Çevirmenin notu: İtalya’nın sağcı başbakanı Giorgia Meloni’nin dış politikada izlediği rotanın seleflerinden “radikal biçimde” farklı olduğu ve mevcut statükonun değişeceği iddia ediliyordu. Önceki hükümetlerin özellikle Afrika’da yürüttüğü fiili sömürgecilik faaliyetleri, Meloni döneminde de yeni bir kılıfa sokularak devam ediyor.
Statükoya meydan okumak mı? Giorgia Meloni’nin Afrika için Mattei Planı
Thomas Simon Mattia
Geopoliticalmonitor
13 Haziran 2023
Giorgia Meloni, Afrika ülkelerine yönelik yeni bir uluslararası işbirliği çabası olan ve Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri) milletvekili Marco Osnato’nun ifadesiyle Afrika’ya kaynaklarının geliştirilmesi yoluyla “onurunu iade etmeyi” amaçlayan “Afrika için Mattei Planı” aracılığıyla İtalya’yı Avrupa’nın enerji merkezi haline getirme taahhüdü verdi. Cezayir ve Tunus’a yaptığı ziyaretler sırasında “yağmacı olmayacağını” tekrarlayan Meloni, planın bu sonbaharda yapılması beklenen İtalya-Afrika zirvesinde tanımlanmasını bekliyor.
İtalyan diplomasisinin mevcut durumu
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana İtalya, dış ilişkilere savunmacı neorealist bir bakış açısıyla yaklaştı: Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ABD’nin Avrupa’nın güvenliğiyle ilgilenmemesi tehdidi İtalya’nın Atlantikçiliğinin altını oyarken ve ülkenin “Bribesville” skandalı da iç siyasetini büyük ölçüde yeniden yapılandırırken, İtalya’nın dış politika hedefleri yalnızca ülkenin iç güvenlik hedeflerini tatmin edecek şekilde yeniden boyutlandırıldı ve ideolojik karakterden yoksun bırakıldı. İtalya’nın yüzde 120’lik borç/GSYİH oranını tam anlamıyla bir ekonomik resesyona dönüştüren 2010 Avro Bölgesi krizinin ardından ülke, “batamayacak kadar büyük, kurtarılamayacak kadar büyük” hale geldiğinde, kemer sıkmaya doğru büyük bir kayma kritik hale geldi. 2011’deki emeklilik reformu ve 2014’teki iş yasası, borç ve açığın sürdürülebilirliğini sağlamak ve özel yatırımı teşvik etmek adına işçilerin korunmasını ve aşırı sosyal harcamaları azaltarak bu hedefi yerine getirdi ve İtalya’nın o zamandan beri baskın olan neoliberal söylemini mutlak anlamda pekiştirdi.
2014’ün temmuz ayında dönemin başbakanı Matteo Renzi, İtalyan fosil yakıt devi Eni’nin ülkede tarihinin en büyük doğalgaz keşfini yapmasının hemen ardından yabancı yatırım dostu yasayı teşvik etmek üzere İtalya’nın üst düzey petrol ve doğalgaz yöneticilerinden oluşan bir heyetle birlikte Mozambik Maputo’ya geldi. Renzi’nin misyonu başarılı oldu ve belki de İtalya’nın gelişmekte olan ülkelerde yatırımları kolayca güvence altına almak ve yeni bulduğu neoliberal ajandasını yerine getirmek için savunmacı bir neorealist olarak itibarını kullanabileceğinin farkına varmasına yol açtı. Batı ile Doğu arasında yeni bir Soğuk Savaş başlamışken, hem taraf seçmek istemeyen gelişmekte olan ülkeler hem de paranoyak küresel güçler İtalya’nın ideolojiden arınmış dış politika yaklaşımını güven verici bulacaktı. Bunun ardından 2014-2016 yılları arasında İtalya’dan gelişmekte olan ülkelere dönük yabancı yatırımlarda yüzde 250’lik bir artış yaşandı ve ülke, 2019 yılında ihracat finansmanına en fazla yatırım yapan tek OECD ülkesi oldu.
