DÜNYA BASINI

Rusya’dan Ukrayna savaşına bakış: İlk kim geri adım atar?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi bir buçuk yılı çoktan devirdi ve sahadaki çatışmaların şiddetinde ivme kaybı yaşanmadığı görülebilir. Son dönemde, özellikle Kiev’in ülkenin doğusunda yer alan ve Rus kuvvetlerinin kontrolündeki Zaporijya nükleer santralinin vurulacağı iddiasında bulunması ve Polonya’nın Washington’dan nükleer paylaşım programına dahil edilmeyi talep etmesi, çatışmanın NATO ile Rusya arasında cephaneliğin beşeriyeti yok edecek türden olacağı, tam teşekküllü bir savaşa evrileceği yönündeki korkuları artırdı. Öte yandan aradan geçen ayların ardından Batı ile Rusya arasında derin bir kopuş yaşanırken, bu kopuş nihayetinde tarafların hem askeri hem siyasi hem de iktisadi anlamda beklenenin üstünde bir dayanıklılık sergilediği görülüyor. Aşağıda tercümesi verilen makale, Rusya Dışişleri Bakanlığı ile bağlantılı Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) Akademik Direktörü ve tarih doktoru Andrey Kornutov’un imzasıyla, ilk olarak Hindistan merkezli düşünce kuruluşu Synergia Founfation’ın yayını INSIGHTS Magazine’de yayımlandı. Kortunov, savaşın başlamasından hemen sonra fazlasıyla gerçekçi (belki de karamsar) bir gelecek tablosu da çizmişti.


İlk kim geri adım atar? Avrupa’daki çatışma

Andrey Kortunov
RIAC
7 Temmuz 2023

Rusya ile Ukrayna arasındaki talihsiz çatışma yaklaşık bir buçuk yıl önce başladı ve Rusya, Avrupa, Asya ve ABD’deki pek çok uzman, bu çatışmanın oyunun kurallarını değiştireceğini iddia ettiler. Küresel siyasette ve ekonomide devrim niteliğinde değişimler tetiklendiği için dünyanın bir daha asla eskisi gibi olmayacağı söyleniyordu. Ancak daha sonra, Koivd-19 salgını için kullanılanlarla neredeyse aynı söylemlere başvuruldu. Uzmanların ve siyasetçilerin krizleri abartması ve dramatize etmesi tipik bir durum.

Ukrayna sonrası dünyaya bakış

Bu çatışmanın başlamasının ardından geçen bir yıl dört ayın ardından, söz konusu dramatik krizin ilk çıktılarını tanımlamak için tek bir kelime kullanılacak olsaydı, direnç olurdu. Tüm taraflar ve genel olarak uluslararası sistem, kayda değer derecede direnç gösterdi. Ukrayna toplumunun ve Ukrayna siyasi sisteminin dayanıklılığı, Ukrayna Silahlı Kuvvetlerinin dayanıklılığı oldukça dikkat çekiciydi. Pek çok uzman, Ukrayna’nın mücadelesini sürdürebilecek bir konumda olacağını tahmin etmiyordu. Rusya da muazzam bir direnç gösterdi. Bir yıl önce, Rusya’nın benzeri görülmemiş yaptırımların yükü altında ekonomik olarak çökeceği, Rus sosyal ve iktisadi sistemlerinin kırılganlığını göstereceği, Devlet Başkanı Putin’e yönelik kamuoyu desteğinin düşeceği ve siyasi muhalefetin Moskova’da rejim değişikliğini tamamlayacak ivmeyi yakalayacağı yönünde spekülasyonlar vardı. Böyle bir şey olmadı. Temel makroekonomik istatistiklere bakıldığında, Rusya’daki durum hükümetin kontrolü altında; hatta ülke çoklu ekonomik zorluklarla başa çıkma konusunda bazı Batılı komşularından daha iyi performans sergiledi.

