Yüksek Mahkeme’nin hükümet üzerindeki denetimini kaldıracak yasa tasarısı, yedi aydır dinmeyen protestolara, grevlere, siyasi ve toplumsal muhalefetin tüm tepkilerine rağmen dün İsrail Meclisi’nde kabul edildi.
Bu, yasada en ufak bir değişiklik ya da erteleme önerisi karşısında aşırı sağcı ortaklarının “Hükümeti devirmekle” tehdit ettiği Netanyahu’nun bir zaferi mi?
İsrail toplumunda derinleşen çatlaklar ve ordunun özellikle yedek kuvvetlerinde ayyuka çıkan huzursuzluk dikkate alındığında “zafer” ülkeyi nereye sürükleyecek?
Netanyahu’nun biyografi yazarı Anshel Pfeffer’e göre “Bu bir Pirus zaferi olacak” çünkü, “Yaşananlar Netanyahu’nun kendi hükümeti de dahil İsrail müesses nizamının tüm temellerini zayıflattı.”
New York Times’ın Kudüs büro şefi Patrick Kingsley’ın analiz haberini dikkatinize sunuyoruz:
***
Netanyahu Bir Zafer Daha Kazandı Ama Bedeli Ne Olacak?
Patrick Kingsley
İsrail başbakanı yargıdaki reformun ilk bölümünü hayata geçirdi, ancak bunu yaparken İsrail toplumundaki çatlağı derinleştirdi ve ülkeyi belirsiz yeni bir döneme itti.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bir kez daha sınırları zorlayarak ülke çapındaki protesto hareketlerine meydan okudu ve İsrail yargısının, aşırı sağcı koalisyon hükümetini denetleme gücüne yeni kısıtlamalar getirdi.
Ancak İsrail lideri tarafından yıllar boyunca yönettiği sürtüşme ve kaos sonrasında, bu durum farklı hissettiriyor. Netanyahu’nun bu zaferinin neden olduğu hınç ve kırılma o kadar büyük ki, pek çok İsrailli toplumdaki hasarın tamir edilip edilemeyeceğini ve Netanyahu’nun kendi başlattığı bu hesaplaşmanın sonrasını yönetip yönetemeyeceğini merak ediyor.
Oylamadan önceki son anlarda, Netanyahu, iki kabine arkadaşının arasında pasif bir şekilde otururken iki adam görünüşe göre bir son dakika tavizi teklif edip etmeme konusunda parti liderlerinin tepesinden sanki onun varlığından habersizmiş gibi bağırarak tartıştılar.
Oylamanın yapıldığı salonda öfkeli muhalefet milletvekilleri Netanyahu ve müttefiklerine hakaretler yağdırarak İsrail’i yıkıma sürükledikleri uyarısında bulundular.
Bir muhalif “Siz yıkım hükümetisiniz!” diye bağırdı. Bir diğeri ise “İsrail düşmanları!” dedi.
Dakikalar sonra yapılan oylama, Netanyahu’nun uzun süredir kabul görmeyen önerisini gerçekten cesaretli bir şekilde ileri götürüp götürmeyeceğinin belirsizliğiyle geçen yedi ayın sonunda, pazartesi öğleden sonra, ender görülen bir netlik kazandı.
Aynı zamanda İsrail’i bilinmez bir geleceğe götürdü.
Ülke içinde ise toplumun bir yarısı, Netanyahu’nun dindar muhafazakârlar ve aşırı milliyetçilerden oluşan ittifakının kontrolü altındaki ülkelerinin şimdi yavaş yavaş dini bir otokrasiye mi kayacağını merak ediyor.
İsrailli yazar ve insanlık tarihçisi Yuval Noah Harari, “Bunlar İsrail demokrasisinin son günleri olabilir” dedi: “İsrail’de Yahudi üstünlükçü bir diktatörlüğün yükselişine tanık olabiliriz ki bu sadece İsrail vatandaşları için değil, aynı zamanda Filistinliler, Yahudi gelenekleri ve potansiyel olarak tüm Orta Doğu için korkunç olacaktır.”
Netanyahu, oylamadan saatler sonra televizyonda yayınlanan konuşmasında bu korkuları abartılı olarak nitelendirdi.
“Hepimiz İsrail’in güçlü bir demokrasi olarak kalması gerektiği konusunda hemfikiriz” dedi: “Herkesin bireysel hakları korumaya devam edecek. Bir din devletine dönüşmeyecek. Mahkeme bağımsız kalacaktır.”
