GÖRÜŞ
Ukrayna, Trump’ın Putin’e ‘Sevgililer Günü’ hediyesi mi olacak?

14 Şubat, Batı dünyasında önemli bir gün olan “Sevgililer Günü” olup, aynı zamanda üç gün sürecek Münih Güvenlik Konferansı’nın (MSC) açılışına denk geldi. Bir gün önce, ABD Başkanı Trump, ABD, Rusya ve Ukrayna’nın üst düzey diplomatlarının bu konferansa katılacağını duyurdu ve Rusya-Ukrayna çatışmasının “sona ermesi gerektiğini” vurgulayarak, eski ABD Başkanı Biden’ın “Ukrayna’nın NATO’ya katılabileceği” yönündeki açıklamalarını eleştirdi. Trump’a göre bu açıklamalar, 2022’de Ukrayna krizinin tırmanmasına neden oldu. Ayrıca, Trump Rusya’nın yeniden G8’e katılmasını istediğini belirterek, eğer G8 hâlâ var olsaydı, Ukrayna sorununun hiç ortaya çıkmayabileceğini öne sürdü. Trump, Rusya Devlet Başkanı Putin’e her zaman hayranlık ve saygı duymuş olup, hiçbir zaman Rusya yanlısı duruşunu gizlememiştir. Göreve başladıktan henüz bir ay bile geçmeden, Rusya-Ukrayna çatışmasını dış politika gündeminin en öncelikli konularından biri haline getiren Trump, Ukrayna ve Avrupa ülkelerini büyük ölçüde hayal kırıklığına uğratan politikalar ve öneriler sundu. Bu nedenle gözlemciler esprili bir şekilde, Trump’ın Ukrayna’yı bir “Sevgililer Günü” hediyesi olarak Putin ve Rusya’sına vermeye hazırlandığını söyledi.
Trump’ın bu yılki Münih Güvenlik Konferansı’na büyük önem verdiği belliydi. Başkan Yardımcısı Vance liderliğindeki üst düzey bir heyet gönderdi; bu heyette Dışişleri Bakanı Rubio ve Rusya-Ukrayna krizi özel elçisi Kellogg da yer aldı. Ukrayna ise bizzat Devlet Başkanı Zelensky tarafından temsil edildi. Rusya ise 2022’den beri devam ettirdiği konferansa katılmama geleneğini sürdürdü. Bu yılki Münih Güvenlik Konferansı, önceki üç toplantıdan belirgin şekilde farklıydı. Rusya-Ukrayna çatışması yine gündemin ana maddesi oldu, ancak odak noktası artık sadece Rusya’yı kınamak veya Ukrayna’ya nasıl destek sağlanacağını tartışmak değil; savaşın nasıl sona ereceği ve ABD ile Avrupa’nın bu “Avrupa versiyonu Afganistan Savaşı”na nasıl bir nokta koyacağı idi. Bunun nedeni basit: ABD hükümeti değişti. Zamanında Ukrayna krizini tasarlayarak Rusya ve Avrupa’yı “tuzağa düşüren” Biden yönetimi artık geçmişte kaldı. Rusya-Ukrayna savaşını “bir gecede” bitirme sözü veren Trump yeniden iktidarda ve savaşın sona erip ermeyeceği ile krizin nasıl ilerleyeceği konusunda kilit karar alıcı konumunda.
24 Şubat, Rusya-Ukrayna savaşının üçüncü yıl dönümü olacak. Bu özel tarihten önce, Trump çoktan Rusya, Ukrayna ve Avrupa’nın jeopolitik haritasını yeniden şekillendirme planını açıkça ortaya koydu. Bu plan, Trump’ın daha önce dile getirdiği Grönland, Kanada ve Meksika’yı ilhak etme, Panama Kanalı’nı kontrol altına alma veya hatta “Gazze’yi boşaltma” fikirlerinden çok daha gerçekçi ve uygulanabilir görünüyor. Aynı zamanda Ukrayna ve Avrupa için son derece moral bozucu, ancak kaçınılmaz bir son olduğu izlenimini veriyor. Üç yıl önce yazarın öngördüğü gibi, “Rusya acı bir zafer kazanırken, Ukrayna ağır bir yenilgi alacak” tahmini ile de örtüşüyor.
12’sinde, Trump ve Putin birkaç yıl içindeki ilk telefon görüşmelerini gerçekleştirdi. Rusya Devlet Başkanı’nın basın sekreteri Peskov’a göre, görüşme bir buçuk saat sürdü ve taraflar Ukrayna krizinin uzun vadeli çözümüne müzakere yoluyla ulaşılması, ABD-Rusya zirvesinin düzenlenmesi, Putin’in Trump’ı Moskova’ya davet etmesi, Rusya-ABD ilişkileri ve Orta Doğu durumu gibi konularda anlaşmaya vardılar. Bildirildiğine göre, görüşmenin içeriği yalnızca coğrafi meselelerle sınırlı kalmayıp yapay zeka, enerji ve dolar gibi konuları da kapsadı. Bu da görüşmeye, Rusya-Ukrayna çatışmasının ötesine geçen geniş bir anlam kazandırdı ve iletilen mesajları son derece dikkat çekici hale getirdi.
