DÜNYA BASINI

Seymour Hersh yazdı: Biden’ın Netanyahu problemi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze’de savaşı tırmandırma konusundaki kararlılığı Biden yönetimi nezdinde rahatsızlık yaratıyor. Uzun zamandır “isimsi kaynaklar” üzerinden Tel Aviv’e sinyal gönderen Biden, artık daha da açık konuşmayı tercih ediyor. Diğer yandan İsrail yönetiminin kuzey Gazze’den tehcir edilen sivillerin yerleştirildiği Refah’a da saldırı planlaması ve ateşkesten uzak durması, Amerikan istihbaratının “Netanyahu’nun kabinesi tehlikede” değerlendirmesini beraberinde getirdi. Dün de Politico’ya konuşan Amerikalı yetkililer, İsrail’in Refah’a saldırıyı başlatması halinde İsrail’e gelecekte yapılacak askeri yardımlara koşul koymayı değerlendireceğini söyledi.


Biden’ın Bibi problemi

Amerika’nın savaş karşıtı geçmişinden dersler ve bugünün başkanı için çıkış yolu

Seymour Hersh

12 Mart 2024

1967 yılının sonlarında Demokrat Parti içinde Güney Vietnam’daki savaşa karşı büyüyen hareket, savaştaki asker sayısını artıran ve günlük bombardımanı yoğunlaştıran Başkan Lyndon Johnson’a karşı koyacak bir lider arıyordu. Mevcut kaynaklardan öğrendiğimize göre Johnson, Jack Kennedy’nin yapamadığını yapma —Kuzey Vietnamlıları ve Güney’deki Viet Kong’u Amerikan ateş gücüne boyun eğmeye zorlamak ve yeniden seçilmesini kaçınılmaz kılacak şartlarda bir çözüm arama— kararlılığıyla Hanoi’den gelen muhtemel bir ateşkesle ilgili ipuçlarına yanıt olarak Amerikan bombardımanını birkaç günlüğüne bile olsa durdurmayı kararlılıkla reddetmişti. Hanoi, bombardıman devam ettiği sürece görüşme yapılamayacağı konusunda ısrar ediyordu.

Associated Press’in Pentagon muhabiri olarak, yoğunluğu çok az bilinen bombardımanın unsurlarını ifşa etmiştim. Savaşla ilgili eleştirel haberlerim sonunda Savunma Bakanı Robert McNamara’nın baskısıyla karşılaşan AP editörlerinin bana reddedeceğimi bildikleri bir görev değişikliği teklif etmelerine yol açmıştı. Böylece 1967’nin sonlarında bir kitap üzerinde çalışıyordum, yani işsizdim; o sırada savaşın önde gelen eleştirmenlerinden biri bana yaklaştı ve New York Senatörü Robert Kennedy’nin 1968 Demokrat başkanlık ön seçimlerinde Johnson’a meydan okumasının pek muhtemel olmadığını söyledi.

Amerika’da büyüyen ve benim de desteklediğim savaş karşıtı hareket —Güney Vietnam, o zamana dek yaklaşık 500 bin Amerikan askerinin savaştığı bir ölüm tarlasından biraz daha fazlasıydı— nihayet Senato’da Johnson’a karşı çıkmaya istekli kıdemli bir Demokrat bulmuştu. Bu kişi Minnesota’dan Eugene J. McCarthy idi. Yukarı Orta Batı’dan gelen pek çok ılımlı politikacı gibi o da komünizm eleştirmeniydi ama aynı zamanda Vietnam Savaşı’na da ölümüne karşıydı.

Senatörün basın sözcüsü ve metin yazarı olarak hizmet vermeye istekli olur muydum? Senato’da savaşa karşı olan pek çok kişi tanıyordum ama Amerika’daki pek çok kişi gibi, önemli Dış İlişkiler Komisyonunun son derece sessiz bir üyesi olan McCarthy hakkında çok az şey biliyordum. O zamanlar, düzenli maaşı olmayan bir serbest çalışan olmaktan daha az ödüllendirici bir şey yoktu ve McCarthy ile görüşmeyi kabul ettim. Ertesi gün için bir toplantı ayarlanmıştı bile (Bu deneyim hakkında daha önce burada yazmıştım).

Senatör oldukça çekici bir adamdı; üniversitede iyi bir atletti, formdaydı ve belli ki çok zekiydi. Ama toplantı tam bir fiyaskoydu. Johnson’a karşı aday olmaya zorlanmış ve basın operasyonunu ya da beni hiç umursamayan biri gibi görünüyordu. Ona kupürlerimden oluşan bir paket verdim, kabul etti ama hiç bakmadı ve benim hakkımda bildiği tek şey, o zamanlar Washington’da parlak bir köşe yazarı olan, arkadaşım ve komşum Mary McGrory’nin beni işe alması için onu teşvik ettiğiydi. Birkaç dakika sohbet ettikten sonra, “Sen yaparsın,” dedi ve beni ofisinden çıkarmak için ayağa kalktı. O günün ilerleyen saatlerinde Mary’ye beni kurtların önüne attığını ve bu çekingen senatör için çalışmamın mümkün olmadığını söyledim.

