Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen iki günlük NATO Zirvesi birçok açıdan kritik bir dönemeci temsil ediyor. Türkiye’nin İsveç’in ittifaka üye olmasına yeşil ışık yakması, Ukrayna’ya güvenlik garantilerinin verilecek olması ama üyeliğe henüz kabul edilmemesi, başta Çin ve Rusya olmak üzere birçok hedef belirleyen ve tüm dünyayı askeri planlamanın bir parçası haline getiren yeni savunma konsepti önemli başlıklar olarak öne çıkıyor.
İstanbul Aydın Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, İsveç’in NATO üyeliği üzerinden ABD ile Türkiye arasında bir pazarlık dönmesinin akla yatkın olduğunu düşünüyor. Türkiye’nin bu pazarlık ile birlikte batı kampına, yeni jeopolitik gerilimler söz konusu olduğunda, “Beni istiyorsan, karşılığında bir şeyler vermelisin,” mesajını verdiğini düşünen Oğuzlu, Washington’un da Ankara’yı Moskova-Pekin eksenine kaptırmamaya karar vermiş göründüğünü söylüyor.
Avrupa’nın kendi kendisini savunma kapasitesine sahip olmadığını görüldüğünü belirten Oğuzlu, şu anda Yaşlı Kıta’nın patronunun ABD olduğunun altını çiziyor. NATO’nun Avrupa’da büyük bir bağımlılık ilişkisi yarattığına dikkat çeken Oğuzlu, Almanya ve Fransa’nın da ABD’siz bir Avrupa düşünemeyeceğine inanıyor.
Son olarak Oğuzlu, NATO’nun yeni savunma konsepti ile birlikte bir saldırı savaşı başlatmayacak olsa bile, yeni planlamanın dünyada neredeyse askeri planlamaya dahil edilmemiş bir bölge bırakmadığına ve her şeyin ‘güvenlikleştirildiğine’ işaret ediyor. ABD’nin NATO’yu Rusya ile doğrudan bir savaşa sokarak 3. Dünya Savaşını başlatmak istemediği, fakat Rusya’yı olabildiğince hırpalayacak bir yıpratma savaşı düşüncesinin olabileceği de Oğuzlu’nun yorumları arasında.
‘TÜRKİYE İPLERİ KOPARMAYI GÖZE ALAMADI’
Türkiye, Macaristan ile birlikte uzun süredir İsveç’in NATO üyeliğine itiraz ediyordu. Ankara, ‘terörle mücadele’ konusundaki çekincelerini dile getirirken, Budapeşte de AB Dönem Başkanı olması nedeniyle Stockholm’den gelen ‘hukukun üstünlüğü’ gibi eleştirileri nedeniyle üyeliği engelliyordu. Belli ki ABD’nin müdahalesi ile önce Türkiye, sonra da Macaristan İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yaktı. ABD, herhangi bir pazarlık yapmadıklarını söylüyor. Sizce bu inandırıcı mı? ABD’den bir şey almadan Türkiye’nin engelini kaldırması mümkün mü?
Bence mümkün değil. Bu, uluslararası siyasetin doğasına uygun bir durum olur. Ülkeler farklı uluslararası örgütlerin içerisinde yer alıyorlar ve kurumsal imtiyazlarını, sonuç almak adına, araçsal bir mantık çerçevesinde kullanabilirler. Pazarlık yapmak çok doğal.
Türkiye, prensip olarak, NATO’nun genişlemesine karşı bir ülke olmadı hiçbir zaman. Hele, NATO’nun içinde bir konsensüs oluştuğunda Türkiye kesinlikle yalnız kalmayı göze alıp bir veto politikası uygulamadı geçmedi, şu anda da uygulamadı. Değişen bir şey yok. Ama İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmak istemeleri özel bir konjonktürde gündeme geldi. Türkiye’nin güvenliğini çok doğrudan etkileyen bir savaş var Karadeniz’de, Ukrayna ile Rusya arasında ve her iki ülkenin de NATO’nun genişlemesine yönelik ciddi pozisyonları var. Dolayısıyla Türkiye yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih etti.
Ayrıca biliyoruz ki, NATO’nun en büyük ve en güçlü ülkesi ABD ile Türkiye arasında, adı kriz olmasa da, bir soğukluk vardı uzun süredir. F-16 satışı, iki ülkenin Suriye’de farklı politikalar izlemeleri, Türkiye’nin Rusya’ya karşı yaptırımlara katılmaması, FETÖ ile bağlantılı kişilerin ABD’den Türkiye’ye iade edilmemesi bu gerginlik noktaları arasındaydı. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD’den bir şeyler alması karşılığında İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakması bu nedenle bana pek absürt gelmiyor.