Ancak hem eleştirmenler hem de destekçiler için, binlerce yedek askerin protestolarındaki artışın ardından İsrail silahlı kuvvetlerinin istikrarı ve kapasitesi hakkında soru işaretleri var.
Yeni bir araştırmaya göre, ülkenin dört bir yanındaki şehirlerde bir gecede büyük huzursuzlukların patlak vermesi, işçi liderlerinin genel grev uyarısında bulunması, bir doktor sendikasının tıbbi hizmetlerde gün boyu kesintiye gideceğini açıklaması ve yüksek teknoloji işletmelerinin daha istikrarlı ekonomilere taşınmayı düşündüklerini söylemesinin ardından, sosyal ve ekonomik kargaşa hayaleti de var.
Yurtdışında ise oylama, Biden yönetiminden gelen artan alarm ifadelerinin ardından İsrail’in ABD ile ittifakının geleceği konusunda daha büyük bir belirsizliğe yol açtı. Amerikalı Yahudiler arasında Yahudi devletinin gidişatına ilişkin tedirginliği artırdı.
Ve Filistinliler arasında, İsrail Yüksek Mahkemesinin bazı durumlarda karşı çıktığı bir proje olan işgal altındaki Batı Şeria’da daha küstah bir İsrail yerleşimi ve İsrail’deki Arap azınlığa daha fazla kısıtlama getirileceğine ilişkin korkuları artırdı.
Netanyahu yıllarca kendisini her siyasi hesaplaşmanın merkezine yerleştirdi ve zaman zaman İsrail ile felaket arasında duran tek şeyin kendisi olduğunu ima etti. Tüm zorlukların üstesinden gelmiş gibi görünüyordu.
Ancak şimdi 73 yaşındaki Netanyahu’nun sağlığı ve dayanıklılığı, aylar süren yorucu siyasi mücadelenin ve kalp pili takılması için hastanede geçirdiği 30 saatlik sürenin sona ermesinden sadece birkaç saat sonra yapılan tartışmalı bir oylamanın ardından ulusal bir mesele haline geldi.
Hemen yanı başında tartışan rakip kabine bakanlarının görüntüsü, bu siyaset duayeninin aşırı sağcı ittifakı üzerinde hâlâ ne kadar kontrol sahibi olduğu konusunda tartışmalara yol açtı. Başkan Biden’ın olağandışı baskısına ve 15 eski güvenlik şefinin yasanın İsrail’in güvenliğini tehlikeye attığı yönündeki suçlamalarına rağmen, Netanyahu daha aşırı koalisyon ortaklarının talebi üzerine yasayı uygulamaya devam etti.
Bir de Netanyahu’nun devam eden yolsuzluk davası var: Eleştirmenler, Netanyahu’nun Yüksek Mahkeme’nin kendisine karşı çıkma gücünün azalması nedeniyle bu davayı düşürmeye çalışabileceğinden korkuyor ki Netanyahu bu iddiayı uzun süredir reddediyor.
Tüm bunların altında İsrail yönetimi için yakın ve varoluşsal bir kriz olasılığı yatıyor. Yüksek Mahkeme önümüzdeki haftalarda yeni yasanın uygulanmasını engellemek için elinde kalan son araçları kullanırsa, İsrail’in çeşitli kurumlarını devletin hangi koluna itaat edeceklerine karar vermeye zorlayabilir.
Netanyahu’nun biyografi yazarı Anshel Pfeffer, “Bence bu bir Pirus zaferi olacak” diyor: “Yaşananlar Netanyahu’nun kendi hükümeti de dahil İsrail müesses nizamının tüm temellerini zayıflattı.”
Bazı İsrailliler, ülkede nispeten az denetim ve denge mekanizması bulunan bir sistem karşısında bir kale olarak mahkemeyi görüyorlar -ülkede anayasa yok ve sadece tek meclisli bir parlamento var.
Ancak Netanyahu ve destekçileri, yeni yasanın “makuliyet” adı verilen öznel hukuki standart aracılığıyla yargının hükümet kararlarını geçersiz kılmasını önleyerek, seçilmiş milletvekillerine seçilmemiş yargıçlar karşısında daha fazla özerklik vererek demokrasiyi geliştirdiğini savunuyor.
