GÖRÜŞ

İran yeni cumhurbaşkanını seçti: Komplocular nerede?

Yayınlanma

Geçtiğimiz cuma günü (5 Temmuz) ikinci turu yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde elli üçten fazla oy alan Mesut Pezeşkiyan cumhurbaşkanı seçildi. Bu yazı yayımlandığı sırada kabinesini oluşturmuş olabilir. Bir önceki Cumhurbaşkanı Reisi ve dışişleri bakanı Abdullahiyan’ın helikopter kazasında hayatlarını kaybetmelerinin ardından İran anayasasına göre başlayan seçim süreci oldukça şeffaf, renkli görüntülerle ve çoğu zaman olduğu gibi muhafazakâr ve reformcu denilen iki aday arasında sonuçlandı. Ve ‘reformcu’ aday Pezeşkiyan ipi göğüsledi.

Kısacası ortada tuhaf, anlaşılamayan veya bizdeki komplo teorisyenlerine olağanüstü malzeme sağlayacak herhangi bir şey yok; zira, reformcu diye anılan/tanınan bir aday ilk defa cumhurbaşkanı seçilmiyor. Önce 1997 ile 2005 yılları arasında Muhammed Khatemi sonra da Hasan Ruhani cumhurbaşkanlığı görevlerini (2013-2021) ikişer dönem seçilerek yerine getirmişlerdi. Hatta İran’a ilk gittiğimde Khatemi’nin dışişleri bakanı Kemal Kharazi’nin lütfedip beni kabul ettiğini, İran dış politikasında yapmaya çalıştıkları düzenlemeleri ve bilhassa Türkiye ve Mısır’la ilişkilerini geliştirmek istediklerini, Orta Doğu’nun bu üç büyük ülkesinin bir araya gelerek bir siyasi diyalog mekanizması kurmalarının ne kadar önemli olduğunu/olacağını konuştuğumuzu hala hatırlarım.

O KADAR KOMPLO TEORİSİNE NE GEREK VARDI?

Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, Reisi ve Abdullahiyan’ın ölümü üzerinde Türkiye’de televizyonlarda günlerce sürdürülen komplo teorileriyle ne veya neler anlatılmak istenmiş veya analiz (!) edilmek istenmişti? Bu soruyla uğraşmanın Türkiye-İran ilişkilerini daha iyi anlamaya veya şimdilerde reformcu bir cumhurbaşkanının özellikle bölgemize ilişkin dış politikasının nasıl şekilleneceğine ışık tutacak bir katkısı olmayacağı ortada; ancak Türkiye’deki komplocu kafaları deşifre etmek açısından bir nebze önemi var.

O günlerde üretilen ve gizemli söz ve yazılarla takdim edilen komplo teorilerine göre bu iş bir kaza olamazdı. Koskoca bir cumhurbaşkanı bu kadar eski model bir helikoptere neden binmişti/bindirilmişti? Oysa aynı helikopterleri daha önceki muhafazakâr veya reformcu cumhurbaşkanları da kullanmışlardı. Ne olabilirdi ki? Fakat öyle değildi veya öyle basit olmamalıydı. Bizim komploculara göre, bu işi dini lider Hamaney Devrim Muhafızları Ordusu üzerinden yaptırmış olmalıydı ve muhtemelen baskıcı bir rejim kurmak için bu yola gitmişti.

Oysa Reisi ve Abdullahiyan muhafazakâr kanadın temsilcileri olarak, İran sistemi içinde dini lidere daha yakın tarafta yer almaktaydılar. Vay efendim Reisi başlangıçtan itibaren dini liderin adayı olarak seçime katılmış, kazanmış, cumhurbaşkanı olmuş ama şimdilerde yaşlı dini liderin yerine gözünü dikmişti. Onun için ortadan kaldırılması gerekiyordu ve gereken yapıldı; çünkü dini lider kendi yerine oğlunu getirmekten yanaydı. Oysa oğlu İran anayasasına göre dini lideri seçecek kurulun üyesi bile değildi. Üstelik daha baskıcı bir rejim kurmak veya şimdiden birisini muhtemel dini lider olarak belirlemek ne İran anayasasına göre mümkün ne de muhtemeldi. İşte sonuçta muhafazakâr Reisi yerine yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini reformcu aday kazandı.

TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ KOMPLOLARI

Komplo teorileri ve teorisyenleri ilk bakışta mantıklı gibi görünen ama biraz bilgiyle ele alındığında tel tel dökülen tezleriyle pek çok konuda olduğu gibi Türkiye-İran ilişkilerinin gelişmesinin önünde de engeller yaratma çabalarına hemen hemen hiç son vermeden devam ederler. Geçenlerde bir Amerikan dergisinin verdiği haberi (!) köpürttükçe köpürttüler. Middle East Eye dergisi İran’ın PKK/PYD’’ye onlarca gelişmiş dron, tanksavar ve başka silahlar ile bunların mühimmatını verdiğini yazmıştı. Ve Türkiye’deki komplo teorisyenleri bir anda üzerine atılıp, İran’ın Suriye’de karşımızda olduğunu anlatmaya çalıştılar. Muhtemelen yaklaşmakta olan Türkiye-Suriye uzlaşmasını engellemeye çalışıyorlardı.

Oysa haberi ne Türk ne de başka güvenlik kaynakları teyit ediyordu; ama bu propaganda özellikle sosyal medyada ve bazı hükümet yanlısı gazetelerde boy boy yer aldı. Mevcut şartlarda Amerika ve İsrail ile adeta kıran kırana bir mücadele içindeki İran’ın Türkiye’yi hemen karşısına almasına sebep olacak böyle bir işe neden girişeceğinin mantıklı bir izahı yok/olamaz. Fakat komplo teorisyenleri için bunun bir önemi yok.

YENİ DÖNEMDE ANKARA-TAHRAN İLİŞKİLERİ

Bunları bir tarafa bırakacak olursak Pezeşkiyan döneminde Türkiye-İran arasındaki ilişkilerin daha da gelişmemesi için hiçbir sebep yok. Suriye konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Esad’ın verdiği mesajlarla başlaması beklenen normalleşme süreci de istenilen ölçüde hızla gelişirse bunun Ankara-Tahran ilişkileri üzerinde ayrıca olumlu etkiler yaratacağına hiç şüphe olamaz. Sonuçta İran da tıpkı Rusya gibi, Suriye’deki savaşın Şam hükümetinin başarısını/zaferini teyit edecek bir diplomatik sonuca ulaştırılmasını ister/istiyor. Hatta Türkiye-Suriye normalleşme sürecinde Rusya gibi aktif olmayı da arzu edebilir. Bunda bizim ulusal çıkarlarımız açısından önemli bir sorun olmasa gerektir. Neticede İran ile Suriye’ye barış götürmeyi amaçlayan Astana Platformu’nda birlikte yer alıyoruz.

İran ile ilgili olarak çoğu spekülatif hatta manipülasyon amaçlı olarak yayılan haberlerin (!) bir kısmı da Zengezur Koridoru ile ilgili. Aslında bu noktada haberlere gerçeklik atfedilmesini sağlayacak kısmî bazı doğrular var(dı). Örneğin İkinci Karabağ Savaşı’nın başlangıcında (2020 yılı Eylül-Ekim) o zamanki reformcu İran yönetiminin Dışişleri Bakanı Zarif Azerbaycan’ın başarısını istemez gibi sosyal medya hesabından yaptığı açıklamalarla bir an evvel çatışmalara son verilmesi ve savaş öncesi duruma geri dönülmesi çağrısı yapmıştı. Fakat bunun böyle olmayacağını görüp özellikle Rusya’nın Türkiye ile yakın ilişkileri dolayısıyla Ermenistan’a yardım etse bile bu işe sonuna kadar asılmayacağını anlayınca kademeli bir şekilde pozisyon değiştirdi ve Azerbaycan’ın ezici ve kesin zaferiyle sonuçlanan yeni durumu kabullendiklerini gösterdi.

Reisi-Abdullahiyan muhafazakâr yönetimi İkinci Karabağ Savaşı ile ortaya çıkan yeni durumu kabul etmeyecekmiş gibi başlangıçta yaptığı açıklamalarına Moskova’nın bu konuda kendileriyle aynı görüşte olmadığını bir süre sonra görünce nihayet vererek taleplerinin Zengezur Koridoru’nun güç kullanılarak açılmasını ve bu yolla Ermenistan ile İran arasındaki toprak sınırının ortadan kaldırılmasına muhalefet şekline dönüştürdü.