Yaptırımlar elbette can yakıcı ama yine de Rusya ekonomik sisteminde bir dereceye kadar esneklik ve uyumluluk gösterdi; enflasyon ve federal bütçe oranlarına bakıldığında her ikisinin de dengede olduğu görülüyor. Benzer şekilde işsizlik de kontrol altında. Ülkenin büyük bir çöküşe ya da infilak etmeye yakın olmadığı aşikâr. Rusya, dayanıklılığını ve kaynakları harekete geçirme kabiliyetini gösterdi. Elbette bu özellikleri pek çok Avrupa ülkesi ve ABD de gösterdi. Rusya’ya karşı eşi benzeri görülmemiş yaptırımları uygulamaya koymakta epey hızlı davrandılar; bu da Batı’nın geçen yılın başında görülen ve devam eden eşgüdümünün altını çiziyor. ABD, Batı ittifakını kendi liderliği altında birleştirdi. Transatlantik ilişkilerle sınırlı kalmayıp Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeleri de içine alan küresel bir liberal demokrasiler koalisyonu ortaya çıktı. Batı’da bazı muhalif sesler olsa da, bütünlüğün yakın zamanda parçalanacağına dair herhangi bir işaret yok. Direnç terimi aynı zamanda Küresel Güney’in tutumunu tanımlamak için de kullanılabilir zira Küresel Güney, Rusya ve Batı arasındaki çatışmaya dahil olmama konusunda ısrarlı bir niyet belirtti. Bu durum çeşitli uluslararası forumlarda da gösterilmiş ve Küresel Güney’den Moskova’ya sürekli olarak önemli ziyaretçilerin gelmesi Küresel Güney’in tutumunun Batı’dan farklı olduğunu açıkça ortaya koydu. Bu durum, Güney ve Kuzey arasında var olan anlatılara ilişkin çıkar ve algı farklılıklarından kaynaklanıyor.

Genel uluslararası ortam

Uluslararası sistemin geneline bakıldığında, büyük çalkantıların yaşandığı görülüyor. Bununla beraber, etki göründüğü kadar felaket boyutunda olmadı. Küresel enerji krizi, tıpkı temel gıda maddelerinin fiyatları gibi, bu krizin arifesinde olduğu seviyeye geri döndü. 2008-09 mali krizinin aksine, küresel bir resesyon yaşanmadı. ABD ve İsviçre’deki bankaların çökmesiyle bazı finansal kurumların sallantıda olduğu ortaya çıktı, fakat sistem sağlam kaldı. Bundan sonra ne olacak? Akılda tutulması gereken birkaç bağımsız değişken var. İlk olarak, Ukrayna’nın karşı taarruzu olarak adlandırılan ve sonucunu tahmin etmek için henüz çok erken olan askeri çatışma sürerken, bu çatışmaların sonuçları Ukraynalılar için iyi bitmeyecek. Şu ana kadar Ukraynalılar tarafından çok fazla alan kazanılmadı. Kayıpları ağır ama yine de Ukrayna tarafından bazı sürprizler görebiliriz. Ancak temmuz başı ya da ortasına kadar dramatik kazanımlar elde edilmezse muhtemelen bu karşı taarruz ivmesini kaybedecektir. Bu çatışmanın sonucu ne olursa olsun, uluslararası sistem üzerinde biçimlendirici bir etkisi olacak. Bir diğer bağımsız değişken ise ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin dinamikleri. İki hükümetin ekonomik liderliği düzeyinde, her iki taraf da çöküşü önlemek için ellerinden geleni yapıyor. Fakat diğer yandan Tayvan önemli bir ihtilaf konusu olmaya devam ediyor. Ne yazık ki, iki ülke arasında büyük bir askeri çatışma şeklinde en kötü senaryo göz ardı edilemez. Batı’nın eşgüdümünün sürdürülebilirliği de mercek altında. Bazıları bu uyumun stratejik olmaktan ziyade durumsal ve taktiksel olduğunu söylüyor. Bu uyum yalnızca Rusya ile ilgili ve Çin ile bağlantılı değil. Ancak bu varsayım, özellikle gelecek yıl yapılacak olan ABD başkanlık seçimleri ışığında test edilmeyi bekliyor. Geleceğe ilişkin olarak, tartışmasız en önemli bağımsız değişken mevcut küreselleşme döngüsü ve bunun uzun süre devam edip etmeyeceği ya da sona erip ermeyeceği. AB’de doğrudan yabancı yatırımların, uluslararası ticaretin, uluslararası göçlerin ve sınır ötesi bilgi alışverişinin artması anlamında yeni bir küreselleşme teşebbüsü görecek miyiz? Bu görüntü net değil ama büyük güçlere bağlı olacak. Ve elbette Hindistan kilit aktörlerden biri olmaya devam ediyor.

Ukrayna’da çatışma sona mı eriyor?

