DÜNYA BASINI

1848 devrimleri başarısız mı oldu?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Fransız Devrimi’nin açtığı çağ, beşeriyetin kendi hilafına ne ciddi kazanımları elde ettiği ve en zorlu dönemlerinden biriydi. O günün kazanımları bugünü yarattı, Sovyetler başta olmak üzere reel sosyalizm tecrübelerine giden yolu açtı. Modern Almanya üzerine çalışan James J. Sheehan, tarihçi Christopher Clark’ın Revolutionary Spring: Europe Aflame and the Fight for a New World, 1848-1849 adlı kitabını ele almış.


1848 devrimleri başarısız mı oldu?

James J. Sheehan

Commonweal Magazine

25 Eylül 2023

1871 yılında İsviçreli büyük tarihçi Jacob Burckhardt, “Fransız Devrimi Çağı” konulu derslerine, öğrencilerine dersin başlığının yanıltıcı olduğunu söyleyerek başladı. Burckhardt, devrim çağının 1789’dan sonra Fransa’da yaşananlarla sınırlı olmadığını, hala devam ettiğini, hatta “belki de sadece başında ya da ikinci perdesinde olduğumuzu” belirtti. Bu devrimci drama “dünya tarihindeki hiçbir şeye benzemiyor”.

Devrimler tarihinde 1848-49 ayaklanmalarının özel bir yeri var. Çağdaşları için çok etkisi yaratan 1789’un aksine, yüzyılın ortasındaki devrimler pek çok gözlemci tarafından, özellikle de Komünist Manifesto metnini politik şiddetin ilk kıvılcımları belirmeye başlamadan hemen önce matbaaya gönderen Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından öngörülmüştü. Devrim gerçekleştiğinde, 1789’dan farklı olarak yine kıtasal bir fenomen, Christopher Clark’ın deyimiyle “şimdiye dek gerçekleşmiş tek gerçek Avrupa devrimi” olduğu ortaya çıktı. Geniş çapta beklenen ve Manş Denizi’nden Rusya sınırına kadar hızla yayılan devrim, 1848 baharından 1849 sonbaharına kadar Avrupa’nın kamusal hayatına hâkim oldu. Fakat nihayetinde, çoğu zaman hüsran olarak görüldü. Bir tarihçinin ifadesiyle 1848 yılı, “modern tarihin alamadığı bir virajdı”. Clark’ın pek çok başarısından biri de bu yargının ne kadar derin bir yanılgı olduğunu göstermesi. 1848 devrimi pek çok şeydi ve “başarısızlık” kesinlikle bunlardan biri değil.

Clark’a göre devrimler “asla sadece devrimcilerin hayallerinden ibaret değildir. Sadece ilerici olanların değil, bir toplumun içinde biriken gerilim ve kırgınlıkların da kilidini açarlar.” Revolutionary Spring’in (Devrimci Bahar) ilk üç bölümü, devrimin kökenlerini ve sonucunu şekillendirecek olan altta yatan gerilimleri ve kırgınlıkları inceliyor. Her şeyden evvel radikallere ilham veren, liberalleri değişimin hem gerekli hem de mümkün olduğuna ikna eden ve hemen herkesi korkutan bir toplumsal çatışmalar ağı söz konusu. Clark, toplumsal huzursuzluk ve devrimci eylem arasında doğrudan nedensel ilişkiler kurma konusunda temkinli olsa da yaygın toplumsal yerinden edilme duygusu, her devrimde olduğu gibi 1848’de de sürecin merkezinde yer alan umut ve korku etkileşimini beslemişti. 1840’lara gelindiğinde, umut ve korkunun başka pek çok kaynağı —kadınların kamusal ve özel yaşamdaki rolüne ilişkin çatışmalar, yoğun ulusal özlemler ve hayal kırıklıkları, modern kültürde dinin işlevine ilişkin çözülmemiş sorular ve kilise ile devlet arasındaki her zaman değişken olan ilişki— vardı. Bunlar ve daha pek çok konuda Clark’ın söyleyecek yeni ve ilginç şeyleri var.

