Editörün notu: Moskova Yüksek Ekonomi Okulu (VŞE), Siyasi Coğrafya ve Çağdaş Jeopolitik Laboratuvarı’nda misafir araştırmacı olan Alan Lolayev’e göre Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna dönmesiyle ABD dış politikasında bazı taktiksel değişiklikler yaşanabilir, ancak stratejik rota büyük ölçüde aynı kalacak. Bunun başlıca nedeni, ABD dış politikasındaki karar alma sürecinin kurumsal yapısı ve derin devletin etkisi. Trump’ın yönetiminde taktiksel farklılıklar gözlemlenebilir; ancak derin devletin ve kurumsal yapıların etkisiyle ABD’nin genel dış politika stratejisinde büyük bir dönüşüm beklenmiyor.
Aptal olma, derin devlet burada: Trump döneminde ABD dış politikası neden pek değişmeyecek?
Alan Lolayev, Russia Today
12 Kasım 2024
47. başkanın yönetiminde taktiksel değişiklikler beklenebilir, ancak stratejik rota büyük ihtimalle sabit kalacak.
Donald Trump’ın ABD başkanlık seçimlerindeki zaferi, Biden yönetimindeki mevcut dış politika rotasının destekçileri arasında endişe yaratırken, bu politikaların dönüşümünü arzulayanlar için de umut ışığı oldu.
Bu noktada Amerikan siyasi çevrelerinde ve Washington’ın dünya genelindeki müttefikleri ile rakipleri arasında yankılanan en kritik soru şu: Yeni bir Cumhuriyetçi yönetim altında ABD dış politikasında ne kadar değişiklik beklenebilir?
Trump ve kampanya ekibinin cüretkâr açıklamalarını baz alan pek çok uzman, onun başkanlığa dönüşünün kayda değer politika değişikliklerini beraberinde getireceğini öne sürüyor. Fakat, her iki Kongre kanadında –özellikle dış politika üzerinde kayda değer etkisi olan Senato’da– Cumhuriyetçi çoğunluğun bulunmasına rağmen, Trump’ın bu alanda verdiği vaatleri tam anlamıyla yerine getirebilmesi pek mümkün görünmüyor.
Teorik açıdan Trump’ın yeniden başkanlığa dönmesi, dış politika gündemini hayata geçirmek için en elverişli koşullar altında gerçekleşecek. Cumhuriyetçiler yalnızca Temsilciler Meclisi’nde güçlerini artırmakla kalmadı, aynı zamanda dış politika üzerinde büyük etkiye sahip olan önemli atamaların onaylanması ve uluslararası sözleşmelerin onaylanması gibi süreçlerde belirleyici olan Senato’nun kontrolünü de geri kazandı.
Mevcut dış politika değişikliklerine dair endişeler, Trump’ın ilk başkanlık dönemini hatırlatıyor. O dönemdeki sert açıklamaları sıklıkla politika değişikliği olarak algılanmış, fakat nihayetinde bu değişiklikler gerçekleşmemişti. Beyaz Saray’a geri döndüğünde Trump’ın dış politikada yeniden “Önce Amerika” ilkesini benimsemesi bekleniyor. Bu ilke, uluslararası meselelerde daha pragmatik bir yaklaşımı işaret ediyor ama dış politika hedefleri ve önceliklerinde köklü bir değişikliği mutlaka beraberinde getirecek anlamına gelmiyor.
Trump’ın ilk dönemi: Taktiksel değişiklikler, stratejik süreklilik
Trump’ın 2016’daki zaferinin ardından ABD dış politikasında kaçınılmaz radikal değişimler yaşanacağına dair beklentiler boşa çıktı. Örneğin, Cumhuriyetçi lider NATO’yu lağvetmeyi, Rusya ile daha yakın ilişkiler kurmayı ve Çin’e karşı daha sert bir tavır sergilemeyi vaat etmişti. Trump, Avrupa ülkelerini yetersiz savunma harcamaları nedeniyle eleştirmiş ve ABD’nin NATO’daki rolünü azaltma tehdidinde bulunmuştu.
Trump, NATO ülkelerinden savunma harcamalarını artırmalarını bir kez daha ısrarla talep edebilir, en ağır yükü ABD’nin taşımaması gerektiğini vurgulayabilir. Bu yaklaşım, ittifak içinde gerilimlere yol açmış, ancak sorumlulukların yeniden dağıtılmasıyla Avrupa ülkelerinin kendi güvenliklerine daha fazla katkı sağlamasını teşvik ederek NATO’nun güçlenmesini sağlamıştı.
Trump ayrıca Moskova ile daha yakın ilişkiler kurma niyetini dile getirmiş, Putin hakkında olumlu konuşmuş ve Çin’i de kapsayacak yeni bir nükleer silah kontrol anlaşması arayışında olmuştu. Fakat bu hedefler, Rusya’ya dönük ek yaptırımlara ve Ukrayna’ya daha fazla yardıma yol açmış, böylece ABD-Rusya ilişkilerinde sahici bir iyileşmenin önüne geçmişti.