Beni ertesi gün New York’a uçmaya ve McCarthy’nin Lyndon Johnson’a meydan okuyan ilk konuşmasını dinlemeye çağırdı. Öyle de yaptım ve bir gün önce tanıştığım sıkılmış senatörün ne kadar derin ve cesur olduğu ortaya çıktı. Kampanya sırasında McCarthy, Vietnam’daki savaşın Amerikan bombalarıyla öldürülen masum siviller üzerindeki feci etkisi nedeniyle “ahlak dışı” olduğunu ilan etti. Daha önce Washington’da üst düzey bir siyasetçinin bu savaş hakkında ahlaki açıdan konuştuğunu hiç duymamıştım. Sonra da savaşın anayasayı da ihlal ettiğini söylemeye devam etti.

Çok etkilendim ve McCarthy için çalışmaya başladım; savaş hakkında bildiklerim ve sıkı çalışmam hoşuna gitmişti. Kısa süre sonra ve sonraki aylar boyunca ülke çapındaki gezilerde genelde onun tek yardımcısıydım. Senato’nun ve Amerikan istihbarat camiasının nasıl çalıştığı hakkında çok şey öğrendim. New Hampshire’daki kampanyası için müthiş bir kadro oluşturuldu ve savaşa ve başkana yönelik eleştirilerinde geri adım atmadı. Demokratların 12 Mart’taki ön seçimlerinde neredeyse Johnson kadar oy aldı. Üç haftadan kısa bir süre sonra Başkan yeniden seçime katılmayacağını açıkladı.

McCarthy’nin amacının netliğinde, dünyanın büyük bir kısmı gibi Hamas’ın 7 Ekim’de yarattığı dehşete öfke ve intikam arzusuyla karşılık veren Başkan Joe Biden için de bir ders var. Hamas’ın dikkatle planladığı İsrailli rehineleri kaçırma eylemine yaygın cinsel saldırılar ve sınırın birkaç kilometre ötesindeki küçük yerleşim birimlerinde yaşayan ve çiftçilik yapan savunmasız İsrailli ailelerin öldürülmesi eşlik etti. İlk saldırı sınırı açık bıraktı ve yüzlerce Gazze sakini kuşatma ve rehin alma eylemlerinde Hamas mensuplarına katıldı.

Bu noktada, İsrail’in Gazze’ye dönük bombardıman ve kara saldırılarının altıncı ayına girdiği, Amerika ve dünyanın öfkeyle izlediği sivil ölümlerinin arttığı bir dönemde, Biden zor durumdaki İsrail’e başlangıçta verdiği haklı desteği geri çekmediği sürece yeniden seçilmeyi başarmakta zorlanacaktır. Netanyahu’ya karşı durmalı ve en azından Hamas liderliğinden geriye kalanlarla esaslı görüşmelere kapı açabilecek bir ateşkes sağlanana kadar ABD’nin İsrail’e finansman, bomba ve diğer mühimmat sağlamaya devam edemeyeceğini söylemeli. Netanyahu’nun dört ila altı hafta sürecek bir savaşta lider kadrosu da dahil olmak üzere Hamas’ın tamamını yok etme hedefi, Gazze’de hala hayatta olan nüfusun yaşadığı sürekli terör ve umutsuzlukla bağdaşmıyor.

Haklı olsun ya da olmasın, çok az savaş düşman nüfusunun çektiği acılar nedeniyle sona ermiştir. Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki yirmi milyon can kaybı bize bunu anlatıyor. İsrail’in Gazze’de yaptığı gibi bir tarafın ordusu baskın olduğunda ve oradaki insanlar büyük acılar çektiğinde, kaybeden taraf ya teslim olur ya da yok edilir.

Netanyahu’nun bu noktada Hamas’a teslim olması için makul şartlar sunması gerektiğine inanan deneyimli bir Amerikalı uzmana danıştım. Ana unsurların şunlar olması gerektiğini dile getirdi:

— Hamas lideri Yahya Sinvar ve ekibinin İsrail kuvvetlerine teslim edilmesi.

— Hamas liderliğinin yargılanmak üzere Uluslararası Ceza Mahkemesine sevk edilmesi.

— Hamas’ın tamamen silahsızlandırılması.

— Hamas’ın kontrolündeki tüm rehinelerin serbest bırakılması ve esaret altında ölenlerin hesabının tam olarak verilmesi.

— Kısıtlanmamış insani yardım.