Rusya’nın çatışmayı sürdürebileceği şüphe götürmez ve bu üç faktör tarafından destekleniyor. Birincisi askeri teçhizat. Rusya, Ukrayna’dan daha büyük bir sanayi tabanına sahip olduğu için avantajlı ve bu sanayi tabanı —en azından şimdilik—çatışmadan etkilenmiyor. Ukrayna savaşı Rus topraklarına taşımaya çalışıyor ama bu aşamalı teşebbüsler pek de başarılı değil. Öte yandan Ukrayna, Batı’dan çok sayıda askeri teçhizat alıyor. Batı çatışmaya dahlini giderek artırıyor. Görece küçük çaplı başladılar ve çoğunlukla savunma sistemlerinden Javelin tanksavar silahlarına, tanklara ve şimdi de F-16’lara geçtiler. Fakat bu dahlin da bir sınırı var. Avrupa silah ve mühimmat stoklarını son derece hızlı tüketiyor. Devlet Başkanı Putin, Rusya’nın dünyanın Ukrayna’ya verdiği silah ve mühimmatın yaklaşık üçte birini etkin bir şekilde imha ettiğini iddia ediyor; elbette doğru değerlendirmeler yapmak epey zor. İkincisi ise askeri personel meselesi. Mesele sadece ne kadar insanın askere alınabileceği ya da seferber edilebileceği değil, siperlere ne kadar eğitimli asker getirebileceğiniz. Ve burada her iki tarafın da belirli kısıtları söz konusu. Rus liderliği seferberliğin ikinci aşamasına karşı çıktı. Ancak gönüllüler ve sözleşmeli askerler var. Rus tarafında personel sıkıntısı yok. Ukrayna tarafında ise cepheye hala çok sayıda insan getirilebilir ama askerlerin kalitesi sorgulanabilir. Ukrayna askerlerini gerçek bir eğitimden geçirmeden savaşa sokuyor, yüksek kayıplarının nedeni bu. Üçüncü ve en önemli konu ise sosyal uyum ve kamu psikolojisi; insanların savaş hakkında ne hissettiği, kendi taraflarının kazandığına inanıp inanmadıkları ya da umutlarını kaybetmeye başlayıp başlamadıkları. Özellikle Ukrayna nüfusunun ruh hali hakkında güvenilir sosyolojik veri eksikliği nedeniyle doğru bir değerlendirme yapmak zor. Ancak bu direnç sınırsız değil; her iki tarafın da aşmaması gereken bazı kırmızı çizgiler olduğu bariz. Pek çok şey Batı’nın angajmanına ve dünyanın bu çatışmayla daha sistematik bir şekilde ilgilenmeye karar verip vermemesine bağlı olacak. Fakat bu tehlikeli zira durumun nükleer savaş seviyesine tırmanması anlamına gelebilir. Varşova ya da Baltık ülkelerinden bazı sesler NATO’nun doğrudan angajmanını savunuyor. Ancak bu NATO’daki baskın fikir değil.

Ve bu ABD tarafından desteklenen bir şey değil. Bu nedenle, Batı’nın Rusya ile doğrudan bir askeri çatışma başlatma teşebbüsü olmaksızın, bu aşamalı tırmanışı görmeye devam edeceğiz. Oyunun sonuna ilişkin olarak Rusya’da iki anlatı mevcut. Birincisi, askeri harekatın amacının Ukrayna’nın askerden arındırılması, Nazilerden arındırılması ve Donbass halkının korunması olduğunu ima eden minimalist anlatı. Eğer hedefler gerçekten de bunlarsa, o zaman Rusya muhtemelen Rusya Federasyonu’na yeni katılan bölgelerin güvenliğini sağlamaya odaklanmalı. Bu da Ukrayna’nın elinde kalan toprakları ele geçirmek ve Batı için bir tampon bölge oluşturmak anlamına geliyor. Ancak diğer anlatıya göre mesele toprak değil, Ukrayna’daki siyasi rejimin tabiatıyla ilgili. Eğer bu rejim değişmezse, her şeyi yeniden başlatmak için fırsat kollayacak irredentist bir liderlik arayışında olan, kesin anlamda Rusya aleyhtarı bir isyana şahit olacağız. Bundan kaçınmanın tek yolu, bazı siyasi değişikliklerin Ukrayna’yı şu anda olduğu kadar Rusya’ya düşman olmayan ve Batı etkisinin bugün olduğu kadar kayda değer olmayacağı bir ülkeye dönüştüreceğinden emin olmak. Rusya’nın tavrı daha sert ve katı olabilir, ancak nihai çözümden bahsetmek için muhtemelen çok erken. Acil hedef, daha sonra kalıcı bir siyasi barış anlaşmasına dönüştürülebilecek olana yardımcı olmak için gerilimi azaltma ve hatta tırmanma yönetimi olmalı.

