Jeopolitik rekabetin arttığı bir çağda Afrika ülkeleri artık seçeneksiz değil. Dolayısıyla Batı ülkelerine karşı verdikleri bağımsızlık mücadelesini kazanmalarına rağmen “ikinci sınıf” muamelesi görmeye tahammül etmek zorunda kalmıyorlar. Aşağıda çevirisini okuyacağınız Foreign Policy’de yayınlanan makale de ABD’nin Nijer’den kovulma süreci ve kovulmasının altında yatan bu çok kutuplu yeni dünya gerçekliğine odaklanıyor:
***
Amerika Birleşik Devletleri Nijer’i Nasıl Kaybetti?
Sahel’de artan Rus, Çin ve İran etkisi, Washington’un giderek daha stratejik hale gelen kıtadaki nüfuzunu sınıyor.
Cameron Hudson
ABD’li üst düzey yetkililer geçen günlerde Nijer’in başkenti Niamey’e geldiklerinde Sahra’nın kumlarının ayaklarının altından kaymakta olduğunu bilmiyorlardı. Gezi, Nijer’in askeri liderlerinin geçen Temmuz ayında Washington’un bölgede tercih ettiği müttefikini devirmesinden bu yana ülkeye yapılan en üst düzey ziyaretti. Bu ziyaret, Nijer’in yeni darbe hükümetine askeri yardımı askıya almasına rağmen Washington’un ülkedeki insansız hava aracı üssünü kullanmasına olanak sağlayacak güvenlik ilişkisini kurtarmak için son bir girişim olarak tasarlanmıştı.
Ancak üç günlük bekleyişin ardından heyet, ülkenin askeri komutanı General Abdurrahmane Tchiani ile görüşemeden ülkeden ayrıldı. Bir gün sonra bir cunta sözcüsü Washington’un güvence altına almak için geldiği askeri ortaklığın sona erdiğini açıkladı.
Son on yılda ABD, Nijer’e yaklaşık 1 milyar dolar harcayarak temiz su ve sağlık hizmetleri sağlamak, iklim değişikliğinin zararlı etkilerine karşı koymak ve dünyanın en yoğun cihatçı saldırılarına karşı kuşatılmış bir orduyu eğitmek ve donatmak için geniş bir yelpazede yardım sağladı.
Ancak, güç dinamiklerinin hızla değiştiği bir dünyada Washington’un kalkınma yardımlarının pek bir önemi olmadığı ortaya çıktı. Bu yeni çok kutuplu dünyada, hâlâ tartışmasız dünyanın en zengin ve en güçlü ülkesi olan ABD’nin, dünyanın en yoksul ve en zayıf ülkelerinden biri olan Nijer’e, Nijer’in kendisine duyduğu ihtiyaçtan daha fazla ihtiyacı var gibi görünüyor.
Washington’un Nijer’e ve diğer Sahel ülkelerine ilgisi, 11 Eylül saldırılarından sonraki aylarda, bölgenin geniş, seyrek nüfuslu çölünü ve korunaksız sınırlarını yeni terörist gruplar için ideal bir kuluçka merkezi olarak görmesiyle ortaya çıktı. Pan Sahel Girişimi’ni 2002’de başlatan Washington, Nijer’de “sınırları içinde ve ötesinde şüpheli insan ve mal hareketlerini tespit etme ve bunlara müdahale etme” konusunda yardımcı olacak istekli bir ortak buldu.
2013 yılına gelindiğinde Başkan Barack Obama, istihbarat toplama amacıyla Nijer’de ilk 100 ABD askerinin görev yapmasına izin verdi. Bölge hâlâ Libya’da Muammer Kaddafi rejiminin çöküşünün sarsıntısını yaşarken 2016 yılına gelindiğinde ABD, ülkenin kuzeyindeki Agadez kentinde 1.000’den fazla ABD askerinin konuşlanacağı bir insansız hava aracı üssü inşa edildiğini duyurarak varlığını iki katına çıkardı.
Başlangıçta Nijer, böylesine büyük ve kamuya açıklanmış bir ABD varlığının güvenliği üzerinde ters etki yaratacağından ve daha fazla terörist grubu çekeceğinden endişe ediyordu. Ancak beş yıllık operasyonların ardından Nijer, komşusu Mali ya da Burkina Faso’ya kıyasla daha az terör saldırısına maruz kalıyordu ve bu da 20 yılı aşkın süredir devam eden terörle mücadele işbirliğini sona erdirme kararını daha da sarsıcı hale getiriyor.
