GÖRÜŞ

Algı ve olgu üzerine…

Yayınlanma

6 Şubat 2023’te saatler 04.17’yi gösterirken Türkiye’nin güneydoğusunu vurmaya başlayan deprem fırtınası, tüm ülkeyi derinden sarstı. Başta, Hatay olmak üzere bölgedeki 10 ilimiz adeta yerle bir oldu. Bunlar son yüz yıl içinde yaşanan en büyük depremler olarak kayıtlara geçerken bu olağanüstü felaket, ülkenin deprem gerçeği ile bir kez daha yüzleşmesine neden oldu.

Resmi verilere göre şu ana kadar 40 binden fazla insanımız yaşamını yitirdi. Enkaz altında kalıp ulaşılamayanların, kimliği belirlenemeden defnedilenlerin sayısı ise henüz bilinmiyor.

Yaşanan ve yaşanmakta olan acının tarifi yok!

Türkiye hızla deprem bölgesi için uluslararası yardımı da içeren dördüncü seviye alarm ilan etti. Tarihinin en ağır felaketlerinden birini yaşayan Türkiye, uluslararası toplumdan daha önce örneğine pek tanık olunmayan şekilde dayanışma ve destek gördü.

Başta insani yardımlar, arama, kurtarma, sahra hastanesi kurma gibi birçok alanda 80’den fazla ülke Türkiye’ye yardım elini uzattı. Bu süreçte 7 binden fazla yabancı personel Türkiye’ye gelerek yürütülen çalışmalara katıldı. Dışişleri Bakanlığı, 15 Şubat itibarıyla 100 ülkeden yardım teklifi geldiğini, 76 ülkenin sahada aktif olduğunu 12 ülkenin de çalışmalarını tamamlayarak Türkiye’den ayrıldığını açıkladı. Yardım eden ülkeler arasında Türkiye’nin – kısa süre öncesine kadar sıcak bir çatışma ihtimalinin göz ardı edilmeyecek şekilde – sorunlu ilişkisinin bulunduğu Yunanistan’ın olmasının ayrı bir önemi var kuşkusuz!

İki ülke ilişkilerinin geçmişten bugüne adeta çözülemeyecek şekilde sorunlar yumağına dönüşmüş olması; siyasi, stratejik ve askeri olarak keskin bir cepheleşme içinde parmakların silahların tetiğine yakın durması elbette ki insani meselelerle aynı düzlemde ele alınmamalı!

Türkiye böylesine büyük bir trajedi yaşarken, Yunan kamuoyunun kayıtsız kalması beklenemezdi elbette. Nasıl ki, Yunanistan benzer bir felaketle yüzleşmiş olsaydı, Türk kamuoyunun da kayıtsız kalmayacağı gibi…

Meselenin insani boyutunu gözyaşlarımızı silerek şimdilik çantamızın içine koyalım, diplomasinin soğuk ve “rasyonel çıkarları önceleyen” acımasız evrenine girip, “Yaşanılan bu felaketin ardından uluslararası yardımlar ve özellikle de Türkiye’nin sorunlu ilişkilerinin olduğu ülkelerin yardım elini uzatması, dış politikaya nasıl yansıyacak?” sorusunun yanıtını aramaya çalışalım. Ama önce, hafızalarımızı tazeleme adına 1999 yılındaki Körfez depreminde Yunanistan’ın ilk yardıma koşan ülkelerden birisi olduğunu anımsatalım.

1999 yılının başlarında Suriye’den çıkarılmasının ardından Yunanistan’ın Abdullah Öcalan’ı Kenya’daki büyükelçiliğinde saklamış olması Ankara-Atina ilişkilerinin adeta kopma noktasına getirmişti.

İki ülke arasında adeta savaş rüzgârlarının estiği bir dönemde, Yunanistan’ın yardım elini uzatması, Türk kamuoyunda büyük bir sempati yaratmış, bu sempati iki ülke liderinin siyasi iradesini ortaya koymasıyla Ankara-Atina arasında yumuşama süreci başlamıştı. Hatta Türkiye, aynı yılın sonunda AB tam üye adayı olarak ilan edilmiş, Yunan vetosu ile karşılamamıştı.

6 Şubat’taki depremin ardından benzer bir süreç yaşanabilir mi? Türkiye ile Yunanistan arasında yeni bir yumuşama süreci başlayabilir mi? İki ülke aralarındaki yapısal sorunları bir kenara bırakıp, insani meselelerin kamuoylarında yarattığı sempati üzerinden yeni bir ilişki biçimi geliştirebilir mi?

