Washington’un dış politikasına etkileriyle öne çıkan ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council on Foreign Relations-CFR) yayın organı Foreign Affairs‘te yayınlanan İran-Körfez normalleşmesiyle ilgili bir makale, normalleşme sürecinin İran’ın nükleer programının dizginlenmesiyle sonuçlanmasının nasıl mümkün olabileceğini masaya yatırıyor. Makale, öncellikle ABD’nin İran’ı nükleer anlaşmaya döndürmede başarılı olamadığı tespitini yapıyor: “Müzakereler yeniden başlasa bile KOEP’nin kurtarılması pek mümkün görünmüyor. İran’ın programı bu anlaşmayla kontrol altına alınamayacak kadar ilerlemiş durumda ve Batı’daki siyasi iklim anlamlı müzakereler için elverişli değil.” Çünkü, “reçeteleri genellikle son yirmi yıldır İran’ın nükleer ilerlemesini dizginlemekte tamamen başarısız olan aynı politikalar; yaptırımlar ve uluslararası izolasyon, askeri tatbikatlar ve askeri tehditler.”
Makale ABD ve Avrupa’nın yeni bir yaklaşıma ihtiyacı olduğunu savunuyor: “Neyse ki Orta Doğu’da yaşanan son olaylar bunun için bir fırsat yarattı. Bir ABD-İran anlaşması mümkün olmayabilir, ancak Basra Körfezi’ndeki Arap monarşileri Tahran’la daha iyi ilişkiler kurdukça, bir zamanlar imkânsız olan, İran’ın Arap Yarımadası’na müdahalesini ve nükleer programını aynı anda ele alan bölgesel bir anlaşma, şimdi kesinlikle düşünülebilir.”
Makale İran’ın nükleer programının bölgesel anlaşmalarla dizginlenmesinin Washington ve müttefikleri için hangi avantajları sunacağını ele alıyor ki bunlardan biri “(ABD’nin) büyük güç rekabeti gibi önemli siyasi meselelere daha fazla odaklanmasını sağlayacak.”
Makalenin tamamı:
***
Yeni İran Anlaşmasına Giden Yol
Washington’ın Başarısız Olduğu Yerde Bölgesel Bir Anlaşma Başarılı Olabilir
Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın İran’la 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmadan çekilmesinin üzerinden tam beş yıl, şimdiki ABD Başkanı Joe Biden’ın anlaşmayı yeniden tesis etmek hamlesinin üzerinden ise iki yıldan fazla zaman geçti. Ancak büyük umutlara rağmen Biden, Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nı (KOEP) canlandırmayı başaramadı. Bu kısmen yönetimin başarısızlığıdır; ilk müzakerelerde Biden, kendi iç gündemi için desteğine ihtiyaç duyduğu Kongre’yi tartışmalı bir dış politika girişimini desteklemeye zorlamakta tereddüt etti. Bu başarısızlık aynı zamanda İran inatçılığının da bir sonucudur. Görüşmeler uzadıkça Tahran barikatlar kurdu ve bir sonraki ABD yönetiminin anlaşmadan bir daha çekilmeyeceğine dair garanti de dahil Washington’un karşılayamayacağı birçok talepte bulundu. Sonuç olarak Eylül 2022’den bu yana müzakerelerde neredeyse hiçbir ilerleme kaydedilmedi. İki taraf bir anlaşmaya varmaktan çok uzak.
Ancak Tahran’ın nükleer programı şu anda hiç olmadığı kadar ilerlemiş durumda. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na göre İran uranyumu yüzde 84 oranında zenginleştirdi ki bu silah üretimi için gerekli orandan çok az eksik ve birkaç bombaya yetecek kadar malzeme depoladı. Pentagon yetkililerine göre ülke birkaç ay içinde operasyonel bir nükleer silah üretebilir. Sonuç olarak, Trump’ın stratejik hatası sayesinde İran fiilen nükleer bir devlet: nükleer yeteneklerini silaha dönüştürmekten bir adım ve siyasi bir karar kadar uzakta.