Giorgia Meloni’nin öncelikleri
Dış ilişkilerde Giorgia Meloni’ye her zaman iki önemli danışman eşlik eder: askeri ve savunma danışmanı General Franco Federici ve dışişleri danışmanı Büyükelçi Francesco Maria Talò. Bu isimlerin her ikisi de bariz birer Atlantikçi: Eylül 2011’de dönemin ABD Başkonsolosu Büyükelçi Talò, Afganistan’a giderek 11 Eylül’ün onuncu yıldönümünü ülkedeki İtalyan NATO misyonu askerleriyle birlikte “Hepimiz Amerikalıyız, hepimiz NATO’yuz,” sözleriyle anarken, General Federici, misyonun komutanlığından daha henüz ayrılmıştı. On yıl sonra General Federici, Kosova’da yeniden bir NATO misyonunun komutasını üstlenirken Büyükelçi Talò da İtalya’nın NATO’daki Daimi Temsilcisi olarak görev yapacaktı.
Meloni’nin yakın çevresini seçmesi İtalya’nın uzun süredir devam eden Atlantikçi tavrını teyit ederken, icraatları da dış ilişkilere yönelik savunmacı neorealist yaklaşımını da teyit etti. Giorgia Meloni’nin seçim başarısı, partisinin, aynı ittifakı paylaştığı üç parti de dahil olmak üzere diğer partilerden farklı olarak İtalyanları her şeyden çok endişelendiren şey olan enerji güvenliğinin iyileştirilmesinin kritik önemini en çok vurgulayan parti olmasından kaynaklanıyordu. Sahiden de gaz güvenliğinin iyileştirilmesi, hükümetin çabalarıyla Toskana’nın Piombino kentinde yeni tartışmalı yeniden gazlaştırma tesisinin inatla kurulmasının da gösterdiği gibi, İtalya’nın iç güvenlik hedefleri listesinin en başına taşındı. Seçilmesinden bu yana, Rusya’nın yanı sıra İtalya’nın başlıca doğalgaz ticaret ortaklarıyla da sıkı bağlantılar kurdu. Ocak ayında Libya Başbakanını ziyaret ettiğinde, beş gün önce Cezayir Cumhurbaşkanı ile imzaladığı anlaşmaya benzer bir işbirliğiyle, enerji ve göç akışlarının düzenlenmesi anlaşması imzaladı. Bir ay sonra Katar Emiri ile görüşmeyi planlamıştı ama gribe yakalanınca telefon görüşmesi yapmakla yetinmek zorunda kaldı. Haziran ayında çabaları Tunus’un temerrüdü üzerinde yoğunlaştı, Cumhurbaşkanı Kays Said’i ziyaret ederek tam desteğini ortaya koydu ve AB Komisyonu başkanı von der Leyen ve Hollanda Başbakanı Rutte ile birlikte temerrüdü önleyebilecek ve daha da önemlisi İtalya’yı Tunus üzerinden Cezayir’e bağlayan Transmed doğalgaz boru hattına dönük güvenlik tehditlerini bertaraf edebilecek bir IMF kredisinin sunulmasını sağlamak için ikinci bir ziyaret sözü verdi. İtalya’nın Rus doğalgazına olan bağımlılığını azaltmak adına Meloni, doğalgaz rezervleri bakımından dünyanın yedinci ülkesi olan ülkesinin enerji güvenliğini artırmada kayda değer bir rol oynayabileceğini söylediği Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkileri geliştirmek üzere bu ülkeye uygulanan silah ambargosunu kaldırmaya kadar gitti. Benzer şekilde Meloni, doğalgaz rezervleri bakımından dünyada sırasıyla 12., 15. ve 19. sırada yer alan Irak, Kazakistan ve Özbekistan ile de enerji işbirliği bağlarını güçlendirmeye çalışıyor. Cezayir, Libya ve Tunus’un yanı sıra Meloni, dikkatini Angola, Kongo Cumhuriyeti, Burundi, Etiyopya, Moritanya, Nijer ve Somali gibi diğer Afrika ülkelerine de odaklayarak “Afrika için Mattei Planı”na olan bağlılığını açıkça ortaya koydu.
Afrika’da ihracat finansmanının on yılı
Daha önce de belirtildiği gibi, İtalya’nın Afrika’daki ticareti yeni bir olgu değil ve özellikle son on yılda ülkenin yeni keşfedilen neoliberal kimliği ile öne çıktı. Aslında 2013 ile 2021 yılları arasında İtalyan devleti, kredi sigortası, doğrudan finansman, kefalet veya kredi şeklinde sağladığı tahmini toplam 22 milyar avro karşılığında, potansiyel olarak orta veya yüksek düzeyde olumsuz çevresel veya sosyal etkileri olan yüzlerce projeyi resmi olarak destekledi. Bu projelerden sadece 27’si Afrika ülkelerine yönelikti, fakat birlikte toplam hacmin yaklaşık yüzde 32’sini —yaklaşık 7,2 milyar avro— oluşturuyorlardı (SACE ex-post yıllık raporlarından elde edilmiştir). İtalya’nın kendisini Afrika ülkeleri için pragmatik bir ortak olarak sunma çabalarına rağmen yatırılan miktarın yüzde 47,3’ü oldukça tartışmalı projelere gitti.