Bununla da kalmayıp taraflar, derhal bir müzakere ekibi oluşturma ve görüşmelere başlama konusunda mutabakata vardılar. Bugün de (18 Şubat) Rusya ve ABD temsilcileri, Ukrayna savaşının başlamasından bu yana ilk resmi üst düzey görüşmelerine Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da başladı. Rus tarafını Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya Devlet Başkan Yardımcısı Yuriy Uşakov ve Rusya Doğrudan Yatırım Fonu (RDIF) Başkanı Kirill Dmitriyev temsil ediyor. ABD heyetinde ise Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Beyaz Saray Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff yer alıyor.
Bu gelişmeler, ABD ile Rusya’nın üç yıl süren jeopolitik çatışmanın karanlık döneminden çıkmaya başladığını, liderler arasında doğrudan iletişimin yeniden kurulduğunu ve ikili ilişkilerin fiilen Rusya-Ukrayna savaşının patlak verdiği döneme geri döndüğünü gösteriyor. Görüşme öncesinde taraflar, olumlu açıklamalar yaparak süreci ısıtmakla kalmadı, aynı zamanda karşılıklı olarak tutuklu değişimi gerçekleştirerek atmosferi daha da güçlendirdi. Ancak, bu görüşme hiç şüphesiz Ukrayna ve Avrupa’daki ABD müttefikleri için bir tür “baştan anlaşma” (over-the-top diplomacy) örneği oldu. Yani, ABD’nin Batı ittifakının lideri ve NATO’nun fiili yöneticisi olarak, müttefikleri ve ortaklarıyla önceden tam istişarede bulunmadan doğrudan “ezeli düşmanı” Rusya ile Ukrayna ve hatta Avrupa’nın geleceği hakkında karar alması anlamına geldi.
Bu hamle hem Trump’ın “basit, doğrudan ve etkili” tarzına klasik bir örnek teşkil ediyor, hem de büyük güç ilişkilerinin realizme doğru büyük bir dönüş yaptığını gösteriyor. Aynı zamanda, “güç konumu belirler” ilkesinin somut bir yansıması olup, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın daha önce alıntıladığı “Masada değilsen, menüde olursun” şeklindeki “orman yasasının” pratik bir örneğini oluşturuyor.
Trump, Putin’le geçmişi konuşup büyük kararları şekillendirdikten sonra, Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky ile de bir saat süren bir telefon görüşmesi yaptı ve Putin ile gerçekleştirdiği görüşmenin “tüm detaylarını” aktardı. Zelensky, “ABD ile koordinasyonumuzu belirleyerek Rusya’nın saldırganlığını durdurmayı ve güvenilir, kalıcı bir barışı sağlamayı amaçlıyoruz. Başkan Trump dedi ki: Hadi bunu yapalım. açıklamasını yaptı. Bu bilgiler, Ukrayna’nın Trump’ın tasarladığı yol haritası ve tempo doğrultusunda Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmeye, Rusya-Ukrayna krizini kökünden çözmeye ve Ukrayna’nın geleceğini planlamaya karar verdiğini gösteriyor.
Trump, Rusya-Ukrayna savaşını nasıl hızla sona erdireceği, Rusya-Ukrayna krizini temelden nasıl çözeceği ve Ukrayna’nın uzun vadeli güvenliğini nasıl sağlayacağı konusunda aslında net bir planın ana hatlarını şimdiden ortaya koydu. Öncelikli olarak en kısa sürede ateşkes sağlanmasını hedefliyor ve başkanlığının ilk altı ayı içinde bu amaca ulaşmaya çalışıyor. Trump daha önce, bu hedefe kim karşı çıkarsa çıksın, diğer tarafı destekleyerek sonuca ulaşacağını açıkça belirtmişti.
İkincisi, Rusya ve Ukrayna arasındaki sınırlar çatışma öncesi konumuna geri dönmeyecek. 12 Şubat’ta Brüksel’de düzenlenen 26. Ukrayna Savunma Temas Grubu toplantısında, yeni ABD Savunma Bakanı Hegses açık bir şekilde şunları söyledi: “Ukrayna’nın 2014 öncesi sınırlarına geri dönmesi gerçekçi değil. Bu hayali hedefin peşinden gitmek sadece savaşı uzatır ve daha fazla acıya neden olur.”
Üçüncüsü, Ukrayna ne yakın zamanda ne de gelecekte NATO’ya katılabilecek. Trump, 12 Şubat’ta CNN aracılığıyla bu konuyu bir kez daha vurguladı ve özellikle Hegses’in sözlerine atıfta bulunarak Ukrayna’nın NATO üyeliğinin “gerçekçi olmadığını” belirtti. Hegses, Brüksel’de Avrupalı ortaklarına, kriz sona erdiğinde Ukrayna’nın güvenliğini sağlamaktan Avrupa ordularının sorumlu olması gerektiğini ve ABD ordusunun bu sürece katılmayacağını söyledi.