Müzakereler yeniden başlasa bile KOEP’nin kurtarılması pek mümkün görünmüyor. İran’ın programı bu anlaşmayla kontrol altına alınamayacak kadar ilerlemiş durumda ve Batı’daki siyasi iklim anlamlı müzakereler için elverişli değil. İran’daki yaygın, hükümet karşıtı toplumsal protestolar ve Tahran’ın buna verdiği sert karşılık, Washington ve Avrupa başkentlerinde İran’a yönelik yaptırımların kaldırılmasına yönelik her türlü hevesi öldürdü ki bu da anlaşmanın gerekli bir parçası. İran’ın Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline verdiği destek de benzer şekilde Batı kamuoyunda tiksinti yarattı. Washington KOEP’ye geri dönmek için kuyruğunu kıstırıp birçok yaptırımı kaldırmaya istekli olsa bile, İran’daki radikal liderlerin iki yıldan kısa bir süre içinde görevden ayrılabilecek bir yönetimle herhangi bir anlaşmayı sonuçlandırmakla gerçekten ilgilendikleri net değil.
KOEP’nin hemen hemen kesin olarak sona ermesi üzerine devam eden ağıtın bir parçası olarak, politika yapıcılar bir B Planı oluşturmaya çalışıyorlar. Ancak reçeteleri genellikle son yirmi yıldır İran’ın nükleer ilerlemesini dizginlemekte tamamen başarısız olan aynı politikalar; yaptırımlar ve uluslararası izolasyon, gizli eylem, askeri tatbikatlar ve askeri tehditler. Beyaz Saray, ABD’nin yaptırımlarının çoğunu koruduğu, ancak Tahran’ın nükleer programının üst düzey zenginleşme gibi en sıkıntılı yönlerini dondurması karşılığında kısmi bir rahatlama sunduğu bir tür “daha azına karşılık daha az” anlaşmasıyla ilgileniyor gibi görünüyor. Ancak şimdilik Tahran, bu tür bir düzenlemeyle ilgilenmediğini açıkça belirtti.
Eğer ABD ve Avrupa İran’ın nükleer silah sahibi bir devlet olmasını istemiyor ve bu programı durdurmak için İran’a saldırıp savaş çıkarma tehlikesini göze almıyorlarsa, yeni bir diplomatik yaklaşıma ihtiyaçları var. Neyse ki Orta Doğu’da yaşanan son olaylar bunun için bir fırsat yarattı. Bir ABD-İran anlaşması mümkün olmayabilir, ancak Basra Körfezi’ndeki Arap monarşileri Tahran’la daha iyi ilişkiler kurdukça, bir zamanlar imkansız olan, İran’ın Arap Yarımadası’na müdahalesini ve nükleer programını aynı anda ele alan bölgesel bir anlaşma, şimdi kesinlikle düşünülebilir. KOEP’nin aksine, bu tür bir anlaşma, İran’a yakın ülkelerin katılımını sağlayacak ve bu da anlaşmayı çok daha sürdürülebilir kılacak. İran’a daha anlamlı ve kalıcı bir ekonomik rahatlama sağlayacak. İran’ın nükleer programını geçici olarak değil kalıcı olarak kontrol altına alabilir ve Tahran’ın bölgedeki sorunlu milislere verdiği desteği azaltabilir. Böylesi bir anlaşma, dünyanın şiddetle ihtiyaç duyduğu bir bölgesine daha fazla istikrar getirebilir.
YA BÜYÜK OYNA YA DA EVE DÖN
Batı, İran ile yürüttüğü nükleer diplomaside dar kapsamlı, işlemsel anlaşmalar peşinde koştu. Örneğin KOEP’nin pek çok hükmü zaman içinde aşamalı olarak ortadan kalkacaktı ve anlaşma İran’ın silahlı grupları finanse etmesi gibi bölgesel sorunları kasıtlı olarak görmezden geldi çünkü Batılı politika yapıcılar aynı anda hem bir nükleer anlaşma yapıp hem de diğer gerilimleri ele alamayacaklarına inanıyorlardı. İlk olarak İran’ın nükleer programını dondurmaya odaklanmanın daha iyi olacağına karar verdiler. Gelecekteki müzakereciler daha sonra diğer konuları ele alabileceklerdi.
Ancak bu dar yaklaşım artık geçerli değil. İran’ın nükleer programı, geçici kısıtlamalar ve şeffaflık önlemlerinin Batı ve İsrail’in endişelerini gideremeyeceği kadar ilerlemiş durumda. ABD de sözüne sadık kalamayacağını gösterdi ve Batı’nın İran’a istediği türden etkili ve sürdürülebilir ekonomik faydalar sağlamasını imkânsız hale getirdi. Avrupalılar ise ABD’nin onayı olmadan İran’a verdikleri ekonomik vaatleri yerine getiremeyeceklerini kanıtladılar. Ve KOEP’nin başarısızlığı, başarılı bir nükleer anlaşmanın aslında İran’ın komşularıyla gerginliği azaltmasını gerektirebileceğini gösterdi. KOEP 2015’te tamamlandığında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri anlaşmayı İran’ın Arap meselelerine daha fazla müdahil olmasına ve balistik füze programını daha da genişletmesine olanak tanıyacak açık bir çek olarak gördü. Sonuç olarak, anlayışlı Trump’ı anlaşmadan vazgeçmeye teşvik ettiler. O da yanlış bir şekilde kabul etti.