1999 depremi üzerinden 23 yıldan fazla bir zaman geçti. O günden bugüne uluslararası ilişkilerin temel dinamikleri çok fazla değişmese de gerek Türk ve Yunan gerekse uluslararası kamuoyunun diplomatik süreçleri ve gelişmeleri değerlendirme biçimlerinde çok önemli değişiklikler ortaya çıktı.

Paradigmanın ana taşıyıcı unsurunun rasyonalite olduğu bu dönemin üzerinden geçen 20 yılda, internetin ve özellikle sosyal medyanın a’dan z’ye yaşamın bütününü etkisi altına almasıyla “algı” hemen her şeyin önüne geçti. Çok kullanılan deyişiyle “algının olgunun önüne konduğu” yeni bir ilişkiler sistemi ortaya çıktı. Algıyı yöneten, toplumları da yönetmeye başladı. Ülkelerin ikili ve çok taraflı ilişkileri bu zemin üzerinde şekillenirken, algıların beslendiği hemen her unsurun araçsallaştırılması yavaş yavaş meşruiyet kazandı.

Yani, toplumların değerleri, kutsiyet atfettikleri kavramlar, inanç sistemleri, kültürel ve etnik kimlikleri algı yönetimi için önemli bir malzeme durumuna geldi. Bu noktada, bütün bu soyut cümleleri belki de en dikkat çekici şekilde somuta indirgeyen bir sosyal medya paylaşımına dikkat çekmek gerekiyor.

Fotoğrafta, kucağında, deprem enkazından çıkarılmış olduğu düşünülen bir kız çocuğunu taşıyan Yunan arama kurtarma ekibinin bir üyesi görülüyor. Kırmızı baretinde Yunan bayrağı bulunuyor. Kucağında taşıdığı ve bütün masumiyetiyle gözlerini kapamış kız çocuğunun omuzunda ise belli belirsiz bir Türk bayrağı var.

Bu görsel Midjourney AI adlı metinsel açıklamalardan görüntüler oluşturan yapay zekâ programı ile oluşturulmuş. Fotoğrafın kaynağı Yunanistan’ın itfaiye teşkilatının eski yöneticilerinden Panagiotis Kotridis…

Kotridis fotoğrafı 8 Şubat’ta şu metinle paylaştı:

“Türkiye’de meydana gelen depremlerden etkilenenleri kurtarmak için elinden geleni yapan meslektaşlarımı onurlandırmak için bu resmi yaptım.”

Kotridis, altına Türkçe, Yunanca ve İngilizce şu notu da düşmüş:

“SENİN İÇİN BURADAYIM”

Bu görsel, son dönem tabiriyle hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de “viral” oldu. Yani, Türkiye’nin deprem mağduriyeti üzerinden yürütülen algı operasyonu başarıya ulaştı!

Emak personeliyle, güçlü, kararlı, kahraman bir Yunan imgesi; onun kucağında mağdur, masum bir kız çocuğuyla yardıma muhtaç bir Türk imgesi!

Bu görsel kuşkusuz Yunan kamuoyunun egosuna hitap ediyor.

Sosyal medya üzerinden toplumsal algıyı şekillendirmek isteyenlerin, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bu felaketi ve bu felaketin yarattığı mağduriyeti bile araçsallaştırmakta sakınca görmediği ortada!

Üstelik bunu “seni pamuklara sarıp sarmalarım” edasıyla yapıyor ki, karşısında yürütülecek olası bir algı operasyonuna karşı güçlü ve geçerli bir argüman üretebilsin!

Ezcümle, depremde uzatılan yardım eliyle ortaya çıkan bahar havasının Türkiye’nin Batı ve bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirme sürecine denk gelmesi, bir çarpan etkisi yapar mı, şimdiden buna tutarlı bir yanıt vermek güç.

Ancak, uluslararası ilişkilerin rasyonel evreni ile insani meseleler arasındaki çizgiyi kalın kalemle yeniden çizmek, rasyonaliteyi, algıya feda etmemek gerekiyor.

Diğer yandan, Türkiye’deki depreme uzatılan yardım eliyle ortaya çıkan bu olumlu iklim, belki ülke lideri arasında nezaket sınırların zorlayan söylemlerin bir süre için ortadan kalkmasına neden olabilir. Ama Yunanistan örneğinde de görüldüğü gibi algı yönetimini beslemek üzere araçsallaştırılan bütün kavramlar ve süreçler bir süre sonra uluslararası ilişkilerin somut gerçeklikleri karşısında geçerliliğini yitirecektir.

Ülkeler arası ilişkiler, algı yönetimine göre değil, rasyonel ve karşılıklı çıkarların maksimizasyonunu temel alan yaklaşımlara göre şekillendirilmek zorundadır, diyerek yazımıza noktayı koyalım.

Çok Okunanlar

Exit mobile version