Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Donald Trump’ın göçmenlik politikalarıyla tarihsel bir paralellik kurarak, ABD tarihindeki zorunlu göç, kolonizasyon ve nüfus arındırma politikalarını inceliyor. Metin, 19. yüzyılda Amerikan Kolonizasyon Cemiyeti’nin kölelik karşıtı ama dışlayıcı politikalarından başlayarak, Thomas Jefferson ve Abraham Lincoln gibi ABD kurucu figürlerinin bu süreçteki tayin edici rollerine değiniyor. Yine, ABD’de tarihsel olarak kimin “gerçek Amerikalı” sayılacağına dair kadim tartışmaları, kölelik, Kızılderili Tehciri, 1924 Göç Yasası ve güncel göç politikalarına uzanan bir bağlamda ele alırken, bunun kapitalist ulus-devletin kurucu unsuru olan işgücü denetimi ve mülkiyet rejimleriyle ne denli iç içe geçebileceğini de nüanslı şekilde vurguluyor.
ABD’nin göç ve nüfus politikalarındaki tarihsel sürekliliğe dair bu hatırlatma, ülkedeki güncel göçmenlik politikalarının bir liderin ideolojik tercihlerinin ötesinde ABD’deki sermaye birikim süreçleri ve üretim ilişkilerinin tarihsel olarak oluşturduğu yapısal zorunluluklar üzerine de yeniden düşünmeye davet ediyor.
Amerika daha önce de kitlesel sınır dışılar yapmıştı
Eric Foner
The Nation
25 Kasım 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Donald Trump’ın başkanlık kampanyası sırasında ortaya attığı sayısız vaat arasında hiçbiri, ABD’de yaşayan tahmini 11 milyon kağıtsız göçmeni sınır dışı etme planı kadar destekçilerinde coşku; karşıtlarında ise esef duygusu yaratmadı. Nüfusun böylesine kitlesel bir şekilde ve zorla yerinden edilmesi, birçok eyaletteki işgücü piyasasını kaosa sürükleyeceği gibi, dünyanın geri kalanı için de sarsıcı bir şok demek. Yine de bir toplumu istenmeyen kişilerden arındırma fikri çok da emsalsiz sayılmaz.
Modern tarihte, 1492’de İspanyol Yahudilerinin ve Yedi Yıl Savaşları sırasında Akadyalılar (İngilizler tarafından Nova Scotia’dan sürülen Fransız yerleşimciler) da dahil olmak üzere büyük nüfus gruplarının zorla yurtlarından edildiği pek çok örnek mevcut. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1830 tarihli Kızılderili Tehcir Yasası, Mississippi Nehri’nin doğusundaki Kızılderili nüfusunun neredeyse tamamının bugünkü Oklahoma’ya sürülmesine yol açmıştı; bu zorunlu yürüyüş bugün hala “Gözyaşı Yolu” olarak anılmakta. Yine 1929 Büyük Buhranı sırasında da eyalet yetkilileri ve ulusal yetkililer Meksika kökenli binlerce kişiyi ABD sınırları dışına sürmüştü.
Amerikan sınırları içinde siyasi liderlerden en büyük desteği alan nüfus arındırma planı ise 1816’da kurulan Amerikan Kolonizasyon Cemiyeti’nin (AKC) öncülüğünde gerçekleştirilmişti. Yeni bir özgür Afrikalı Amerikalı nüfus yaratmadan köleliğe son vermeyi amaçlayan bu topluluk, köleleştirilmiş kadın, erkek ve çocukların (İç Savaş patlak verdiğinde sayıları 4 milyon kadar olan) kademeli olarak özgürleştirilmelerini ve halihazırda özgür olan yarım milyon siyahla birlikte Birleşik Devletler dışına taşınmasını önermişti.