Ayrıca Türkiye’de seçimler oldu. AKP, MHP ile birlikte parlamentoda çoğunluğu elde etti ve Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak bir beş yıl daha ülkeyi yönetecek. Yeni dönemde, Türkiye’nin batı ile ilişkilerini daha sağlam bir zemine oturtmada bir kararlılığı var gibi görünüyor. Bunu zorlayan ekonomik sıkıntılar da var. Türkiye, İsveç ve Finlandiya konusunda ipleri koparma riskini açıkçası göze alamadı.
Bu pazarlıkta Türk tarafının AB üyelik sürecinin canlandırılmasını talep etmesi bence çok önemliydi. Şu ana kadar yapılagelen tartışmalarda bu dikkatimizi çekmeyen bir unsur. Ben bunu şöyle yorumluyorum: Yeni bir Soğuk Savaş ortamı var. Liberal-demokratik batı dünyası ile illiberal-otokratik Çin ve Rusya ekseni arasında. Türkiye batıya şu mesajı da vermek istiyor olabilir: Bu mücadelede, benim gibi önemli bir ülke ile işbirliği yapmak ve beni kendi safında görmek istiyorsan, hele bu noktada NATO’nun genişlemesini onaylamamı bekliyorsan, bu çok ucuza olmayacaktır, benim de senden bazı taleplerim olacak. Benim de NATO’nun güney, Avrupa kanadının bir parçası olarak, bunu güçlendirmek adına F-16’lara ihtiyacım var. Burası önemli, çünkü Türkiye’nin ulusal savunmasının yanı sıra, NATO’nun güneydoğu kanadına da katkısı var. Bu kapsamda F-16’lara yönelik vetoyu kaldıracak ve Kongre’de elinden geleni yapacaksın.
BATIYA MESAJ: BENDEN ÇİN YA DA RUSYA ÇIKARMAYA ÇALIŞMAYIN
Artı, ben artık AB ile transactional, al-ver tarzı bir ilişki istemiyorum. Ben artık AB üyeliği çerçevesinde yeniden tanımlanmış, daha sağlam bir zemine oturmuş, eli yüzü düzgün, tünelin ucundaki ışığı görebileceğim bir mekanizma çerçevesinde Avrupa ile yakınlaşmak istiyorum. Yoksa bu al-ver ilişkisi, transactional işbirliği kriz üretiyor. Çünkü kısa ve orta vadeli çıkarlar bugün var ama yarın olmayabilir. Tarafların çok pragmatik davranması iyi sonuçlar üretmeyebilir.
Dolayısıyla, bunlar aynı zamanda Türkiye’nin batı dünyasına yeniden katılmak istediği şeklinde de yorumlanabilir. Türkiye batıya diyor ki, “Bu jeopolitik mücadelede beni yanında tut. Buradan sen fayda elde edersin. Beni gözden çıkarma. Benden bir Rusya, benden bir Çin oluşturmaya sakın kalkma.”
Bu da satın alınmışa benziyor. Biden, Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyoruz, bu konuda elimizden geleni yapacağız, diyor. ABD’nin ulusal çıkarlarına da uygun bu. ABD hep böyle davranmıştır, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiştir. 1999 Helsinki’de AB aday üyeliği almamızda ABD’nin lobi faaliyetleri etkili olmuştur. Burada yeni bir şey yok. Burada yeni olan şey şu: Batı artık Türkiye’yi Rusya-Çin ekseninden kendi tarafına çekmeye karar vermiş görünüyor.
Ezcümle, Türkiye, “NATO’nun Kuzey Avrupa kanadını destekliyorum; aynı şeyi NATO’nun güneydoğu Avrupa kanadında da yapma niyetim var,” diyor. Yunanistan ile ilişkiler de iyileşme trendine girdi. İhtiyacım olan hava savunma sistemlerini satın almasına yardımcı olmalarını istiyor.
Zaten anlaşıldığı kadarıyla ABD Kongresinde bazı etkili senatörler hâlâ Türkiye’ye engel çıkarmaya devam etse de Bob Menendez önümüzdeki hafta bu engeli kaldıracağına dair bir sinyal vermiş. Biden yönetimi Kongredeki bu direnişi kıracak gibi görünüyor.