Clark, devrimci baharı anlatmaya 1848 Ocak ayı başlarında basılı ilanların 12 Ocak’ta bir devrim planlandığını duyurduğu Palermo’da başlıyor. Esasında o gün için bir devrim planlanmamıştı; bu ilanlar güçlü bir ayaklanma komplosu tarafından değil, münferit bir kişi tarafından yayımlanmıştı. Palermo’da, bunu izleyen diğer siyasi ayaklanmaların çoğunda olduğu gibi, daha sonra yaşananlar yanlış yönlendirme, yanlış anlamalar ve hatalardan kaynaklanmıştı; kalabalıklar, genelde her şeyden çok meraktan toplanmış, birlikler onlarla yüzleşmek için harekete geçirilmiş ve sonra bir şey —bir çatıdan fırlatılan taşlar, panik içinde ateş edilen silahlar, aceleyle kurulan barikatlar— bir şiddet döngüsü başlatmıştı. Clark, “12 Ocak akşamı başlayan ayaklanmayla ilgili en tuhaf şey, nihayetinde başarılı olmasıydı,” diye yazıyor. Ayaklanmanın geçici başlangıcından sonraki iki hafta içinde Palermo isyancıların eline geçmişti; eski rejim görünüşe göre çökmüştü.

Devrimci dürtüler Palermo sokaklarından birbiri ardına bu Avrupa kentine yayıldı. Olayların sıralaması bölgeden bölgeye farklılık gösterse de her yerde köklü gerilimler ve anlık bir fırsat ve tehlike duygusu değişim taraftarlarına ilham verdi ve statükonun savunucularını en azından geçici olarak felce uğrattı. Diğer tüm gerekçelerden daha fazla olarak, hükümetlerin kendilerine ve yönetme kabiliyetlerine olan güvenlerindeki çöküş, devrimcilerin o baharda zafer kazanmasını sağladı. Clark’a göre bu ayrı devrimler, “domino etkisindeki sıralı parçaların komşularının düşmesine neden olması gibi birbirlerinin nedeni olmadılar”. Ancak aynı zamanda birbirlerinden bağımsız da değillerdi, zira tamamı “aynı birbirine bağlı iktisadi alanda kök salmış, akraba kültürel ve siyasi düzenler içinde ortaya çıkmış ve her zaman ulus ötesi olarak bağlantılı olan sosyo-politik ve düşünsel değişim süreçleri tarafından hızlandırılmıştı.”

Kökenleri gibi, bu devrimlerin sonuçları da aynı anda hem birbirinden ayrı hem de birbirine bağlıydı; özel durumların ve karmaşık bir şahsi, siyasi ve askeri ilişkiler ağının ürünleriydi. Avrupa’nın büyük kısmında, ilkbaharda zafer kazanan devrimci koalisyonlar er ya da geç çözülmeye başladı. Mevcut düzenden duydukları hoşnutsuzlukla birleşen liberaller ve radikaller, sonunda onun yerini neyin alması gerektiği konusunda çok farklı fikirlere sahip olduklarını keşfettiler. Bu tarafgir ayrışmalar kadar önemli olan bir başka şey de devrimci enerjinin azalmasıydı; çoğu zaman olduğu gibi, erkekler ve kadınlar hala yapılması gereken işlerin, hasat edilmesi gereken mahsullerin ve beslenmesi gereken çocukların olduğu günlük yaşamın ısrarlı taleplerine yenik düştüler. Aynı zamanda, düzen güçleri hiçbir şekilde başlangıçta korktukları kadar zayıf olmadıklarını fark etmeye başladılar. Hepsinden önemlisi, düzenli ordular bozulmamış, isyancılara karşı harekete geçmeye hazır ve istekliydi. Bazı yerlerde devrim bir fısıltıyla sona erdi ama diğerlerinde asayişi sağlamak için şiddet —zaman zaman yoğun ve yıkıcı şiddet— gerekti. Clark, “ölüler” üzerine kısa ama dokunaklı bir bölümde, insanların yeni bir dünya mücadelesine dahil olmaları nedeniyle ödedikleri yüksek bedellere dair bazı canlı örnekler sunuyor.