Bu sorun da 2023 yılı yazında Azerbaycan’ın yaptığı nokta operasyon ile büyük ölçüde aşılmış oldu; çünkü o harekât ile Ermenistan’da Paşinyan’ın barış girişimlerini baltalamaya çalışan aşırılıkçı gruplar Azerbaycan kuvvetleri tarafından Karabağ’dan sökülerek atıldı. Geriye Azerbaycan ile Ermenistan arasında barış antlaşmasının imzası ve bunun bir parçası olarak da Ermenistan’ın egemen toprakları üzerinden açılacak Zengezur Koridoru kaldı ki, buna Tahran’ın itiraz etmesi zaten beklenemez. Ayrıca etmediğini defalarca açıkladı. Helikopter kazasında ölen Reisi Aliyev ile iki devlet arasındaki sınırda var olan ancak önceki yıllarda Ermenistan işgali dolayısıyla kullanılamayan bir köprü açılışı için ortak poz vermişlerdi kameralara.

İRAN VE BATI İLİŞKİLERİ

İran’ın Batı ile ilişkilerinde reformcu bir cumhurbaşkanı ve kabinesi özellikle şimdilerde çok önemli bir fark yaratabilir mi? Bir önceki dönemde Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevat Zarif Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesi – Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa – ve Almanya ile yapılan uzun görüşmelerin sonucunda kamuoyunda Nükleer Anlaşma diye bilinen bir uzlaşmaya imza atarak (2015) önemli bir fark yaratmış görünüyorlardı. Fakat Trump döneminde Netanyahu’nun zorlamasıyla Amerika’nın bu anlaşmadan tek taraflı olarak geri çekilmesi, buna şiddetle karşı çıkan diğer beş ülkenin alternatif bir politika geliştirememeleri ve haklı olarak bütün bunlara tepki gösteren İran’ın nükleer silah yapmaya uygun nitelikte uranyum zenginleştirmeye başlaması bütün süreci tersine çevirdi.

Pezeşkiyan yönetiminin bu konuda Amerika ve Batı nezdinde önemli politika değişiklikleri yapılmasına yol açacak adımlar atabilmesi pek mümkün görünmüyor. Zaten çok kutuplu dünya sisteminin başlangıcı olan Ukrayna Savaşının başından itibaren İran’ın Rusya’nın müttefiki gibi hareket etmesi de böyle bir ihtimali ortadan kaldırıyor. Kaldı ki, Gazze’de yaklaşık on aydır soykırımsal bir etnik temizlik yapmakta olan İsrail’in onayı olmadan herhangi bir Amerikan yönetiminin İran ile yeni bir sayfa açmak istemesi pek de olası değil.

Bu şartlarda geriye İran ile savaş senaryoları kalıyor ki, Beyaz Saray’a gelmesi muhtemel bir Trump yönetiminin İsrail ile birlikte İran’a karşı bir savaş ihtimali söz konusu olabilir. Ukrayna’daki savaşa destek vermeyerek sonlandırması muhtemel bir Trump’ın Amerikan Derin Devleti’ne karşı İsrail lobisinin desteğini almak istemesi halinde – ki, birinci döneminde İsrail lehine attığı birçok adımın bundan dolayı olduğu açıktı – böyle bir politikaya yönelebilir mi?

Orta Doğu’daki her şeyi yerinden oynatacak böyle bir senaryo muhtemel bir İsrail-Hizbullah savaşının sonucu olarak ve Trump gelmeden de karşımıza çıkabilir. Bütün bu senaryolarda yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın geniş çaplı politika değişikliklerine gitmesi ihtimali neredeyse sıfır mertebesinde; çünkü ne karşısında bu tür açılımlara karşılık verecek bir Batı dünyası var ne de bunlar sadece kendisinin karar verebileceği alanlar. Her halükârda Dini Lider Hamaney ile birlikte hareket etmek zorunda. Dolayısıyla İran bir yandan Direniş Ekseni Güçlerine verdiği destekle İsrail’e karşı aktif politikasını sürdürürken öte yandan da zamanın kendi lehine işlediği doğru varsayımı üzerine inşa ettiği doğrudan savaştan kaçınma politikası arasındaki tercihler arasında gidip gelmeye devam edecek görünüyor.

Çok Okunanlar

Exit mobile version