Yıllar sonra, bu ülkeler anlaşmayı feshetmenin büyük bir hata olduğunu anladılar. KOEP’nin sona ermesi kindar İran’ı daha da saldırgan hale getirdi ve Tahran’ın artık sınır tanımayan nükleer faaliyetlerini endişe edilmesi gerekenler listesine ekledi. Ancak Körfez ülkeleri nükleer anlaşmayı yeniden canlandıramasa da İran’la ilgili endişeleri paradoksal bir şekilde daha büyük, bölgesel bir anlaşmayı gerçek bir olasılık haline getirdi. Zira Körfez ülkeleri, İran’ın kendi topraklarına yönelik saldırılarını engellemek amacıyla, 2000’li yılların başından bu yana yapmadıkları şekilde İran’la temasa geçtiler. Geçen Ağustos ayında Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri İran’la tam diplomatik ilişkilerini yeniden kurdu ve Mart ayında İran ve Suudi Arabistan, Çin’in aracılık ettiği bir anlaşmayla yedi yıllık bir kopukluğun ardından ilişkilerini normalleştirdi. Bu anlaşmalar, Orta Doğu’nun en güçlü devletlerinin (İsrail hariç) İran’la bölgesel bir diyalog başlatmasının artık mümkün olduğu anlamına geliyor. Bu diyalog, tüm katılımcıların arzu ettiklerini iddia ettikleri şeylere ulaşmayı amaçlıyor: güvenliğin artması, ticaretin gelişmesi ve Körfez’in nükleer silahlardan arındırılması.
Bu hedefe ulaşmanın olmazsa olmazı İran’ın Arap Yarımadası’nda devlet dışı aktörleri mali veya askeri olarak desteklememe taahhüdü gibi bölgesel güç projeksiyonu konusunda güvence vermesidir. Bunun karşılığında bu ülkeler de İran’ı istikrarsızlaştıran grupları desteklemeyeceklerini taahhüt edeceklerdir. Bu yaklaşım aynı zamanda İran da dahil Körfez’in kenarındaki tüm devletlerin, nükleer gelişme konusunda sıkı kontrolleri kabul etmelerini gerektirecektir. Örneğin bu ülkeler uranyumu yüzde beşin üzerinde zenginleştirmekten kalıcı olarak vazgeçebilir, plütonyumun yeniden işlenmesinden sonsuza kadar vazgeçebilir ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın Ek Protokolü’nü onaylayabilir ki bu protokol BM müfettişlerine beyan edilen ve şüphelenilen tüm nükleer tesislere geri dönüşü olmayan, güçlendirilmiş erişim hakkı sağlar. Bu gereklilikleri yerine getirmek için İran mevcut yüzde 20 ve yüzde 60 saflıkla zenginleştirilmiş uranyum stokunu yüzde beşin altına indirebilir ya da bunları sevk edebilir. Tüm imzacılar ayrıca Arjantin ve Brezilya’nın 1981’de yaptığı gibi nükleer enerji, nükleer emniyet ve güvenlik konularında ortak denetim ve ortak girişimleri kabul edebilirler.
Bu nükleer hükümler İran’ın Arap komşuları için düşük maliyetli olacak, zira Suudi Arabistan’ın nükleer hırslarını saymazsak hiçbiri, şu anda vazgeçmeleri gerekecek yerli bir nükleer enerji programına sahip değil. Ayrıca İran için de tolere edilebilir bir maliyeti olacak. KOEP’nin aksine, bu hükümler İran’ın altyapısını dağıtmadan ya da nükleer programları geçici kısıtlamalara tabi olmayan Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması üyesi diğer devletlere uygulanan kuralın istisnası olarak muamele görmeden nükleer programı üzerinde uzun vadeli kısıtlamaları kabul etmesine izin verecek. Bu aynı zamanda ABD ve İsrail’in İran’ın nükleer programı nedeniyle saldırıya geçme riskini de ortadan kaldıracak ki bu tali hasara uğramamak için Körfez Arap ülkelerinin de kaçınmak istedikleri bir şey.
