Medya tabiriyle haber ajanslara bomba gibi düştü. Türkiye’yi son yıllarda en fazla meşgul eden Suriye’deki PKK olarak bildiğimiz PKK/PYD’nin çatı kuruluşu SDG (Suriye Demokratik Güçleri) sonunda HTŞ (Heyet Tahrir el Şam) yönetimi lideri ve Suriye Devlet Başkanı eski adıyla El Colani yeni ismiyle Ahmet el Şeraa ile bir uzlaşmaya varmış. Haberin ajanslara düştüğü pazartesi (10 Mart) akşam saatlerinden itibaren medya PKK/PYD’nin kendini tasfiye edeceğinden, Suriye’nin toprak bütünlüğünün garanti edildiğine, federasyonun reddedildiğinden İsrail’e yeni bir tokat patlatıldığına kadar sevinç çığlıkları atarken konunun Türkiye açısından ne denli büyük bir başarı (!) olduğunun altını çizen uzmanların yorumlarını halka aktarıyordu. Esat’ın 8 Aralık 2024 tarihinde ülkeyi terk etmesinin ardından komşu ülkeyi fethettiğimiz hatta hızımızı alamayıp Suriye’nin ve başka Orta Doğu devletlerinin şehirlerine plaka numaraları dağıttığımız günlerin havası ekranlara geri gelmiş gibiydi.
UZLAŞMA NELERİ İÇERİYOR?
Oysa sekiz maddeden oluşan uzlaşma metni pek de öyle bir pembe tablo çizmiyor hatta dikkatlice incelendiğinde Suriye’nin adı konulmamış bir federasyona dönüştü(rül)ğünü gösteriyor. Şöyle ki, SDG’nin Suriye hükümeti ile bir anlaşma imzalıyor olması zaten federal bir yapının inşa edildiği anlamına gelir. Çünkü bir tarafta bir devlet yani Suriye var öte yanda ise kendisini devlet veya devletleşme yolunda gören ve Türkiye tarafından terör örgütü olarak kabul edilen bir yapı var. Yani başka bir ifadeyle PYD/PKK’nın omurgasını oluşturduğu SDG Suriye devleti ile antlaşma imzalayan taraf. Normalde devletler ya devletlerle ya da uluslararası örgütler ve buna benzer antiteler ile anlaşmalar imzalar. SDG ile Suriye devleti bir anlaşma/uzlaşma metnine imza atmışsa eski tabirle buna bir mim koymak lazım gelir.
Anlaşmanın birinci maddesinde ifade edilen Suriye’de ‘dini veya etnik kökene bakılmaksızın liyakate dayalı temsiliyet ve siyasi katılım hakkının güvence altına alınması’ konusu ilk bakışta çok olumlu gibi görünse de bir sonraki maddede belirtilen ‘Kürt toplumunun Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olarak tanınması ve anayasal haklarının garanti altına alınması’ hususlarıyla birlikte değerlendirildiğinde pek de öyle olmadığı, içinde ciddi sorunlar barındırdığı daha iyi anlaşılır. Burada adı konulmamış bile olsa (Suriye anayasasının nihai metninin nasıl oluşacağıyla bağlantılı olarak) bir federal yapı söz konusudur.
Eğer Suriye’de bir Kürt toplumu varsa ve bu toplumun varlığı anayasal olarak tanınacak ve hakları (bunun içeriği anayasada ortaya çıkacaktır) anayasal güvence altına alınacaksa diğer etnik ve mezhebi gruplar da benzeri taleplerde bulunacaklardır. Örneğin yoğunluklu olarak Suriye’nin sahil kesiminde yaşayan ve geçtiğimiz günlerde HTŞ tarafından korkunç katliamlara maruz bırakılan Alevilerin de aynı taleplerle ortaya çıkması kaçınılmazdır. Esat’ın ülkeyi terk ettiği 8 Aralık 2024 tarihinden hemen sonra İsrail’in işgal ederek kontrol sağladığı topraklarda yaşayan Dürzi toplumu için de aynı durum geçerlidir. Zaten Dürziler HTŞ merkezli bir radikal İslami rejim altında yaşayamayacaklarını; buna mecbur kaldıkları takdirde İsrail’e katılmayı tercih edeceklerini kendi toplum liderleri tarafından defalarca açıkladılar. Dürzi bölgesinin güneyinin yani Golan bölgesinin 1967 savaşında İsrail tarafından işgal ve ilhak edilen (uluslararası hukuk açısından Suriye toprağı olmakla birlikte) topraklar olduğunu hatırlayacak olursak onların bu tehditlerinin ne kadar ciddi olduğunu daha iyi anlamış oluruz. O zaman Suriye’nin bölünmeye gidecek şekilde bir federasyona sürüklendiğini ve bu tür etnik, dini ve mezhebi federasyonlarda liyakat yerine genellikle etnik, dini, mezhebi yapılara ayrılan kotaların personel alımı gibi konularda daha etkili olacağını vurgulamak gerekir.
Kürt toplumunun Suriye devletinin ayrılmaz bir parçası olarak anıldığı ve vatandaş olma dahil tüm anayasal haklarının Suriye devleti tarafından sağlanması meselesi, oluşturulması düşünülen federasyonun kapısının epeyce geniş tutulduğunu gösteren bir işaret. Çünkü burada bir ‘Kürt halkı’ varsa ve o halkın anayasal haklarından söz ediliyorsa bu durumda anayasanın ‘halklar’ esaslı olarak tanzim edilmesi gerektiğini ortaya koyar. Muhtemelen yapılacak Suriye anayasasının temel maddelerinden birisi ‘Suriye devleti Arapların, Kürtlerin, Dürzilerin, Alevilerin…’ ortak devletidir veya ‘Suriye Arapların, Kürtlerin, Dürzilerin, Alevilerin…’ ortak ülkesidir/vatanıdır gibi bir cümleyle başlayacaktır.