Bir cunta sözcüsüne göre Niamey’in Washington’la askeri anlaşmasını feshetme gerekçelerinden biri ABD’li yetkililerin “küçümseyici” tavrı ve Nijer’in ortaklarını belirleme konusundaki “egemenlik” iddiasıydı. Bu argümanlar ne kadar geçerli olursa olsun, cuntanın Washington’un öncelikli taleplerinden kaçması için de uygun bir kılıf oluşturuyor: Nijer’in sivil ve demokratik yönetime dönmesi ve devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Bazum’un serbest bırakılması
Ancak, Washington’un geçen Temmuz’daki darbenin ardından askıya aldığı yıllık 260 milyon dolardan fazla askeri yardım ve kalkınma yardımını ancak Nijer’in sivil yönetime geri dönme yoluna girmesi halinde yeniden başlatma sözü gibi vaatlerine Nijer’in artık sabrı kalmadı.
Güvenlik yardımı ve yatırımcılara demokrasi dersi vermeyen alternatiflere sahip olan Afrika ülkelerinin, küçümsenmeye tahammülleri giderek azalıyor. Niamey, Washington ile güvenlik ilişkilerinin sona erdiğinin açıklanmasından bu yana geçen iki hafta içinde, ülkedeki madencilik faaliyetlerini genişletmek isteyen Çinli petrol yöneticilerinden oluşan bir heyeti ağırladı; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile güvenlik ilişkilerinin güçlendirilmesi konusunda doğrudan görüştü; ve ülkenin uranyum sektörüne yatırım yapmak istediği bildirilen Tahran ile resmi diplomatik ilişkilerin kurulmasını tamamlamak üzere İran büyükelçisini kabul etti.
Nijer’in ya da herhangi bir ülkenin kendi topraklarını ABD’nin sadece kendi çıkarına istihbarat toplamak amacıyla kullanmasına izin vermesini beklemek (ayrıca bu istihbaratı kendisi de aynı şiddet ve aşırılık yanlısı örgütlerle mücadele eden ev sahibi ülke ile paylaşmaması) gerçekten de küçümseyici. Rus askeri danışmanlar bölgeye yayılmışken ve diğerleri uzun vadeli yatırımlar yapmak için çabalarken böylesine üst düzey bir heyetin bu talepte bulunmayı makul görmesi, ABD’nin jeopolitik durumdan son derece habersiz, tarihsel bağlamdan bihaber ve öz farkındalıktan yoksun bir yaklaşım sergilediğini gösteriyor.
Aynı şey Paris’in 1899’dan beri büyük bir gururla daimi asker bulundurduğunu iddia ettiği komşu ülke Çad’daki Fransızlar için de söylenebilir. Kısa süre önce Burkina Faso, Mali ve Nijer’den kovulan Fransa, Paris’in Sahel’de kalan son askeri karakolunun kira süresini uzatmak amacıyla, ülkede yaklaşan başkanlık seçimlerinde başlıca rakibi olan kuzeninin suikastla öldürülmesinden kısa bir süre sonra Çad’ın geleneksel otokratıyla görüşmek üzere bir elçi gönderdi.
Çad’ın demokratik yönetime geçiş sürecine duyduğu “hayranlıkla” Fransa, Çad’ın kendisine olduğundan çok daha fazla ihtiyacı olduğunu da göstermiş oldu. Ancak Paris uzun zamandır değerlerini Afrika’daki çıkarlarına tabi kıldı ve Fransa’nın varlığını kabul etmeye istekli olan her rejimi desteklemeye hazır.
Ancak Fransa eski sömürgeleriyle daha karmaşık bir mirasa sahipken ABD de bugün kendisine benzer bir mercekten bakıyor. Birçok Afrikalı lider ülkelerini İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin kurbanları olarak görüyor. Onlara göre Washington, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumları kendi çıkarları için kullanırken, Afrika ülkelerine acı verici koşullar dayatıyor. Rusya’nın propaganda çabaları bugün sadece bu görüşe odaklanıyor.
