletilmesi hedefine ulaştı. Bu, Hindistan için sembolik ve psikolojik bir zaferdir. Dolayısıyla artık G20 değil, G21 demeliyiz.

Yeni Delhi kendisini gelişmiş ve gelişmekte olan dünya arasında bir köprü olarak konumlandırıyor. Batı çıkarlarını Küresel Güney’in kalkınma gündemiyle uzlaştırmak, Yeni Delhi’nin kendisini hazırlamakta olduğu roldür. Bu nedenledir ki Jaishankar, Hindistan’ı “Güney Batılı” bir güç olarak tanımlıyor. Ancak Hindistan’ın öncelikli kaygısı Çin’in domine ettiği tek kutuplu Asya’dır. Giderek istikrarsızlaşan komşuluğu dikkate alındığında Hindistan’ın dünyanın üçüncü en büyük savunma bütçesine sahip olması sürpriz olmamalı. Şayet Washington’ın Çin-Hindistan sınır kavgası hakkında yorum dahi yapmaktan kaçınması Yeni Delhi’nin kendi savunmasından sorumlu olduğuna dair açık bir sinyal idiyse, Hindistan’ın ABD yörüngesine girme veya Batı ittifakı yapma konusundaki olağanüstü direnme çabası da sürpriz olmamalı. Çin faktörü Washington-Delhi ilişkileri için katalizör olsa da bu ikili ilişkinin temeli kendi özüne dayanır. Bir ülkenin gelecekteki büyümesi kendisini dış tehditlere karşı savunma becerisine bağlıdır. Modi döneminde Hindistan dünya sahnesinde parlayan bir yıldız gibi yeniden canlansa da geleceği aynı zamanda politik istikrarı ile hızlı ekonomik büyümeyi ve dış politikasını sürdürme becerisine bağlı. Ayrıca çok dile getirilmeyen iç dinamiklerine bağlı; iç ekonomik zorlukları, ticari korumacılığa doğru kayan ekonomi politikası ile nitelikli insan sermayesi açığı gibi sorunlarını yönetebilme ve büyüklüğünü ve iç çeşitliliklerini koordine edebilme yeteneğine bağlı. Hindistan’ın köklü kast sistemi, elit bürokrasisi, çok sayıda etnik ve dini grubu dikkate alındığında iç dinamiklerindeki çeşitlilik iki ucu keskin bir kılıçtır. Ekonomik düzlemde iç dinamikleri dikkate alındığında Hindistan’ın yalnızca çok kutuplu bir Asya’yı güvence altına almak amacıyla soruna dayalı dengeleme koalisyonları oluşturmak için değil; aynı zamanda yerel dönüşümü, yani düşük gelirli bir toplumdan kişi başına daha yüksek gelirin olabildiği bir ekonomiye geçiş için de Batı teknolojisi ve sermayesine büyük gereksinim duyuyor.

Hint felsefesinin dört temel kuralından biri şöyle der: Karşımıza çıkan kişiler her kimse doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur: Hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır. Ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler. 1962 Çin savaşı Hindistan’a çok şey öğretti. 2000’lerden itibaren söz konusu olan ABD desteği ise Hindistan’ı süper güç olmasa da güçlü bir büyük güç olma yoluna götürüyor. Ve hiç kuşku yok ki Hindistan giderek artan bir biçimde dünyanın ilgisini çekiyor.

Çok Okunanlar

Exit mobile version