Ortadoğu’daki kaos ivmesini artırarak bölgeye yayılıyor. Gazze, Lübnan ve şimdi de Suriye’de olanlar, bölgede aşama aşama gerçekleşen bir planın iyiden iyiye ete kemiğe büründüğünü düşündürüyor.
Bu planın en öne çıkan yansıması Amerika Birleşik Devletleri’nin, İsrail’in de teşvik ve yardımıyla sürdürdüğü İran’ı pasifize etme çabaları. İran’ın nükleer programı ve ideolojik yayılmacılığı ile mücadele etmeye odaklanan ABD ve İsrail, İran’ın bölgesel nüfuzunu azaltmak için devrede.
Peki, bu noktaya nasıl geldik? İran Şahı Rıza Pehlevi’nin 1979 İslam devrimiyle iktidardan uzaklaştırılması ile ABD, Ortadoğu’daki en önemli müttefiklerinden birini kaybetti. İran’ın 1979’daki rehine krizi ve Humeyni rejiminin ideolojik yayılma çabaları, Batı’nın İran’a yaklaşımını sertleştirdi. İran İslam Cumhuriyeti’nin Batı karşıtı ve İsrail’i yok etme söylemi, ABD-İran ilişkilerini keskin bir düşmanlık zeminine taşıdı.
ABD, İran’ı izole etmek için büyük ölçüde ekonomik yaptırımlar uygulamaya ve bölgedeki diğer müttefikleriyle İran’a karşı bir denge kurmaya çalıştı.
İran’ın Nükleer Programı
İsrail, İran’ın Lübnan’da Hizbullah’ı ve Filistin’deki çeşitli grupları destekleyerek bölgedeki varlığını tehdit ettiğini gördü. Nükleer silahlarla donanmış ve dokunulmaz bir İran ise kesinlikle kaçınılması gereken bir durum İsrail için. 1981’de İsrail’in Irak’taki Osirak nükleer reaktörüne düzenlediği saldırı, İran’ın nükleer programına yönelik benzer bir önleyici müdahale anlayışının sinyalini verdi. İran’ın nükleer programı 2000’lerden itibaren hız kazandı. 2002’de İran’ın Natanz’daki nükleer tesisinin ortaya çıkarılması, ABD ve İsrail’in İran’ı kontrol altına alma stratejisinde dönüm noktası oldu. ABD, İran’ın nükleer silah geliştirme riskini önlemek için çok taraflı müzakerelere öncülük ederken İsrail genellikle askeri seçenekleri gündemde tuttu. İranlı nükleer bilimcilere yönelik suikastlar ve Stuxnet gibi siber saldırılar, İsrail’in İran’ı pasifize etmek için gerçekleştirdiği gizli operasyonlardan sadece bazıları.
2011’de başlayan Suriye iç savaşı ile İran bölgedeki nüfuzunu iyice artırdı. İsrail her ne kadar, Suriye’deki İran hedeflerine düzenli olarak hava saldırıları düzenlese de İran’ın Suriye’deki gücünü kırmayı başaramadı.
Obama yönetiminde İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan 2018’de Trump yönetimi çekildi. Trump, ABD’nin İran’a karşı yaptırımları yeniden devreye soktuğu yeni bir baskı dönemini başlattı. Bu baskı politikası, İran’ın ekonomik kapasitesini sınırlandırmayı hedefledi ancak İran’ın bölgesel nüfuzunu artırmasına engel olamadı.
ABD’nin İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’ye yönelik suikastı, iki ülke arasındaki gerilimi daha da tırmandırdı. Süleymani’nin Irak’ta öldürülmesinden sonra İran, bölgedeki vekil güçlerine daha fazla yüklendi ve Irak, Suriye, Lübnan gibi ülkelerdeki vekillerine askeri, teknik ve finansal yardımlarını artırdı.
Biden yönetimi, İran nükleer anlaşmasına dönmeyi amaçlasa da müzakereler sonuca ulaşmadı. İsrail halıhazırda herhangi bir anlaşmayı yetersiz buluyor ve İran’a yönelik askeri tehditlerini sürdürüyor. İran’ın nükleer programında silah seviyesine ulaşması durumunda, İsrail’in tek taraflı bir askeri müdahalede bulunması ve ABD’nin de bu tür bir operasyona dolaylı destek vermesi özellikle Trump yönetiminde gayet olası.
İsrail’e Karşı Direniş Ekseni
İran, ekonomik yaptırımlara rağmen Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi gibi vekil güçlerini destekleyerek bölgesel nüfuzunu artırmaya devam etti.
7 Ekim 2023’te Hamas’ın gerçekleştirdiği Aksa Tufanı Operasyonu sonrası Ortadoğu’daki dengeler sarsıldı. 19 Mayıs 2024 tarihinde İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın şüpheli bir helikopter kazasında hayatlarını kaybetmesinden sonra Ortadoğu’da İran’ın nüfuzu azalmaya başladı.
İsrail’in Lübnan’da gerçekleştirdiği çağrı cihazları ve telsiz patlatma operasyonlarından sonra başladığı yoğun hava saldırıları esnasında Hizbullah, İran’dan beklediği desteği bulamadı. Zaten Hizbullah, en üst düzey komutanı Fuat Şükrü’nün suikastine misilleme yapmak için İran’ı beklemeyeceklerini ve kendileri İsrail’e bunun bedelini ödeteceklerini açıkladı.
İran’ın desteklediği Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniyye’nin İran topraklarında suikaste uğraması dikkat çekici. Helikopter kazasından sonra dile getirilmeye başlayan, İran’daki muhaliflerin yabancı ülkelerin istihbarat servisleri ile işbirliği içinde olmalarının olasılığı bu suikast ile perçinlendi.
Lübnan’da üst üste darbeler alan Hizbullah, efsanevi lideri Hasan Nasrallah’ın da suikastle öldürülmesi direniş ekseni için dönüm noktası oldu. Haftalarca süren yoğun hava bombardımanları ve çok zayiat verdiği kara harekatı ile Hizbullah’ı zayıflatmaya çalışan İsrail, 60 günlük bir ateşkese razı oldu.
Ateşkesin başladığı günün akşamında ise Suriye’deki Esad yönetimine karşı gruplar saldırıya geçerek Halep’i ele geçirdi. Hama ve Humus’a da hızla ilerleyerek ele geçirmeyi başaran muhalifler Şam’a doğru ilerliyor. Muhalif gruplar arasında başı çeken Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) yani Şam Kurtuluş Heyeti ABD, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve Türkiye’nin de terör listesinde. ABD, İngiltere ve İsrail tarafından silahlandırıldığı ve eğitildiği iddia edilen HTŞ, Suriye’de İran’ın nüfuzunu sekteye uğratma yolunda önemli bir adım olarak görünüyor.
Suriye’deki muhtemel zemin kaybı İran’ın Hizbullah ile olan kara koridorunu da etkilerse, Lübnan’daki nüfuzunu da ciddi manada erozyona uğrayacaktır. Kendi iç dinamiklerinin de hassas olduğunu ve eli kulağındaki Trump yönetiminin İran’a bakışını göz önünde bulundurursak, İran içeriye dönerek şimdilik dengede tutmayı başarıyor.
Uzun lafın kısası, İran’ın Şii hilali, “yeni ay” olma yolunda…