— Gazze’de denetimli seçimlerle özyönetimin yeniden tesis edilmesi.

— Yeniden yapılanma için yardımların sınırlardan geçişine izin verilmesi.

Netanyahu’nun böyle şartlar sunması olası mı? Kayıtlar bunu göstermiyor.

7 Ekim’de Başbakan, İsrail basınına göre kaybedeceği ve muhtemelen on yıldan fazla hapis cezasıyla karşı karşıya kalacağı dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma ve rüşvet suçlamalarıyla ilgili olarak kamuoyunda geniş yankı uyandıran bir davanın ortasındaydı. Yönetimi, istihbarat kurumları ve Amerika tarafından, Hamas’ın İsrail’in güneyinde, birkaç kilometre ötedeki zayıf savunulan bir grup yerleşime, yakındaki hafifçe savunulan bir istihbarat biriminden İsrail ordusu askerlerini rehin almak amacıyla sınır ötesi bir saldırı düzenlemek için aylardır eğitim yaptığı konusunda defalarca uyarıldı. Bu görev, İsrail’i ve dünyayı dehşete düşüren bir katliama dönüştü. İsrail ordusunun istihbarata yanıt verememesi Netanyahu’nun hatasıydı, zira suç her zaman en tepede durur. Başlangıçta başarısızlığını kabul etti ve kamuoyuna kapsamlı bir soruşturma sözü verdi. Böyle bir soruşturma henüz yapılmadı ve bu noktada konu dışı görünüyor. Sinvar ve Hamas’ı kontrol eden diğer şahsiyetlerin tutuklanması ve yargılanmasına odaklanmak yerine genel merkezlere başvurmak onun kararıydı. Washington’dan herhangi bir direniş görmeyen başbakan bunun yerine Gazze’ye topyekûn bir hava ve kara harekâtı emri vermeyi tercih etti; bunun emsali Başkan George W. Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin Usame bin Ladin ve El Kaide’nin 11 Eylül saldırılarına Afganistan’da Taliban’a ve Irak’ta Saddam Hüseyin’e karşı savaşarak karşılık verme kararıydı.

Farklı bir İsrailli lider, Sinvar ve diğer Hamas liderleri için insan avı emri verirken ordunun güvenlik başarısızlıklarına odaklanmayı seçer miydi? Netanyahu’nun bekleyen davası ve hayatının geri kalanını hapiste geçirme hayali, olacaklarda bir etken miydi? Bu sorular savaşın başlangıcında çok az soruldu ve şu anda büyük ölçüde yersiz.

Netanyahu’nun Hamas’taki herkesle savaşma, öldürme ya da ele geçirme ve Washington’un ne düşündüğünün canı cehenneme kararlılığı aylardır biliniyor ama Washington’daki basın mensupları tarafından sürekli yeniden keşfediliyor. İsrail’in askeri ve siyasi hakimiyetini Gazze ve Batı Şeria’ya yayma niyetinde ve bu konuda İsrail halkının ve İsrail’in Amerika’daki destekçilerinin çoğunun onayını almış durumda.

Bibi’nin son açıklamalarında kalan İsrailli rehinelerden bahsedilmemesi, bana söylendiğine göre, hayatta kalan rehinelere ilişkin mevcut istihbarat tahminlerinin giderek azalmasından kaynaklanıyor. İstihbarat camiası tarafından bilinen belirli tahminler var, fakat ne Washington ne de Tel Aviv bunları kamuoyuna açıkladı.

Almanya’da Politico/Bild’e verdiği son mülakatta Netanyahu, en rahat ve açık sözlü halini sergiledi. Biden’ın Gazze’deki ölümlerle ilgili aniden artan endişesini reddetti ve İsrail’in bir sonraki hamlesinin, bir milyondan fazla aç ve hasta Filistinlinin çadırlarda, yıkıntılarda ve açıkta, havadan atılan hazır yiyeceklerden uzakta toplandığı Refah’a topyekûn bir saldırı olacağını yineledi. “Oraya gideceğiz. Onların [Hamas’ın] peşini bırakmayacağız. Hamas’ın terörle mücadele taburlarının dörtte üçünü yok ettik ve son kısmını da bitirmek üzereyiz,” dedi. Hamas’ın sayısına ilişkin bu tahminin nasıl elde edildiğini açıklamadı ve geçen hafta sonu başlayan kutsal Ramazan ayı boyunca bir ateşkes fikrini reddetti. “Bir rehinenin daha serbest bırakıldığını görmek isterken” “müzakerelerde herhangi bir ilerleme” görmediğini söyledi. Rehinelerin serbest bırakılması bir zamanlar görüşmelerin başlıca nedeniydi.

Bunun nasıl sona ereceği bilinmiyor. Ve bu epey korkutucu.

Çok Okunanlar

Exit mobile version