Trump yönetiminde ABD, Çin ile aktif bir ticaret savaşına girişmiş, yüksek teknoloji sektörlerindeki iş birliğini kısıtlamış ve Çin’in Asya ile diğer bölgelerdeki etkisine karşı önlemler almıştı. Ancak bu çatışmacı adımlar, Obama yönetimi döneminde başlatılan “Asya’ya Yönelim” [Pivot to Asia] stratejisinin ve caydırma politikalarının mantıklı bir devamı niteliğindeydi, dolayısıyla büyük bir politika değişikliği olarak değerlendirilemez.
Ukrayna dosyası: Yardımlardaki sürekli azalış
Trump’ın ikinci dönemindeki dış politika önceliklerinden biri, Ukrayna’daki ihtilaf olacak. Seçim kampanyası sırasında Trump, başkan olduğunda Ukrayna’nın Rusya’ya karşı savaşını hızla sona erdirebileceğini iddia etti. Ancak, Ukrayna’ya yardımı artırma taahhüdünde bulunmayacağını, Avrupa ülkelerinin desteğin daha büyük bir kısmını üstlenmesi gerektiğini savundu.
Trump’ın Rusya ile ilişkisi çelişkilerle dolu. Bir yandan Putin ile daha sıcak ilişkiler kurmaya çalıştı, onu defalarca “zeki” ve “parlak” olarak tanımlayarak övgüyle bahsetti. Öte yandan, Rusya’nın Ukrayna’daki harekâtını kınayarak, bunu Putin’in “büyük bir hatası” olarak nitelendirdi. Bu tutarsızlık, Trump’ın yakın çevresinden gelen Ukrayna karşıtı açıklamalarla birleşince, yeni bir Cumhuriyetçi yönetim altında Washington’ın ne tür bir tavır alacağı konusunda belirsizlik yarattı.
Trump’ın Ukrayna’daki çatışmaya barışçıl bir çözüm arayışı içinde olması bekleniyor. Bu süreçte, Kiev’in ABD’nin askeri ve mali yardımına bağımlılığını ve bu yardımın kesilme ihtimalini bir pazarlık unsuru olarak kullanabilir.
Muhtemel bir barış anlaşması, bir yıl öncesine kıyasla Ukrayna için daha az avantajlı şartlar içerebilir. Sahadaki durumun Rusya’nın lehine değişmesi ve Ukrayna’nın toprak kayıpları, müzakerelerin daha erken gerçekleşmiş olması durumunda elde edilebilecekten daha zorlayıcı koşullara yol açabilir.
Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde, diğer önemli konularda olduğu gibi bu da ABD dış politikasında büyük bir değişim anlamına gelmeyecektir.
Biden yönetimi, şimdiden Kiev’e yönelik maliyetli desteğe ilişkin bir tür “Ukrayna yorgunluğu” sinyalleri göstermeye başlamış durumda. ABD kamuoyunda da Ukrayna’ya mevcut yardım seviyelerini sürdürme konusundaki destek, düzenli bir düşüş gösteriyor. Demokratlar başkanlık seçimlerini kazanmış, Kamala Harris Beyaz Saray’a çıkmış ve Kongre’nin kontrolü Demokratlarda kalmış olsaydı bile, Ukrayna’ya verilen destek muhtemelen kademeli olarak azalmaya devam edecekti.
Trump yönetimi, Ukrayna’daki çatışmayı daha pragmatik bir çözümle ele almayı hedefleyebilir. Bu yaklaşım, askeri yardımların azaltılmasını aktif diplomatik arabuluculukla birleştirerek, başarılı olması durumunda Trump’ın ihtilafı “etkili bir şekilde çözme” başarısını öne çıkarmasını sağlayabilir. Fakat Ukrayna ve müttefikleri için bu strateji, Kiev üzerindeki uzlaşma baskısını artıracak, müzakerelerdeki pozisyonunu zayıflatabilecek ve bölgedeki güç dengesini değiştirebilecektir.
Ana kısıtlayıcı faktör: Kurumsal atalet ya da derin devlet
ABD dış politikasında radikal değişimlerin gerçekleşme ihtimalinin düşük olmasının nedeni, karar alma sistemindeki kurumsal atalet. Ülkenin dış politikası yoğun bir şekilde bürokratikleşti ve çeşitli etki grupları arasındaki çıkar dengelerinden bağımsız hareket etmesi mümkün değil. Başkan geniş yetkilere sahip olsa da önemli dış politika kararlarında Kongre’yi dikkate almak zorunda. Diğer karar alma alanlarında olduğu gibi, dış politika üzerindeki derin devletin etkisi de ciddi ölçüde hissediliyor.
Kongre’de, ABD dış politikasının önemli alanlarında (Rusya ve Çin’i sınırlandırma, NATO’yu koruma ve İsrail’e destek verme) iki partinin de mutabık olduğu bir konsensüs mevcut. Bu uzlaşı, yalnızca taktiksel düzenlemelere olanak tanırken, genel stratejinin korunmasını sağlar.
Bu bağlamda, Trump’ın ikinci döneminde daha pragmatik bir dış politika izlenmesi muhtemel. Yönetimi, Çin’e karşı daha sert bir tavır benimsemeye, Ukrayna’ya verilen desteği azaltmaya, NATO içindeki sorumlulukların yeniden dağıtılmasına ve ABD’nin küresel ittifaklar ile anlaşmalardaki rolünü azaltmaya odaklanacaktır.
Bu değişiklikler önemli gibi görünse de Washington’ın uzun vadeli dış politika yöneliminde köklü bir dönüşüm anlamına gelmeyecektir.