En iyi örnek, Mozambik’te İtalya’nın Afrika’daki en son yatırım stratejisinin pekişmesini sağlayan ve Eni tarafından üstlenilen, daha önce bahsedilen gaz üretim projesi. İtalya, 2016 ile 2021 yılları arasında proje için 1,6 milyar avro tutarında garanti verdi ama bu yatırımlar Eni adına bir dizi tutulmayan sözle geldi. Şirket, 2015 yılında CEO’su Claudio Descalzi tarafından “herkesin yaptığı gibi ihracat için üretim yapmak yerine —çünkü çok daha fazla kazanabilirsiniz—Libya, Nijerya ve Kongo’nun yanı sıra Mozambik’te yaptıkları gibi iç piyasa için de üretim yapan tek ve kesinlikle ilk [şirket] olduğu için övülmüştü,” diyerek, projenin yüzer üretim ünitesinin üretiminin yüzde 100’ünü —2021 yılında militan silahlı grubunun karadaki ünitelere saldırmasının ardından şu anda çalışan tek ünite— bir sonraki yıl British Petroleum’a sattı. Yerli nüfusun yüzde 70’inin elektriğe erişimi olmadığı düşünüldüğünde, üretimin en azından bir kısmı yerel sektöre fayda sağlayabilirdi. Geliştirme öncesinde yapılan yerel toplantılarda Eni tarafından verilen, destek operasyonları için hem vasıflı hem de vasıfsız işgücünü içeren yerli işçi istihdam etme sözü de 2022 yılında Singapurlu bir açık deniz konaklama gemisinin yüzer üretim biriminin destek operasyonlarında istihdam edilen işçilere ev sahipliği yapmak üzere Madagaskar boğazında denize açılmasıyla bozuldu. Bu durum Mozambik’in işgücünü, genel okuryazarlık oranı yüzde 47, kadınlar arasında ise sadece yüzde 28 olan yerli halk için tek gerçek istihdam fırsatı olan konaklama, ağırlama ve yemek hizmetlerinde düşük vasıflı iş talebini karşılama fırsatından mahrum bıraktı. LNG geliştirme projeleri, o zamana ek bölgeye yararı olan turizm sektöründeki ivmeyi durdurduğu için yerli halka bu tür istihdam fırsatları borçluydu. En trajik olanı ise, Mozambik’teki LNG projelerinin geliştirilmesinin, yaklaşık 4 bin insanın ölümüne ve 1 milyonunun yerinden edilmesine neden olan çatışmanın şiddetlenmesine katkıda bulunduğunun düşünülmesi. Eni ve Anadarko tarafından geliştirilen iskân planının, hem yerlerinden edilen 557 haneye tazminat ödenmesi hem de geçim kaynaklarının korunması açısından yetersiz olduğu belli olunca yerli halkın ortaya çıkan şikayetleri, Müslüman Makua ve Mwani ile Hıristiyan ve siyasi olarak baskın Makonde halkları arasındaki zıtlaşmaları istismar eden cihatçı silahlı grup Ensar es-Sunne için eleman toplama fırsatı haline geldi. Bu başarısızlık, Etiyopya’da Turkana, Nyangatom ve Dassanach halkları arasında yaşanan çatışmaların yoğunluğunun artmasına neden olan zorunlu tahliyelere ve su kıtlığına yol açan Koysha Barajı projesiyle birleştiğinde, İtalya’nın toplam yatırımının yüzde 17,8’ine tekabül ediyordu; yani ülkenin son on yıldaki yatırım hacminin neredeyse beşte biri silahlı çatışmalara neden olduğuna veya katkıda bulunduğuna inanılan projelere tahsis edilmişti.
