Giriş
Okuru tanıdığım için (çünkü ben de bir okurum) ve siyasi atmosferi yeterince yakından bildiğim için (çünkü ben de aynı atmosferi soluyorum) baştan belirtmem gerek: bu, evrensellik iddiasındaki bir “siyasi perspektif” yazısı değil. Bu, milli devletlere (yazı boyunca “ulus devlet” yerine milli devlet demeyi tercih edeceğim) kategorik bir karşı çıkış da değil. Tersine, tıpkı Benedict Anderson gibi ben de, milletlerin ve milli devletlerin şu kısacık tarihi boyunca (insanlık tarihiyle karşılaştırıldığında 300 yıl nedir ki!) pek çok muazzam sıçramanın kaldıracı olduğunu düşünüyorum.
B. Anderson, küçük hacimli ama dahice kitabında (“Hayali Cemaatler”) milletin, bu “hayali cemaatin”, yani aslında ömrü birkaç yüzyılı geçmeyen bu son derece yeni görüngünün içkin dinamizmine açıkça hayranlık besliyordu. Ben de aynı fikirdeyim: milliyetçi olmamak, bütün milliyetçiliklerin kategorik reddinden yahut her tür milliyetçiliğin düşman ilan edilmesinden önce bu dinamizmin incelenmesini ve hangi milliyetçilikle uğraştığını bilmeyi gerektirir.
Ancak bu yazı, milli devletlere kategorik bir karşı çıkış olmadığı gibi, diğer yandan, milli devletlerin kategorik bir savunusuna girişmenin de nasıl felaketler yarattığını ve başka nasıl felaketlere gebe olduğunu bir dizi post-Sovyet ülkesi üzerinde göstermeyi amaçlıyor.
Yazının bir diğer dolaylı amacı da, sözkonusu örneklerde milliyetçiliklerin emperyalist ideallerin ve emperyalizmin küresel ihtiyaçlarının özellikle yeniden yapılanma dönemlerinde kundakçı vasıtası haline geldiğini de göstermek.
Daha önce gerek kitapta (“Rusya…”) gerekse de birçok yazımda yazdığımı tekrar ederek başlayacağım: Sovyetler Birliği’nin sonunu getiren “baş çelişki” sosyalizmin daha 1970’lerde olgunlaşmaya başlayan krizinin çözülememiş olmasıdır ama bu baş çelişki, yıkımın arifesinde bir “temel çelişkiyi”: milli meseleyi üretmiş ve siyasi yıkımı tam da bu milli mesele tetiklemiştir.
Dahası bu, milli çatışmaların başlamasıyla eş zamanlı olarak, en yapılmayacak şeyin yapılmasıyla: doğrudan doğruya hukuk alanında normatif düzenlemelerle meşru kılınmıştır. Bunların en önemlisi, SBKP MK 1989 Eylül Plenumu’nda kabul edilen “Partinin Günümüz Şartlarında Milli Siyaseti” başlıklı karardır:
“… partinin bu kararı çıkaracak kadar şirazeyi dağıtmış olması … Sovyetler Birliği’ni boğazlaşmalara sürükleyen ve sonunu getiren süreçte köklü, neredeyse tayin edici bir rol oynamıştır.” (Bak. “Bir yanlış bütün doğruları götürebilir”.)
Karardaki en önemli cümle şudur (2021 temmuzundaki, Ukrayna çatışmasının geleceğini aslında muazzam bir öngörüyle tespit etmiş olan Putin de alıntılamıştı bunu; bak. “Rusların ve Ukraynalıların tarihi birliği üzerine”):
“Birlik cumhuriyetlerinin en yüksek temsil organları, kendi topraklarında, birlik [SSCB] hükümetinin kararname ve talimatlarının uygulanmasını protesto edebilir ve durdurabilirler.” (A.b.ç.)
Bu, sadece bir hükümetin değil (öyle olsa bir noktaya kadar gene de anlaşılabilirdi) ama bir devletin kendi varlığını anlamsız ilan etmesinin benzeri görülmemiş bir örneğidir. Oysa kapitalizm olgunlaştığından beri devletler parçalanma değil birleşme eğilimi gösterirler; parçalamaya yönelik dış tazyik ve iç milli çatışmalar da bu eğilimi genellikle güçlendirir. Kapitalist restorasyon döneminde SBKP’nin Gorbaçov liderliği ise bu tazyikler karşısında (hatta belki denebilir ki bu tazyikleri doğrudan teşvik ederek) direnmeksizin teslim olmuş ve Sovyet milletini parçalamıştır.
Sovyet milleti kavramını bilinçli olarak kullanıyorum. “Rusya…”da şöyle yazmıştım:
“Sovyetler Birliği döneminde bir ‘Sovyet’ halkının ulusal inşası temel görevlerden biri olarak benimsenmişti. Bu gerçekte … şunu ifade ediyordu: çok etnisiteli, çokuluslu, çok inançlı Sovyet halkı, Sovyet vatanının yurttaşlarıdır. Bu, bütünüyle yeni ve kapsayıcı bir vatandı; … ona gerçek muhtevasını veren [ise] yalnızca sosyalizm değildi. Ortak mücadele, ortak idealler, ortak inşa, ortak vatan – yeni ulus bunlar üzerinde yükseliyordu.”[1]
E. J. Hobsbawm, en azından Anderson’un bu alandaki kült eseri kadar önemli çalışmasında (“Milletler ve Milliyetçilik”) şöyle der:
“Sık sık gözlemlendiği üzere, milletler devletin temelini oluşturmaktan daha çok, bir devletin kurulmasının sonucu olarak ortaya çıkarlar.” (A.b.ç.)