Frederick Douglass’ın gözlemlerine göre “neredeyse her saygın adam” bu topluluğun üyesiydi: John Marshall, James Madison, Daniel Webster, Roger B. Taney ve hatta Harriet Beecher Stowe (Stowe’un Tom Amca’nın Kulübesi adlı kölelik karşıtı romanı, kahramanı George Harris’in “Afrika vatandaşlığını” onaylaması ve Birleşik Devletler’den göç etmesiyle sona erer mesela)… Sömürgeleştirme o topluma özgülüğüyle benzersiz bir Amerikan fikriydi. Harper’s Weekly’nin¹ de belirttiği gibi, Batı Yarımküre’deki birçok toplumda kölelik vardı, ancak başka hiçbir yerde “özgürleşmeden sonra kölelerin kökünün kazınması” önerilmemişti. Kolonizasyon fikri, savunucularının hem kölelikten hem de istenmeyen Afrikalı Amerikalı varlığından kurtulmuş bir toplum hayal etmelerine olanak sağlamıştı.
Günümüzde kağıtsız göçmenlerin sınır dışı edilmesi fikri gibi, kolonizasyon da kimin “gerçek” Amerikalı olduğu ve ulusun kucaklayıcı mı yoksa dışlayıcı mı olması gerektiğine dair çok boyutlu tartışmanın önemli bir yanını oluşturuyor. Kolonizasyon fikrini destekleyenler ABD’nin “beyaz bir cumhuriyet” olması gerektiğine inanıyordu. Bu bağlamda Trump’ın güncel sınır dışı planı, Kızılderililerin tehciri, Çinlilerin dışlanımı ve güney ve doğu Avrupa’dan göçü ciddi şekilde azaltan 1924 yasası da dahil olmak üzere nüfusun arındırılmasına dönük diğer çabalarla birlikte değerlendirilmeli. 1862 yılında, henüz İç Savaş devam ederken, Temsilciler Meclisi Özgürleştirme ve Kolonizasyon Komitesi, “tüm ülkenin” siyahlardan arındırılarak beyazlar tarafından ele geçirilmesi çağrısında bulunmuştu. Bugün bu görüşün yankılarını, göçmenlerin beyaz Amerikalıların yerini aldığına dair komplo teorilerinde ve kitlesel yerinden etmelerin bunun panzehiri olduğunu savunan “ikame teorisi” yanlılarında izlemek mümkün.
Kolonizasyonun belki de en önde gelen savunucularından biri, Virginia Eyaleti Üzerine Notlar adlı monografisinde siyahların fiziksel ve entelektüel kapasiteleri üzerine yaptığı meşhur tartışmaya ek olarak, kademeli özgürleştirme ve sınır dışı etme için ayrıntılı bir plan ortaya koyan Thomas Jefferson’dı. Bu çalışmada ayrıntılandırıldığı üzere, kölelerden doğan çocuklar kamu kaynakları aracılığıyla eğitilecek ve yetişkinliğe ulaştıklarında özgürleştirilip Afrika’ya taşınacaklardı. Eş zamanlı olarak dünyanın diğer bölgelerine gemiler gönderilerek “eşit sayıda beyaz nüfusun” Birleşik Devletler’e getirilmesi sağlanacaktı. Jefferson, “bir grup işçinin yerine bir başkasını koymak” için bu kadar zahmete girmenin anlamsız göründüğünü kabul ediyordu aslında. Ne var ki, kolonizasyon olmaksızın köleliğin sona ermesini ırksal savaşın, ya da örtük şekilde bahsedilen, ırksal “karışım”ın, (ki bu Jefferson’ın kendisinin de uyguladığı ancak daha kitlesel bir nüfus söz konusu olduğunda hiçbir şekilde hoşlanmayacağı bir şeydi) izleyebileceği konusunda endişeliydi.
1824’teki ölümünden kısa bir süre önce Jefferson, federal hükümetin “her yıl artan çocukları” (yeni doğan çocuklar) sınır dışı etmesini önermişti. Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki ailelerin ayrılması politikasına [“sıfır hoşgörü”] benzer şekilde, “bebeklerin annelerinden ayrılmasının” insani itirazlara yol açacağını tahmin ediyordu. Ancak bu tür şikâyetler ona “pireyi deve yapmak” olarak göründü. Trump’ın kağıtsız göçmenler hakkındaki aleni yalanları, kolonizasyon topluluğunun başkanlığını yapmış olan Kentuckyli siyasetçi Henry Clay’in sözlerini anımsatıyor. Clay, siyah nüfusu doğuştan suça yatkın olmakla itham etmişti. Bu nedenle özgürlüğüne kavuşturulmuş kölelerin kitlesel olarak sınır dışı edilmesinin “kesinlikle vazgeçilmez” olduğunu ilan etmekten çekinmiyordu.