Savaş alanında belirgin bir üstünlük sağlayan Rusya, temkinli ve bekle-gör politikası izleyerek, ABD’nin Ukrayna’yı tamamen terk edeceği günü bekliyor. Öte yandan, Ukrayna yönetimi bariz bir şekilde umudunu kaybetmiş durumda—sadece askeri yollarla kaybedilen toprakları geri almanın mümkün olmadığını değil, aynı zamanda daha fazla Amerikan askeri yardımı alamayacaklarını da fark ettiler. Hatta ABD liderliğindeki NATO’nun kendilerini bünyesine katacağına dair hayallerini bile terk etmiş durumdalar. Şimdi tek amaçları, ellerinde kalanları korumak, zararlarını en aza indirmek ve ABD’den bir şekilde güvenlik garantileri elde etmek.
Trump’ın Putin ve Zelensky ile aynı gün yaptığı telefon görüşmeleri sırasında, Kiev’de yeni ABD Hazine Bakanı Besent’i ağırlamakla meşguldü. Trump’ın yeni yönetiminden Ukrayna’yı ziyaret eden ilk üst düzey yetkili olan Besent, Zelensky tarafından ekonomik işbirliği için davet edildi. Bu işbirliği, Ukrayna’nın maden kaynaklarını Amerikan şirketlerine açmasını ve bu kaynakları geliştirerek paraya çevirmesini, böylece ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı yardımı “tazmin etmesini” içeriyor. Gözlemciler bu anlaşmayı “maden karşılığında yardım” olarak tanımlıyor ve Ukrayna’nın Trump yönetiminden 300 milyar dolarlık destek almasını amaçladığını belirtiyorlar.
Son üç yılda ABD, Ukrayna’ya toplam 32,4 milyar dolar yardım sağladı ve bu, küresel Ukrayna yardımlarının %27,2’sini oluşturuyor. Zelensky’nin sözde “Zafer Planı”nın bir parçası olarak, bu kaynak değişim anlaşması ABD’yi Ukrayna’ya daha sıkı bağlamayı ve Washington’un yardımları kesmesini önlemeyi hedefliyor. Ancak, bu tür bir kaynak takası düzenlemesi, Rusya’yı kendi kontrolündeki bölgelerdeki madenleri hızla çıkarmaya teşvik edeceği gibi, Ukrayna’nın maden kaynakları üzerinde küresel bir rekabeti de tetikleyebilir. Ukrayna açısından bakıldığında, geniş toprak kayıplarının ardından büyük ölçüde doğal kaynaklarını da elden çıkarmak, diplomatik bir zafer mi yoksa bir yenilgi mi? Bu sorunun yanıtını okuyucular kendileri verebilir.
Sonuç olarak, Trump’ın Rusya-Ukrayna çatışmasını çözme planı artık tamamen açık, çeşitli spekülasyonlara dayalı tahminlere artık gerek kalmadı. Bu plan, Ukrayna’nın savaşın en büyük kaybedeni olacağını kesin olarak belirliyor. Öte yandan, ABD’nin desteğini ve NATO’nun koruma şemsiyesini kaybeden Avrupa’nın, kolektif bir güç oluşturarak Ukrayna’yı savunma veya kaybedilen toprakları geri alma umutları, artık sadece bir jeopolitik masal gibi görünüyor.
“Rusya’nın acı bir zaferi, Ukrayna’nın ise ağır bir yenilgisi” senaryosu artık kesinleşmiş durumda. Üçüncü yılına yaklaşan Rusya-Ukrayna savaşının sonuna nihayet ulaşılabilir. Bundan sonra göreceğimiz şey, ABD’nin arabuluculuğunda Rusya ve Ukrayna’nın çatışmayı nasıl kademeli olarak azaltacağı, gerginliği düşüreceği ve aşamalı olarak ateşkes sağlayacağı olacak. Nihayetinde, Kore Savaşı’nın sona ermesine benzer uzun vadeli bir ateşkes anlaşması veya başka bir barış seçeneği ortaya çıkabilir.
Bunun yanı sıra, Trump yönetiminin yönlendirmesiyle ABD’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımları nasıl aşamalı olarak gevşeteceği ve kaldıracağı, Rusya’nın yeniden G8’e dönmesini nasıl zorlayacağı ve Avrupa’nın Ukrayna krizini bir kenara bırakıp Rusya ile ilişkilerini nasıl normalleştireceği de görülecek.
Trump ve Putin, sonunda dört yıl sonra doğrudan görüşme ve işbirliği fırsatını buldu ve gerçekten birbirlerini çok iyi anladıkları görülüyor. Eğer buna inanmıyorsanız, şu habere bakın: 10 Şubat’ta, Trump’ın sosyal medya hesabı Putin’in övgü dolu sözlerini paylaştı—Putin, Trump’ın “yakında Avrupa’da düzeni sağlayacağını” ve Avrupa’nın “efendisinin ayaklarının dibinde hafifçe kuyruğunu sallayacağını” söyledi.
Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.