Kıracak gibi görünüyor ve açıkçası Erdoğan hükümeti de Biden’ın işini kolaylaştırdı İsveç’in üyeliğini onaylayarak. Bu bir yeşil ışık, bir iyi niyet beyanı. İsveç de senin için AB içinde çalışacağım diyor. Türkiye hem AB’ye üye olmak istiyor, hem de NATO’nun güvenliğini ABD kadar önemsiyorum mesajını veriyor.
Bu zaten ABD’nin görmek istediği şey. Çünkü ABD’nin son yıllardaki jeopolitik algısı, iki kutuplu bir dünya düzeni üzerine ve güçlü bir batı bloku kurmak istiyor. Türkiye’nin de burada olmasını ister.
Bir de, NATO’nun güçlenmesi ve genişlemesi ABD silah endüstrisi için de muazzam bir fırsat. Birçok NATO ülkesi de askeri modernizasyonu Amerikan silahlarını alarak yapıyor. Avrupa silah endüstrisi ABD kadar gelişmiş değil.
‘NATO MÜTHİŞ BİR BAĞIMLILIK İLİŞKİSİ YARATMIŞ DURUMDA’
Yeni savunma konsepti ile birlikte ABD’nin Avrupa’daki egemenliğini pekiştirdiği bir döneme de mi giriyoruz? Batı medyasında zirveden önce yapılan haberlerde, ABD’nin NATO savunma harcamaları içerisinde yüzde 70’lere varan payına sürekli dikkat çekildi. ABD ipleri daha sıkı tutarak, komutayı da merkezileştiriyor mu?
Bu cevabım tek kelimeyle evet. Hem Ukrayna savaşı, hem de Rusya’nın askeri anlamda yayılmacı tutumu, Avrupa güvenlik mimarisine yönelik saldırılar, Avrupa’nın bunu kendi imkan ve kapasitesiyle karşılayamayacağını görmüş olması, özellikle Orta ve Doğu Avrupa’nın ABD’den aldığı güvenlik garantilerini çok fazla önemsemeleri ve Almanya ile Fransa’nın vereceği garantilere çok fazla inanmamaları bunda etken; dahası, Almanya ile Fransa’nın da ABD’nin içinde olmadığı bir askeri modernizasyonda çok da bir şey yapmaya hevesli olmadıkları görülüyor.
Bugün New York Times’ta bir makale yayınlandı. Yazar, “Siz NATO’nun ne olduğunu düşünüyorsunuz?” tarzı bir soru soruyor yazar. NATO aslında nedir? ABD’nin Avrupa kıtasındaki askeri hegemonyasını meşrulaştıran, Amerikan silah şirketlerinin daha fazla silah satarak kâr etmesini mümkün kılan ve Washington’un küresel ölçekteki askeri müdahalelerine müttefik devşirebileceği bir ortam sunan bir birliktir. NATO’nun özü, ABD’nin Avrupa’nın en önemli güvenlik aktörü olmasını mümkün kılması. NATO müthiş bir bağımlılık ilişkisi yaratmış durumda.
Bakın şöyle bir istatistik vereyim: 2008 senesinde ABD’nin ulusal zenginliği 14,5 trilyon dolar, AB ise 16,5 trilyon dolar (İngiltere dahil). 15 sene sonra ABD 26,9 trilyon dolara çıKmış, AB ise İngiltere ile birlikte 19 trilyon dolara gelmiş. Makas ABD lehine açılmış. Bir de buna Ukrayna savaşından sonra askeri anlamda da iki taraf arasındaki işbölümünün ABD lehine açıldığını eklerseniz, Avrupa’nın kendi güvenliğini kendisinin sağlamasının ne kadar zor olduğunu görürsünüz. O hayal var, bunu yadsımıyorum ama uygulanabilir mi, pek mümkün görünmüyor. Şu anda Avrupa’nın patronu ABD.
Bununla bağlantılı bir Ukrayna meselesi var. Zirveye giderken, aşağı yukarı tahmin edildiği üzere, Kiev’in NATO üyeliğinin hemen olmayacağı ortaya çıkmıştı, özellikle ABD ve Almanya’nın itirazları sonucunda. Biden, NATO’nun birliğini en üst sıraya yazmışken, Ukrayna meselesindeki tökezleme, NATO’nun iç uyumuna bir halel getirir mi?