Aslında ABD ve Avrupalı müttefikleri böyle bir anlaşmayı aktif olarak destekleyebilir ve desteklemeliler. İran-Körfez serbest ticaret anlaşmasını yaptırımlardan muaf tutarak anlaşmanın tüm tarafları arasında ekonomik büyüme için güçlü bir yol açmalılar. BM Güvenlik Konseyi bu anlaşmayı KOEP’nin halefi olarak onaylayabilir ve ihlallere yönelik cezai yaptırımlar öngörebilir; bu yaptırımlar arasında anlaşmayı ihlal eden ülkelere BM Yabancı Hakem Kararlarının Tanınması ve İcrası Sözleşmesi kapsamında dava açılmasına izin verilmesi de yer alabilir. Washington, İran-Körfez ticaret anlaşmasını yaptırımlardan muaf tutmayı kabul ettikten sonra yaptırım uygularsa, bu ülkelerden biri de ABD olabilir. Nükleer anlaşmanın bölgesel bir çerçeveye oturtulması ABD’nin yaptırımları yeniden uygulamasını da zorlaştıracak zira 2018’dekinin aksine Washington geri adım atmaya kalkarsa Körfez’deki Arap dostlarının direnişiyle karşılaşacak. O halde İran için bu anlaşma, KOEP’nin asla sunmadığı türden garantili, uzun ömürlü olacak ve bu, anlaşmanın en önemli eksikliklerinden birini giderebilir.
YEREL VE KÜRESEL
Geniş kapsamlı bir bölgesel anlaşma, ABD ve Avrupa’daki İran şahinlerinin muhalefetiyle karşılaşacaktır; zira bu şahinler bunu aylardır süren protestoların ardından ipleri elinde tuttuğunu düşündükleri İran rejimine bir can simidi olarak görebilirler. Yine de İran’ın komşularıyla (ve Batı’yla) samimi ilişkilerin 1979’da Şah rejiminin çöküşünü engellemediğini hatırlamakta fayda var; bugün de halk nezdinde meşruiyeti olmayan bir rejimi kurtarmayacaktır. Bir anlaşma bölgedeki tüm temel gerilimleri çözecek sihirli bir değnek de olmayacaktır. Ne de olsa pek çok Avrupa ülkesi ekonomilerini Rusya ile bütünleştirdi ve bu durum Moskova’nın Ukrayna’yı işgal etmesini engelleyemedi.
Ancak daha güçlü ekonomik bağlar istikrarı garanti edemese de Tahran’ın komşularına zarar vermesini daha maliyetli hale getirecektir. İran ile ekonomik karşılıklı bağımlılık arttıkça, zengin Körfez Arap ülkeleri Tahran üzerinde daha fazla baskı kuracak ve saldırgan politikaları caydırıcı hale getirecektir. İran da ekonomisini yeniden inşa etme fırsatına sahip olacaktır. Bu avantajlar Umman, Katar, Suudi Arabistan ve hatta İran’daki politika yapıcılarla yaptığımız görüşmelerde böyle bir anlaşma önerdiğimizde neden olumlu geri dönüşler aldığımızı açıklıyor. Körfez ülkeleri yetkilileri, ABD tarafından desteklenmesi halinde bir anlaşmaya özellikle sıcak bakacaklarını belirttiler.
Washington ve müttefikleri için geniş kapsamlı bir bölgesel anlaşmanın başka avantajları da olacak. Hem kriz yönetimi görevi görecek, İran’ın daha fazla nükleer gelişiminin önüne geçilmesine yardımcı olacak hem de Tahran’ın nükleer programı üzerinde kalıcı kısıtlamalar ve şeffaflık önlemleri getirerek İran’ın komşuları arasında Tahran’ın nükleer teknolojisiyle boy ölçüşmeyi hedefleyen bir yarışı önleyecek. Başka bir deyişle, bu anlaşma KOEP’den çok daha dayanıklı ve güçlü bir anlaşma olacak. Ve eğer bu anlaşma İran ve komşuları arasındaki gerilimi azaltırsa, ABD’nin iklim değişikliği ve büyük güç rekabeti gibi önemli siyasi meselelere daha fazla odaklanmasını sağlayacak.
Her şeyin ötesinde -ve yenilenmiş bir KOEP’nin aksine- bu anlaşma gerçekten hayata geçebilir. İddialı ama Ortadoğu’ya kalıcı istikrar getirmek istiyorsa dünyanın nükleer ve bölgesel meseleleri birlikte ele alan bir düzenlemeye ihtiyacı var; hırs gerekli. Bazen çetrefilli bir sorunu çözmenin en iyi yolu onu büyütmektir.