“Büyük kurtarıcı” [Abraham Lincoln] bile yıllarca siyah Amerikalıların Afrika, Karayipler ya da Orta Amerika’ya devlet destekli olarak yerleştirilmesini savundu. İç Savaş’tan önce Lincoln, Illinois Kolonizasyon Topluluğu’nun Yönetim Kurulu’nda bulunuyordu. Başkanlığının ilk iki yılında kolonizasyonu teşvik etti ve kanun yapıcıları bunu uygulamak için fon ayırmaya çağırdı. Lincoln, Aralık 1862’de Kongre’ye gönderdiği yıllık mesajında açıkça “Kolonizasyonu şiddetle desteklediğimi daha açık ifade edemem” diyecekti.
Jefferson ve Clay, Lincoln’ün en hayranlık duyduğu devlet adamlarıydı. Fakat onların aksine, Lincoln’ün planı özgürleştirmeyi zorunlu değil “gönüllü kolonileşme” ile birleştiriyordu, zaten bu yüzden de hiçbir yere varamadı. Köle sahipleri, maddi tazminat teklif edildiği durumlarda dahi “insan mülkleri”nden vazgeçmek istemediler; siyah liderler ise, hatta neredeyse tamamı, halklarının Birleşik Devletler’in “renkli vatandaşları” olarak tanınması gerektiğinde ısrarcıydılar. Lincoln ırksal “karışım” ile kafayı bozmuş değildi ve siyahları beyaz Amerikalıların güvenliği için bir tehlike olarak damgalamıyordu. Beyaz Saray’da kendisiyle görüşen bir grup siyah Amerikalıya kolonileşmeyi desteklemesinin ardındaki sebebin, ırkçılığın Amerikan toplumunda fazlasıyla derinlere işlemesi ve eski kölelerin bu ülkede eşitlikten asla tam anlamıyla yararlanamayacağı olduğunu söylemişti.
1862 yılının sonuna gelindiğinde, Özgürlük Bildirgesi’ni yayımlamadan bir gün önce, Lincoln, İç Savaş sırasında Birlik ordusuna sığınan yüzlerce kölenin Haiti açıklarındaki bir adaya taşınması için şaibeli sayılabilecek bir girişimciyle sözleşme imzaladı. Ancak bildiriyle birlikte bakış açısında dramatik bir değişim yaşandı. Belgede sömürgeleştirmeye atıfta bulunulmuyor, bunun yerine azat edilen kölelerin Amerikan toplumunun “üretken birer üyesi” olarak yerlerini almaları öngörülüyordu. Diğer bir deyişle onları ABD’de “makul ücretler karşılığında sadakatle çalışmaya” çağırıyordu. Böylece Lincoln ilk kez siyah erkeklerin askere alınmasına alan açarak onları Amerikan yurttaşları olarak tanımaya dönük önemli bir adım atmış oldu.
Kökten değişen koşullar ve yaygın bir muhalefetle karşı karşıya kalan Lincoln, önceki planından vazgeçmişti. Köleliğe yaklaşımından sömürgeleştirmeyi çıkarması, ABD’nin eşitlerden oluşan iki ırklı bir toplum olarak hayal edilmeye başlanmasını sağladı. Donald Trump’tan da aynı evrimi bekleyebilir miyiz peki? İşte o biraz şüpheli.
¹ İlk kez 1857’de “bir uygarlık dergisi” olarak yayımlanmaya başlayan ve özellikle Amerikan İç Savaşı ile New York’taki Tammany Hall hakkındaki önemli haberlerle dikkat çeken dergi. İlk dönem yayın hayatı 1916’da sona erdikten sonra The Independent’a dâhil edildi. 1920’ler ve 1970’lerde kısa süreli canlandırma girişimlerinde bulunulsa da ancak 2000’lerin başlarında, haftalık bir haber özeti sunan elektronik “Harper’s Weekly Review” aracılığıyla, yeniden yayın hayatına dönebildi. (ç.n)