Benzer şekilde, Washington’un Zaire’nin Mobutu Sese Seko’sundan Ekvator Ginesi’nin Teodoro Obiang’ına kadar Afrikalı diktatörlere uzun süredir verdiği destek ve 2011’de NATO’nun Kaddafi’ye karşı yürüttüğü savaşta olduğu gibi çıkarlarına karşı olanları devirmeye istekli olması, Washington’un şimdi ortak değerler gündemiyle satmaya çalıştığı güvenirliğine Afrikalı ortakları nezdinde zarar verdi. Avrupalı müttefiklerinin aksine Washington, kıtayı bir asırdan fazla bir süre önce bölmemiş olabilir, ancak zaman içinde kendi çıkarlarının peşinden amansızca koşuşu ona belki de dünyanın önde gelen yeni-sömürgeci gücü olarak ün kazandırdı.
İşin ironik yanı pek çok yetkilinin bu anın gelmekte olduğunu bir süredir görüyordu. Biden yönetiminin 2022 Afrika stratejisi, kıtanın artık ABD politikalarının “istemeden de olsa Sahraaltı Afrika’ya ayrı bir dünya muamelesi yaptığı” ikinci sınıf ilgiye mahkum edilemeyeceğinin sözünü veriyordu. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ise “Afrika ülkelerine çoğu zaman eşit ortaklardan ziyade küçük ortaklar -ya da daha kötüsü- olarak muamele edildiğini” kabul etti. Bunlar önemli görüşler olsa da, hâlâ somut bir kararlılıktan yoksunlar.
ABD’nin öne sürdüğü bir diğer argüman da Afrika’nın diğer ülkelerle ortaklıklarını sınırlamak istemediği. Blinken 2021’de yaptığı bir konuşmada,”Size seçim yaptırmak istemiyoruz. Size seçenekler sunmak istiyoruz” dedi. Ancak ABD, bu söylemine rağmen Nijer ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi Afrika ülkelerine, Washington’un taahhütleri karşılığında Moskova ile güvenlik ilişkilerinden vazgeçmeleri için özel olarak lobi yapmaya devam etti.
Söylem ve gerçeklik arasındaki bu uçurum, ABD’li yetkilileri Niamey’den gönderen ve askeri nüfuz, stratejik mineraller ve siyasi ortaklıklar arayışında olan yeni talipler Afrika’ya geldikçe Washington’un zemin kaybetmeyi sürdürmesine neden olacak olan şeydir.
Washington ülkelere sadece seçenek sunmak yerine rakiplerinden daha cazip teklifler sunmaya odaklanmalı. Ülkelere ortak değerler satmak yerine, Washington’un onları ortak çıkarlar etrafında bir araya getirmesi de iyi olacaktır – bunlar birbirini dışlayan şeyler değil (Fransa’nın modelinde olduğu gibi). Eğer Biden yönetimi gerçekten de “21. yüzyıl ortaklıkları” dediği eşitler ilişkisine dayalı bir arayış içindeyse, o zaman Afrika’nın bu ortaklıkların neye benzeyeceğine dair vizyonuna da uyum sağlamaya hazır olmalı.
Angola Devlet Başkanı João Lourenço için bu, geçen Kasım ayında Beyaz Saray’dan milyarlarca dolarlık bir altyapı yatırımını duyurmak ve dört aydan kısa bir süre sonra sanayi yatırımları ve kredi anlaşmalarını görüşmek üzere Pekin’e resmi bir ziyaret gerçekleştirmek anlamına geliyor. Nijer örneğinde böyle bir ortaklık, cihatçı tehdidine karşı Rus güçleriyle çalışan bir orduya Washington’un istihbarat sağlaması ve demokratik yardımını ülkenin hükümetine değil, kuşatılmış sivil toplumuna odaklaması anlamına gelebilir.
Bu ortaklıklardan bazıları hem ABD değerleri hem de çıkarları açısından kırmızı çizgiyi aşabilir ama aynı ülkelerden çekilmek ya da kovulmak da öyle. Artık küresel terörizmin merkez üssü olarak tanımlanan bir bölgede Washington, cihatçı grupların planlarına karşı giderek daha kör ve orada tutunmak için gereken iyi niyetten yoksun bir şekilde çekiliyor ve hayati stratejik çıkarlarını tehlikeye atıyor.
Jeopolitik rekabetin arttığı bir çağda Afrika ülkeleri, geleneksel güç dinamiklerini altüst eden bol seçenekleriyle yeni bir güç kazandılar. Washington ya bu yeni gerçekliği kabul edecek ve bu ülkelerle niyetlendiğini söylediği gibi gerçekten eşitler olarak ilişki kurmanın bir yolunu bulacak ya da giderek daha stratejik hale gelen bir kıtada hem değerlerinin hem de çıkarlarının azaldığını görmeye devam edecek.