Bu durumda Suriye’nin en az dört veya beş parçalı otonom veya federe yapılardan oluşacağını düşünebiliriz. Bu otonom/federe yapıların muhtemelen kendi parlamentoları, asayiş (polis, jandarma) ve yargıyı içerecek şekilde iç yönetimleri ve PKK’nın pek sevdiği tabirle ‘öz savunma güçleri’ de olacaktır. Kısacası Irak’taki parçalı ve merkezi hükümetten olabildiğince kopuk Kuzey Irak Kürt Federal Yönetimi şeklinde ve benzeri içeriklere sahip dört veya beş otonom/federe üniteden bahsedebiliriz. İsrail’in istediği doğrultuda oldukça zayıf bir merkezi hükümetten oluşacak böyle bir devletin ciddi bir orduya sahip olmasının düşünülemeyeceğinin de altını çizmek gerekir. Bu tür adı konulmuş veya konulmamış bir federasyonda herkesin gayet mutlu bir şekilde yaşayacağını ve farklı halkların birbirlerine fevkalade saygılı davranacaklarını, yetki paylaşımı konularında sorun çıkartmayacaklarını düşünmek aşırı derecede iyimserlik olur. Normal şartlarda ayakta kalmaları neredeyse imkansız olan bu tür etnik, dini, mezhebi federal yapıların Orta Doğu gibi başta İsrail ve Amerika’nın sürekli olarak karıştırdıkları bir coğrafyada sorunsuz ayakta kalmaları ihtimali hemen hemen sıfır mertebesinde olsa gerektir. İlk fırsatta kendi iç sorunlarından patlayacak bir anlaşmazlığın dış güçlerce manipüle edilmesi sonucunda bir iç savaş veya mevzii çatışmalar sonucunda parçalanma sürecine sürüklenmeleri ihtimalini hiç yabana atmamak gerekir.
Anlaşmanın ‘yerlerinden edilmiş bütün mültecilerin eski yerlerine (köylerine ve kasabalarına) dönüşlerinin sağlanması ve güvenliklerinin Suriye devleti tarafından garanti edilmesi’ hakkındaki beşinci maddesi ilk bakışta Suriye dışına çıkmış/kaçmış sığınmacıların geri dönüşleriyle alakalı gibi görünse de öyle olmayabilir. Çünkü eğer bu maddede Suriye dışındaki sığınmacıların dönüşü ele alınmış olunsaydı konunun bu anlaşmanın bir parçası olmasına gerek olmayabilirdi. Neticede böyle bir mesele tamamen Suriye merkezi hükümetinin yetki alanındadır. Eğer PKK/PYD kontrolündeki bölgelerden etnik temizlik yoluyla evlerini terk etmeye zorlanan ve birçoğu ülke dışında bulunan sığınmacılar kastediliyorsa bu cümlenin daha farklı bir yazımına ihtiyaç olurdu. Öyle anlaşılıyor ki, burada bahse konu olan ‘mülteciler’ Türkiye’nin kontrolü altında bulunan topraklardan kaçmak zorunda olan PKK/PYD grupları ve bunların bu topraklara geri dönüşünün Suriye devleti tarafından garanti edilmesi… Bu da ileriki yıllarda Türkiye’yi kontrolü altındaki topraklardan çıkmaya zorlamanın başlangıcı olabilir.
Suriye politikamız 2011 yılından bu yana hiçbir zaman ulusal çıkarlara dayalı olmadı. Bir yandan PKK/PYD’nin kukla otonom devlet statüsü elde etmemesi için kuvvet kullanarak (ki, doğruydu) mücadele ettik; öte yandan da Esat yönetimini zayıflatmak ve sonunda devirmek için elimizden geleni yaptık. Sonuçta Esat yönetimi devrildi ve PKK/PYD çok ciddi bir otonomi elde etme aşamasına geldi. Suriye’nin parçalı hale gelmesi ve bir sonraki aşamada dağılması senaryoları pek de uzak değil.
Esat yönetimi (Baas) zamanında PKK/PYD Türkiye tarafından sıkıştırıldıkça Şam hükümetinin kapısını defalarca çalıp, ‘bize bir otonomi verin, biz de size katılalım ve Türkiye’ye karşı birlikte mücadele edelim’ önerisini ortaya attı ve her defasında ‘sizler Amerika ile işbirliği yapan hainlersiniz. Suriye ulus devlettir ve üniter yapıdadır. Biz size veya başka birilerine bu anayasal yapıcı bozacak hiçbir şey vermeyiz, sadece 2012 anayasasında bulunan mahalli idarelere yönelik bazı düzenlemeleri yürürlüğe koyabiliriz, o da bütün Suriye için geçerli olur sadece sizin için değil’ cevabını almıştı. Sonuçta fethettiğimizi söylediğimiz bir Suriye ve tamamen ‘bizim çocuklar’ diye anlattığımız bir yönetim var ve onunla PKK/PYD çok geniş bir özerklik içeren antlaşma imzaladı. Sormadan edemiyorum. Nihai amacımız bu muydu?