Ukrayna meselesinin NATO’nun iç uyumuna bir zarar vereceğini düşünmüyorum. Ukrayna’nın yapacak başka bir şeyi yok. Ukrayna için NATO üyelerinin askeri desteğin devam etmesi önemli. NATO üyeleri, Ukrayna’ya desteğe devam edeceklerini söylüyorlar. Ayrıca Membership Action Plan’dan [Üyelik Eylem Planı – MAP] da vazgeçtiklerini söylüyorlar. NATO üyeleri oybirliğine varırsa, MAP olmadan Ukrayna’nın daveti mümkün hale geldi. NATO ile Ukrayna arasında da bir konsey kurulması planlanıyor. Bunlar Ukrayna açısından olumlu gelişmeler.
Ama bir de gerçeklik denen bir şey var. ABD de aklını peynir ekmekle yemiş değil. Olası bir tırmanma 3. Dünya Savaşına gidebilir ve ABD bunu istemiyor.
ABD savaşın uzamasını istiyor mu istemiyor mu, bu da tartışılıyor. Bu karardan, bir yıpratma savaşı, Rusya’yı biraz daha etkisizleştirmek istediği sonucu da çıkabilir bu karardan. Diplomatik bir çözüm isteyen ABD böyle davranmayabilir. Savaşın uzaması, Rusya’nın biraz daha hırpalanması, Rusya ile Çin arasındaki çatlakların artırılması ABD’nin hedefi olabilir.
Şunu da söylemek gerek. Ukrayna’nın tam üyeliğinin olmaması dolaylı yollardan Putin’e bir koz veriyor. Eğer savaş bitmezse Ukrayna’nın üyeliği gerçek olmayacak ve Putin bu durumda savaşı asla bitirmeyebilir. Bu da savaşı sürdürülür kılar. Böyle bir risk de var.
Dolayısıyla Ukrayna’nın şu anda mı NATO üyeliği daha iyidir, yoksa savaş bitip anlaşma sağlandıktan sonra mı alınması iyidir? Bu tartışmalar sürüyor.
‘ASKERİ PLANLAMAYA DAHİL EDİLMEYEN YER KALMADI’
Son olarak NATO’nun yeni savunma konseptine gelirsek… Yeni konsept, gerçek bir savaş planlaması mı? NATO aynı zamanda ulusal savunma sanayileri arasındaki eşgüdümü artırmayı, silah ve mühimmat üretimini artırmayı da planlıyor. Bunun 100 yıl önceki adı savaşı ekonomisi’ idi. Sizce NATO bunu mu vaaz ediyor?
Bu soruyu Stoltenberg’e sormuş olsanız, yüksek ihtimalle şöyle bir cevap verirdi: “Biz NATO’nun caydırıcılığını güçlendirmek adına, düşmanlarımızı korkutmak, onlara gözdağı vermek, bize saldırmanın ne kadar maliyetli olacağını göstermek adına bunu yapıyoruz.” NATO’nun yeni bölgesel komutanlıklar aracılığıyla bir saldırı düzenlemesi mümkün görünmüyor.
Ama bu tarz bir askeri yapılanma, hayatın her alanını güvenliğin konusu haline getiriyor. NATO, geleneksel devletten devlete saldırıların ötesine geçip neredeyse her alanda bir güvenlikleştirmenin içine girmiş durumda, her şey güvenliğin bir konusu. Bu da uluslararası sistem düzeyinde bloklaşmaları, kutuplaşmaları ve askeri çatışmaları tetikleyebilir önümüzdeki yıllarda. Çünkü Rusya başta olmak üzere, Çin gibi ülkeler bu yeni konseptten memnun olmayacaktır. Bir de Hint-Pasifik bölgesinde NATO’nun boy göstermesi de artık söz konusu. Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Japonya NATO’nun küresel ortakları olarak yine bu zirveye davet edildiler. Bu da NATO’nun Hint-Pasifik bölgesinde, ABD’nin ileri bir karakoluymuş, Çin’i kuşatma stratejisinin bir parçasıymış gibi kullanılmasını akla getiriyor bu ortaklarla birlikte. Bu da küresel istikrarsızlığa neden olur diye okunabilir. Çok büyük bir alana yayılmış bir askeri planlamadan bahsediyoruz. Neredeyse askeri planlamaya dahil edilmemiş bir coğrafya bırakmıyor NATO dünya ölçeğinde. Benim kişisel görüşüm, bunun çok da iyi olmadığı yönünde.