Salıncak devlet Hindistan

Hindistan’ın dünyadaki en büyük demokrasi olduğunu söylemenin bir anlamı yok; ülkenin dış politikasının iki boyutunu çok dikkatli bir şekilde dengelemeye çalışması anlamında dünyadaki en büyük salıncak devlet olduğu da söylenebilir. Bir yandan büyük bir Avrasya gücü olmaya devam ediyor ve bu yıl Şanghay İşbirliği Örgütü’ne başkanlık ediyor. Aynı zamanda BRICS’in de aktif bir üyesi. Diğer yandan Hindistan’ın çok aktif olduğu ve ABD ile Hint-Pasifik bölgesindeki diğer kıyı ülkeleriyle ikili ilişkilere büyük yatırım yaptığı Hint-Pasifik yüzü de var. Hindistan’ın bu yılın sonlarına doğru gerçekleşecek olan G20 toplantısına hazırlanırken alacağı tutum, ülkenin hırs ve niyetlerinin oldukça önemli bir göstergesi olacak. Hindistan’ın tutumunun çoğunlukla taktiksel, dar tanımlı ulusal güvenlik veya ulusal kalkınma meseleleriyle sınırlı kalmayacağı, küresel dünya düzeninin reformuna ilişkin daha iddialı, daha büyük fikirler içereceği beklenebilir. Bu, Hindistan’ın bölgesel ya da kıtasal değil küresel bir lider olarak performans gösterme kabiliyetini ortaya koyması açısından eşsiz bir fırsat. Bu yıl bize Hindistan dış politikasının gelecekteki yönü hakkında —özellikle de ülkenin gelecek yıl seçimlerle karşı karşıya kalacağı düşünüldüğünde— çok şey söyleyecek. Rusya Federasyonu ile ilişkiler de dahil olmak üzere Hindistan dış politikasındaki sürekliliğin devam etmesi bekleniyor.

Hindistan-Rusya ilişkileri

Rusya ile Hindistan arasındaki ikili ticarette olan mevcut dengesizlikler ciddi bir faktör. Rusya’da şöyle bir düşünce var: ticareti dengelemeye çalışmak yerine, Rusya ticaret fazlasını Hindistan’da Rusya’nın ihtiyaç duyabileceği mal ve hizmetleri üretmek için doğrudan yabancı yatırımlara dönüştürmeye çalışmalı. Böylece Rusya geleneksel ekonomik işbirliği modeli olan ticaretin ötesine geçerek daha gelişmiş bir ekonomik işbirliği biçimi olan endüstriyel işbirliğine yönelecek. Ancak bu öneriye iki açıdan eleştiri getiriliyor. Birincisi, Hindistan’da çok fazla koruyucu rejim olduğu ileri sürülüyor; örneğin Hindistan, Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklıktan çıktı. Bu durum Rus yatırımlarının Rusya pazarlarına hizmet edebilecek şekilde kalibre edilmesini zorlaştıracak. Muhtemelen daha ciddi olan ikinci argüman ise, Hindistan’ın Batılı ortakları da dahil olmak üzere küresel ekonomiye iyi entegre olduğu düşünüldüğünde, Hintlilerin ikincil yaptırımlardan endişe duyması nedeniyle bu yatırımın zor olacağı. Rusya’nın Hindistan’daki üretim tesislerine yapacağı yatırımlar Batı’nın yaptırımlarına maruz kalabilir ve bu da yatırımları Hintli ortaklar açısından cazip olmaktan çıkarabilir. Başarılı olmak için her iki taraf da belirli konular ve fırsatlar üzerinde çalışmalı ve işbirliğini geliştirmeli. Geleneksel kalıpların ve geleneksel işbirliği alanlarının ötesine geçmeleri gerekecek. Örneğin Hindistan’ın silah ithalatını çeşitlendirmeye devam edeceği net ve Rusya da Delhi ile çalışmak istediği diğer geleneksel alanlarda ciddi bir rekabetle karşı karşıya kalacak. Fakat yeni fırsatlar da ortaya çıkacaktır. Bu tür bir teşebbüs, Afrika veya Orta Doğu’daki deneyimlerimizi karşılaştıracak bir Rus-Hint araştırma projesi olabilir. Belki de çok taraflı teşebbüsler, Afrika veya Orta Doğu pazarlarına girmek ve dünyanın bu bölgelerindeki ortaklarımızla çalışmak için tek taraflı teşebbüslerimizden daha verimli ve daha etkili olacaktır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version