İtalya, 2017 ve 2019 yıllarında Kenya’daki Kimwarer ve Arror nehirleri üzerinde çok amaçlı iki barajın inşasını destekledi ve bu işi, toplam 498 milyon avro karşılığında İtalyan müteahhitler CMC ve Itinera üstlendi. Barajlar hiçbir şekilde inşa edilmeyecekti. Kenya Maliye Bakanı, iki müteahhit lehine görevini kötüye kullanmakla suçlandı; Kenya Hazine Bakanı, soruşturmalar devam ederken projeyi finanse eden İtalyan bankası Intesa SanPaolo’ya 1,9 milyon avroluk bir ödemeyi gayri meşru olarak onaylamakla suçlandı ve CMC CEO’su, Kenya hükümetini dolandırmak için komplo kurmakla suçlandı ve Kenya’da mahkemeye çıkmaması üzerine hakkında iade talebi çıkarıldı. Tüm bunlar olurken İtalyan ihracat kredi kuruluşu SACE, Kenya’dan yüzde 17,5 sigorta primi talep ediyordu ki bu oran sektörün ortalama oranı olan yüzde 1,5’in yaklaşık 12 katı; Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Güney Sudan gibi ülkeler bile genellikle yüzde 3 civarında sigorta primi ödüyorlar. Maliye Bakanı tutuklandıktan ve soruşturmalar başladıktan sonra bile Intesa SanPaolo, Kenya Hazinesine 108 milyon avro ödemeye devam ederken CMC, 2018 yılında 51 milyon avroluk iki avans ödemesi almış olmasına rağmen, çalışmalar başlamamış ve proje için henüz arazi satın alınmamış olmasına rağmen Kenya hükümetine Uluslararası Tahkim Mahkemesinde tazminat davası açmaya karar verdi. 2021 yılında Ravenna Mahkemesi, iş kayıtlarında tahrifat yapıldığı iddiasıyla CMC hakkında soruşturma başlattı. Yükleniciler tarafından gerçekleştirilen bu tür yolsuzluk veya dolandırıcılık vakaları, toplam yatırım hacminin yüzde 30,4’üne gölge düşürdü.
2013 yılında Afrikalı milyarder Akilo Dangote, kıtanın en büyük rafinerisinin inşası için bir bankalar konsorsiyumundan 450 milyon dolar yatırım aldı. Toplam yatırımın 300 milyon avroluk kısmı İtalya’nın devlet ihracat kredi kuruluşu SACE tarafından garantilenmiş ve tüm sözleşme, İtalyan kamu kalkınma bankası CDP tarafından kolaylaştırılmıştı. Aynı yılın ilerleyen günlerinde işçiler, rafineri önünde ücret sorunları ve düşük maaşlar nedeniyle gösteri yapmaya başladı ve polisin kalabalığı dağıtma çabaları bir protestocunun ölümüyle sonuçlandı. Daha önce rafinerinin inşaatında yer alan müteahhitler binlerce Hintli, Çinli ve yerli işçiyi yerel Kovid-19 kısıtlamalarını ve sosyal mesafe kurallarını ihlal ederek çalışmaya devam etmeye zorlamıştı. Bu hareket, ölüm nedenlerinin işverenleri tarafından gizlendiği iddia edilen, hastalığa yakalanmış en az iki Hintli işçinin hayatına mal oldu. İşçiler polisi işverenlerinin suiistimaline ortak olmakla suçladı ve haklarına saygı gösterilmesini talep etti. İtalya, projeyi Dünya Bankası’nın IFC Performans Standardı 2 ile kıyasladığı için bu olaylardan kısmen sorumlu tutulmuştur; bu standart, yatırımda çıkarı olanların işçilerine adil davranmasını ve güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları sağlamasını talep ediyor. Tıpkı bu vakada olduğu gibi, toplam yatırım hacminin yüzde 30,1’i, Kenya’da daha önce Kipsigis halkına hizmet eden suyu, ülkede daha büyük siyasi ve iktisadi güce sahip olan çoğunluktaki Kikuyu etnik grubu lehine yeniden yönlendiren İtalyan liderliğindeki Itare Barajı projesi gibi insan hakları ihlalleri içeren projelere tahsis edildi.
İleriye baktığımızda, Giorgia Meloni’nin destekçileri onun dış ilişkiler stratejisini “radikal bir şekilde farklı” olarak tanımlamış ve Meloni’nin kendisi de İtalyanlar tarafından statükoyu sürdürmek için seçilmediğini söylemişti ama “Afrika için Mattei Planı”nın, şimdiye dek Afrika adına hayırlı olmayan işleri her zamanki gibi sürdürmek konusunda basit bir paravan olup olmayacağını göreceğiz.