Sağcı bir haber kuruluşunun editörü Emmanuel Shilo, “sonunda oylarımızın hiçbir şekilde çöpe atılmadığından mutluyum. Seçtiğimiz yetkililer nihayet verdiğimiz yetkiyle bir şeyler yapmaya başladı” diye yazdı.
Diğerleri ise önlerinde büyük bir dönüşüm olmadığında ısrarcı. Sağcı bir televizyon sunucusu olan Shimon Riklin, “Herhangi bir diktatörlük yok ve ne yazık ki adalet sisteminde gerçekten hiçbir şey değişmeyecek” diye yazdı.
İsrail’in laik protesto hareketi için bu bir başka darbeydi, ancak pek çok kişi bunu mücadeleye devam etme çağrısı olarak gördü. Hareketin haftalık yürüyüşler ve mitingler yoluyla reformu geciktirmek için yedi aydır verdiği mücadele, zaman zaman İsrail’in siyasi yönü konusunda ilgisiz ya da kayıtsız görülen toplumun ayrıcalıklı bir kesimine yeniden enerji verilmesine yardımcı oldu.
Bir müze küratörü ve düzenli protesto katılımcısı olan Mira Lapidot, “Bu bir tür teselli,” dedi: “Ne tür bir hayat yaşamak istediğimize karar vermemiz gerektiğine dair bir his var.”
Ancak bu canlanmanın temelinde aynı zamanda bir korku da yatıyor. Netanyahu’nun koalisyonunda kendisini gururlu bir homofobik olarak tanımlayan bir maliye bakanı, ırkçı kışkırtıcılıktan hüküm giymiş bir güvenlik bakanı ve Yahudiliğin en kutsal yerinde Tevrat okuyan kadınlara para cezası verilmesini öneren ultra Ortodoks bir parti var.
Ülkenin dokuz milyonluk nüfusunun kabaca beşte birini oluşturan İsrail’in Arap azınlığı için ise yasa, tehlikeli yeni bir çağın habercisi gibi görünüyor.
İsrail’in Filistinli vatandaşları, Filistinlilere eşit haklar tanınması için mücadele etmekten ziyade Yahudi devletinin statükosunu korumaya odaklanan bir protesto hareketine karşı temkinli davranarak, reform karşıtı gösterilerde sadece ikincil bir rol oynadı.
İsrail’in güneyindeki bir Arap kasabası olan Nahf’tan 26 yaşındaki siyasi ve sosyal aktivist Muhammed Osman, “Toplumumuzun bir kısmı bu hükümetin de öncekiler gibi olduğuna ve durumumuzun her zaman olduğu kadar kötü olduğuna inanıyor” diyor. Ancak Osman, revizyonu Arap azınlık için çok gerçek bir tehdit olarak görüyor, “İlk zarar görecek olan biz olacağız” diyor.
Oylama aynı zamanda İsrail’in ABD ile ilişkilerinin geleceğini her zamankinden daha sıkıntılı hale getiriyor. Washington İsrail’e yılda yaklaşık 4 milyar dolar askeri yardım sağlıyor ve Birleşmiş Milletler’de İsrail’e önemli bir diplomatik güvence veriyor.
Ancak yeni yasa Başkan Biden’ın endişelerini dile getirmesine neden oldu ve yasanın kabulü öncesinde Amerika’nın İsrail’deki iki eski büyükelçisi bir zamanlar düşünülemeyecek bir şeyi önerdi: ABD askeri yardımının sona erdirilmesi.
Başkan Dwight D. Eisenhower’a kadar uzanan ABD liderleri uzun zamandır İsrail başbakanlarıyla çatışıyor. Ancak İsrail-Filistin çatışmasında arabuluculuk yapan eski bir ABD’li diplomat olan Aaron David Miller, bu krizin farklı olduğunu çünkü dış politika değil İsrail’in karakteriyle ilgili olduğunu ve benzer düşünen iki demokrasi arasındaki ittifak algısını zayıflattığını söyledi.
Miller, “Bir çukurun içindeyseniz yapılması gereken ilk iş, kazmayı bırakmaktır,” dedi: “Netanyahu’nun Joe Biden ile düştüğü çukur daha da derinleşti.”
Miller sözlerine şunları da ekledi: “Biden, Netanyahu ile kavga etmek istemiyor. Ancak Beyaz Saray ziyaretleri bir yana, kucaklaşma bile olmayacağı açık.”