Yunanistan’ın eski maliye bakanı ve MeRA25 siyasi partisinin lideri Yanis Varoufakis, Almanya hükümetinin İsrail’in güvenliğini korumak adına ‘otoriterliğin dibine vurduğunu’ söyledi.
12 Nisan’da Berlin’de düzenlenen Filistin Kongresi polis tarafından engellenmiş ve Almanya İçişleri Bakanlığı da kongrenin öncülerinden Varoufakis’in ülkede siyasi faaliyetlere katılmasına yasak getirmişti.
Konuya ilişkin New Statesman‘da köşe yazısı kaleme alan Varoufakis, şu ifadeleri kullandı:
“Bu satırları kaleme alırken sadece Alman topraklarına adım atmam değil, ilginç biçimde Almanya’daki herhangi bir etkinliğe video bağlantısıyla bağlanmam da yasaklanmış durumda. Peki neden?
8 Ekim’de, Hamas’ın İsrail’e saldırmasından bir gün sonra Berlin’deydim ve önceki gün yaşananları bir televizyon söyleşisinde öğrendim. ‘Hamas’ı kınıyor musunuz?’ sorusuna şöyle cevap verdim:
‘Faili ya da kurbanı kim olursa olsun her bir vahşeti kınıyorum. Kınamadığım şey ise yavaş ama amansız bir etnik temizlik gündeminin parçası olarak tasarlanmış apartheid sistemine karşı silahlı direniştir. Bir Avrupalı olarak, bu bitmek bilmeyen trajedinin müsebbibi biz Avrupalılar olduğumuz halde, İsraillileri ya da Filistinlileri kınamaktan kaçınmak önemlidir; yüzyıllar boyunca, Holokost’a kadar varan kudurgan bir anti-Semitizme imza attıktan sonra, sanki iki yanlış bir doğruyu götürüyormuş gibi, on yıllardır Filistinlilerin yavaş yavaş soykırıma uğramasına suç ortaklığı ediyoruz.’
Günler sonra Viyana Güzel Sanatlar Akademisi tarafından prestijli Otto Wagner Konferansını vermek üzere davet edilmedim. Ardından 16 Şubat’ta Berlin’deki Babylon tiyatrosunda In the Eye of the Storm’un galası vardı: İngiliz film yapımcısı ve filozof Raoul Martinez’in altı bölümlük belgeseli In the Eye of the Storm: The Political Odyssey of Yanis Varoufakis‘in galası yapıldı. Polis, etkinliğin iptal edilmesi konusunda Babylon’un sahibine baskı yaptı. Gerekçesi sorulduğunda yetkililer tek kelimeyle cevap verdi: ‘Varoufakis.’ Babylon’un Yahudi sahibi meydan okurcasına polise geri adım atmayacağını dile getirdi. Yahudi, Filistinli ve Alman destekçilerle birlikte dayanışma içinde olduğunu ve polisin etkinliği basmasını engellediğini görmek gerçekten dokunaklıydı.
Bir ay önce Alman yayıncım Verlag Antje Kunstmann’dan bir e-posta aldım. E-postada, 13-14 Nisan hafta sonunda gerçekleşmesi planlanan ve Almanya’daki siyasi partim (MeRA25) ile Almanya’nın Jewish Voice for Palestine tarafından organize edilen Filistin Kongresine katılımımın, bir sonraki kitabımın Almanya’da kabul edilmesini ‘gölgeleyeceği’ konusunda uyarı almıştım. On yıl boyunca Almanya’da altı kitabımı basılmış olan bir yayınevi ile olan ilişkim esef verici bir şekilde sona erdi.
Gazze’deki can kaybı sayısı arttıkça ve Uluslararası Adalet Divanı’ndaki duruşmalar Almanya’nın resmi politikası olan Staatsräson‘a (İsrail’in güvenliği Almanya’nın milli çıkarınadır) meydan okudukça, yetkililer saldırmaya başladı. Meslektaşım Iris Hefets’in durumu buna bir örnek. Berlin’de yaşayan İsrailli bir psikanalist olan Iris, elinde ‘Bir İsrailli ve bir Yahudi olarak, Gazze’deki soykırımı durdurun’ yazılı bir pankartla sokakta tek başına yürüdüğü için antisemitizm suçlamasıyla tutuklandı.
12 Nisan’da Glasgow Üniversitesi’nin Filistin asıllı rektörü Gassan Ebu Sittah, Filistin Kongresi’nde bize katılmak üzere Almanya’ya girişi engellendi. Havaalanında saatler süren sorgunun ardından İngiltere’ye sınır dışı edildi. Bu arada kapı önünde 2 bin 500 polis harekete geçti ve katılımcıları taciz etti. Elinde ‘Yahudiler soykırıma karşı’ yazılı bir pankart tutan genç bir Yahudi aktivist gözaltına alındı. Götürülürken yarı şaka bir şekilde polislere sordu: ‘Yahudiler soykırımı destekliyor’ yazsaydı sorun olur muydu?’
Kongremiz, katılımcıların sadece bir kısmının polis hatlarını aşmayı başarmasıyla başladı. Video bağlantısı yoluyla izleyicilere hitap etmemden kısa bir süre önce polis salonu işgal etti, mikrofonları aldı ve canlı yayın ekipmanının kablolarını kopardı. Yapamadığım konuşmayı kaydettim ve kişisel blogumda yayımladım. Yetkililer bundan hiç hoşnut olmadı.
13 Nisan Cumartesi günü bana Betätigungsverbot -IŞİD hücrelerine karşı sadece birkaç kez kullanılmış olan siyasi faaliyet yasağı- verildi. Avukatlarımız yetkililere, AB vatandaşı olmamın yanı sıra 2019 yılında Almanya’da Avrupa Parlamentosu’na aday olduğumu ve 135 bin gibi hatırı sayılır bir oy aldığımı anımsattı. Uzun ve mahcup bir sessizlikten sonra Betätigungsverbot‘un yerini Einreiseverbot (‘daha yumuşak’ bir giriş yasağı) aldı. Alman makamları bugüne dek gerekçelerine ilişkin yazılı açıklama taleplerimi reddetti.
Almanya’nın Staatsräson‘unun Yahudileri korumakla ilgili olmadığı aşikar. Bu, İsrail’in istediği her türlü savaş suçunu işleme hakkını muhafaza etmekle alakalı. Bu aynı zamanda, giderek daha saçma bir otoriterliği benimseyen, zayıflamakta olan bir iktisadi gücün trajik bir görünümü.”