Sovyet devleti ve Sovyet milleti arasındaki ilişki bunun en gözle görülür örneklerinden biridir: Sovyet milleti, Sovyet devleti sayesinde ortaya çıkmıştır. Devletin kendini yıkıma mahkûm etmesi ise milletin de sonunu getirmiştir.
Bununla birlikte yeni devlet, Rusya devleti, bu kurucu anlayışı kaçınılmaz olarak devam ettirmek zorundaydı. Sovyet idari yapısının, Sovyet milletler sisteminin Rusya gibi çokuluslu bir ülkede milli meselenin çözümünün biricik yolu olduğu o kadar açıktı (ve açıktır) ki, kapitalist restorasyondan sonra da Sovyetler Birliği’nin asli kurucu unsuru ve hukuki devamcısı Rusya Federasyonu’nda üstelik muazzam yıkım, haydutluk, soygun ve adeta lokalize iç savaşlara rağmen son derece zekice bir çözümü dayatmıştır: bu, Rus değil Rusyalı milleti inşasıdır.
Rusya
Rusya ve Belarus’la diğer post-Sovyet cumhuriyetleri arasında bu meyandaki temel fark şudur: diğerlerinde yeni devlete adını veren millet dışındaki millet ve milli topluluklara mecburen anayasal güvence verildi, zira bu anayasal güvenceler, devlete adını veren milletin (yani bu şimdi yeni baştan kurulması planlanan yeni bir “hayali cemaatin”) çerçevesinde yeni milli devlet inşasının meşruiyeti açısından şarttı. Oysa Rusya’da ve Belarus’ta milli toplulukların ülkenin asli unsurları mı oldukları tartışmasına hiç girişilmedi, zira bu, dünyanın güneşin etrafında döndüğü kadar tartışma götürmez bir şeydi. Bir başka deyişle, ayrılık yeni devlete adını veren etnik kimliğe dayanan milli devletlerin inşasını peşinen varsayıyordu; ancak bu devletlerin hukuki meşruiyeti için onların diğer milli toplulukları tanıması da şarttı. Oysa Rusya’da bunun aksi zaten düşünülemezdi; Rusya’da yeni bir milli devlet inşası söz konusu değildi, şimdi daha dar bir ölçekte (sosyalizm tınılarından soyutlanmış) Sovyet milletinin adının “Rusyalı” diye değiştirilmesiyle yetinildi.
Üstelik bunun, daha Sovyet döneminde meydana getirilmiş önşartları hazırdı. Sovyet milli marşında “Rus”tan söz edildiği bilinir; bu, Türkçedeki etnik sıfat değil, muğlak tarihi bir coğrafyadır, ama aynı zamanda Rus etnik kimliğinin de ortaya çıktığı yerdir. Büyük Anavatan Savaşı yıllarında ve sonrasında Rusların devlet-kurucu niteliği daha da öne çıkmıştır ve bunun başka türlü olması da düşünülemezdi, çünkü faşist saldırganlığın hedefi Slavlıktı ve saldırganlığa karşı direnişin en büyük yükünü Rus halkı çekmişti. O yüzden, Stalin zaferden birkaç hafta sonra, Kremlin’deki davette şöyle demişti:
“Kadehimi Sovyet halkımızın ve her şeyden önce de Rus halkının sağlığına kaldırmak isterim. Rus halkının sağlığına kaldırıyorum, çünkü o, Sovyetler Birliği bünyesine giren bütün uluslar arasında en seçkin olan ulustur. Kadehimi Rus halkının sağlığına kaldırıyorum, çünkü o, ülkemizin bütün halkları arasında Sovyetler Birliği’mizin yönetici gücü olarak bu unvanı bu savaşta ve daha önce hak etmişti.”
Halen yürürlükteki Rusya anayasasının girişi şu ifadeyle başlar:
“Biz, Rusya Federasyonu’nun çokuluslu halkı, kendi toprağımızda ortak kaderin birleştirdikleri, … evrensel kabul görmüş halkların hak eşitliği ve kendi kaderini tayin ilkelerinden yola çıkarak …”
Anayasada bir etnik kimlik olarak “Rus” sadece tek bir yerde geçer: 68/1’de, “devleti meydana getiren halkın dili olarak” Rusçayı federasyonun “devlet dili” şeklinde tanımlar. Burada “devleti meydana getiren halk” ifadesi 2020 anayasa değişikliğiyle konulmuştur. 68/2, cumhuriyetlerin kendi devlet dillerini tesis etme hakkına işaret etmekle kalmaz, “devlet iktidarı organlarında, yerel idare organlarında, devlet kuruluşlarında” bu dillerin federasyonun “devlet diliyle” birlikte kullanılabileceğini vurgular. 68/3: “Rusya Federasyonu bütün halklarının anadillerini koruma, onu kullanma ve geliştirmesi için şartları oluşturma hakkını garanti eder.”
Kamçatka’dan Yakutiya’ya, Komi’den Tuva’ya kadar etnik kimliklerin daha baskın olduğu federal cumhuriyetlerde Ukrayna harekâtına siyasi desteğin belki de Avrupa Rusya’sındaki Rus etnisitesinin verdiği siyasi desteğin de ötesine geçmekte oluşu, ancak, Sovyet milletinin devamı olan bu yeni milli kimlikle açıklanabilir.
Herhangi bir ülkede milli meselenin çeşitli biçimleriyle bir daha asla doğmayacağı ileri sürülemez; ama Rusya’da milli mesele ilkesel olarak çözülmüştür.
[1] Terminolojik, ama kavranması yapısal farklılığı kavramak açısından büyük önem taşıyan bir noktayı da not etmekte fayda var: “Rusya’da … ulus, bir ulusal [etnik değil] devlete gönderme yapar, halk ise bu devletin uyrukluğu anlamına gelir.” (“Rusya…”, s. 75.)