Devrim, erken zaferinin yarattığı hayalleri gerçekleştirememiş olsa da bunun Avrupa’nın geleceği için önemi son derece büyüktü. Neredeyse her devlette ilan edilen anayasaların bazıları da dahil olmak üzere 1848’de getirilen reformların çoğu hayatta kaldı. Haziran 1848 tarihli Danimarka Anayasası gibi birkaçı hala yürürlükte. Devrim sonrasında pek çok devlet yeni ekonomi politikaları uygulamaya koydu, idari kurumlarını güçlendirdi ve kentsel alanlarını yeniden düzenledi. İnsanların siyasi eylemin amaç ve araçlarına bakışında da önemli değişiklikler oldu; hem dış hem de iç politikaya sirayet eden “gerçekçilik” artık başarı için mecburi görülüyordu. Devrimin bu sonuçları ne kadar önemli olursa olsun, bunlardan çok azı 1848 devrimci baharına hâkim olan umut ve korkularla örtüşüyordu. Karl Marx’ın 1851 kışında yazdığı gibi, “İnsanlar tarihlerini kendileri yapar; ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar”. Marx, Louis Napolyon’un Fransa’da iktidarı ele geçirmesi hakkında yazıyordu, ancak aynı zamanda sadece üç yıl önce Komünist Manifesto’da ifade ettiği iyimser beklentilerin çöküşünü de aklında tutmuş olmalıydı.

1848 ve 1849’un hikayesi sık sık ve iyi bir şekilde anlatıldı ama hiçbir zaman bu olağanüstü kitabın genişliği ve derinliği ile anlatılmadı. Clark, konusunun muazzam karmaşıklığının farkına varmakla birlikte bunun altında ezilmeyerek Albert Einstein’ın “mümkün olduğunca basit ama o kadar da basit olmayan” şeyler yapma arzusunu yerine getiriyor. Devrimi anlatışı, iyi seçilmiş örneklerle, tarihi böylesine zengin ve heyecan verici bir konu haline getiren o etkileyici hadiseler ve büyüleyici kişiliklerle dolu. Son olarak, bu sayfalarda tarihsel nedensellik, bireyin tarihteki rolü, devrimci değişimin doğası ve daha fazlası hakkında okuru durup Clark’ın anlatısının hem geçmişi hem de bugünü anlamamız için daha geniş önemi üzerinde düşünmeye teşvik eden bir dizi ilgi çekici içgörü buluyoruz.

Revolutionary Spring belirli bir tarihsel anı konu alsa da insanların tarih vizyonlarının dünyaya bakışlarını nasıl şekillendirdiğini de ele alıyor. Devrimciler ve muhalifleri, Burckhardt’ın büyük devrimci dramında oynamaları gereken role dair güçlü inançlara sahipti. Barikat kurmak için kaldırım taşlarını söken Parisliler, Almanya’nın istikbalini tartışmak için Frankfurt’taki Paulskirche’de toplanan parlamenterler, Berlin’de korkmuş hükümdarlarının omurgasını sertleştirmeye çalışan gerici saray mensupları, tamımı hem bugünün taleplerinden hem de geçmişin bariz derslerinden etkilenmişlerdi. Clark’ın kitabından çıkarılacak pek çok değerli ders arasında, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında olduğu gibi yirmi birinci yüzyılın üçüncü on yılında da geçmişten ders çıkarmanın hem kaçınılmaz hem de bugün için bir rehber olarak kullanılmasının kaçınılmaz olarak zor olduğu yer alıyor. Diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Clark, heyecan verici hikayesinin kahramanlarıyla aramızda belli bir akrabalık hissetmekte haklı. Clark, “1848’in insanları, bizde kendilerini görebilirler,” diye bitiriyor.


Revolutionary Spring
Europe Aflame and the Fight for a New World, 1848-1849

Christopher Clark
Crown

Çok Okunanlar

Exit mobile version