Söyleşi
‘Alman medyası hükümetin halkla ilişkiler departmanı gibidir’

7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından Avrupa ve ABD medyası, neredeyse tamamen İsrail ordusunun bülteni olarak yayın yapmaya başladı. Tıpkı Ukrayna savaşında olduğu gibi, farklı bir tarafı tutmak bir yana, tarafsız görüşler dile getirmek bile damgalanmak için yeterli hale geldi. Sokakta Sovyet-Rus sembollerinin sergilenmesinin polisiye bir vaka olarak görülmesine benzer şekilde, Filistin bayrakları, kefiyeler, Filistin yanlısı sloganlar, duvar yazıları, dövizler kovuşturmanın veya toplumsal tecritin odağı haline geldi.
Almanya’nın ve Alman medyasının bu konuda başı çektiği aşikar. Angela Merkel döneminde formüle edilen “Staatsräson” (“devlet aklı”), İsrail’in varlığını ve güvenliğini Alman devleti ve siyaseti için tartışılması kabul edilemez bir yere koymuştu. Nitekim 7 Ekim’den sonra da hem eski Şansölye Olaf Scholz, hem de koalisyon ortaklarından Yeşiller üyesi Robert Habeck, bu meseleyi sık sık gündeme getirdi. Alman medyası da Alman devlet aklının İsrail konusundaki tutumunu büyük bir şevkle benimsedi.
İşte gazeteci Fabian Goldmann, kişisel blogunda Alman medyasının İsrail konusunda nasıl bir Federal Dışişleri Bakanlığı bürosu gibi çalıştığını teşhir eden makaleler yayınlıyor. Medyadaki İsrail etkisi o kadar ilerlemiş ki, İsrail ordusunun Almanya’daki sözcüsü “Yahudi nefretini yayan 10 kişi” başlığıyla bir gazeteci listesi bile yayınlamış. O da bu listede olanlardan biri.
Goldmann ile Berlin’de buluştuk ve Alman medyasını, medyada Filistin sorununun ele alınışını, gazetecilik standartlarını ve Almanya ile Alman medyasının geleceğini konuştuk.
Öncelikle, Alman medyasının Gazze’deki İsrail-Filistin savaşına ilişkin haberlerine değinelim. Makalelerinizde defalarca belirttiğiniz gibi, Alman medyası Filistinlilere karşı İsrail’i güçlü bir şekilde destekliyor ve Filistin davasını savunan eleştirel veya alternatif seslere yer vermiyor. Bu haberler hakkında ne düşünüyorsunuz? Alman medyası Gazze savaşını neden ve nasıl bu şekilde haberleştiriyor?
Bu konu hakkında saatlerce konuşabiliriz, ama birkaç önemli noktayı özetlemeye çalışacağım. Filistinlilerin sesine yer verilmediğini söylediniz, ben tamamen verilmediğini söylemezdim. Ara sıra Filistinlilerin bakış açısı da yer alıyor ve Gazze’de olanlarla ilgili bazı makul makaleler var.
Ama sorun, haberlerin %99’unun gerçekten çok kötü olması. Almanya’da buna alışkınız. Sağcı medya genellikle İsrail, İslam, göç ve mülteciler gibi konuları önyargılı bir şekilde ele alır. Fakat 7 Ekim’den bu yana yeni olan şey, ana akım medya, yani kamu yayıncıları ve geleneksel olarak solcu gazeteler gibi taz veya Die Zeit gibi sol-liberal gazetelerin bile çok kötü bir iş çıkarmasıdır. Her zaman bu yönde eğilimliydiler ama şimdilerde bu eğilim aşırıya kaçmış durumda.
Bir şeylerin değiştiğinin ilk işareti, 7 Ekim’den hemen sonra, birçok gazetenin fırında yakılan bebekler, tecavüze uğrayan kadınlar ve parçalanmış cesetler hakkında doğrulanmamış haberler yayınlamasıyla ortaya çıktı. Solcu yayınlar bile bunu haber yaptı. Aynı zamanda Filistinlilerin sesi neredeyse hiç duyulmadı. Her şey İsrail ordusunun bakış açısından aktarıldı. İsrail ordusu sözcüleri, Tagesschau gibi önemli haber programlarında ve talk şovlarda yer aldı.
Kısa süre önce Tagesschau’da gösterilen bakış açıları üzerine bir araştırma yaptım. İsrailli yetkililer 136 kez ekrana çıkarken, Filistinli yetkililer sadece dört kez yer aldı. Bu, Belçika veya Lüksemburg’dan yetkililerin ekrana çıktığı süreyle neredeyse aynı. Bu, bağlam göz önüne alındığında absürt bir durum.
Medya her zaman kötüydü, örneğin Irak, Suriye veya Ukrayna’daki savaşların haberleri de sorunluydu, ama hiç bu kadar tek taraflı olmamıştı. İsrail ordusunun anlatısı manşetleri ve giriş paragraflarını domine ediyor. Filistinlilerin bakış açısı, varsa bile, genellikle beşinci veya yedinci paragrafta yer alıyor.
Birleşmiş Milletler, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Save the Children veya Oxfam gibi son derece güvenilir kuruluşlar İsrail’in anlatımını yalanlasa, savaşı soykırım olarak nitelese veya Hamas’ın yanı sıra sivillerin de hedef alındığını belirtse bile, Alman medyası büyük ölçüde İsrail ordusunun versiyonuna bağlı kalıyor.
7 Ekim’den sonra, bazı İngiliz alternatif medya kuruluşları, İsrail ordusu yetkililerinin İngiliz medya yöneticileriyle görüştüğünü ortaya çıkardı. İsrail yetkilileri ile Alman medya grupları arasında benzer toplantılar yapıldığına dair herhangi bir kanıtınız var mı?
İsrail hükümetinin Alman medyasına baskı uyguladığı bir sır değil. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, yaklaşık 60 editör ve gazeteciyle yaptığı röportajlara dayanarak Almanya’da basın özgürlüğü hakkında bir rapor yayınladı. Birçoğu, İsrail büyükelçiliğinin, Deutsch-Israelische Gesellschaft (Alman-İsrail Derneği) gibi kuruluşlarla birlikte, sık sık baş editörleri arayarak haberler hakkında şikayette bulunduğunu söyledi.
Onların hoşuna gitmeyen gazetecilerin listesini verip medya yöneticilerinden onları kovmalarını istedikleri vakalar da duydum. İsrail büyükelçiliği çalışanları sık sık Alman gazetecilerle doğrudan iletişime geçiyor. Ben de İsrail ordusunun Almanya sözcüsü Arye Sharuz Shalicar tarafından “Almanya’nın en büyük 10 Yahudi düşmanı” listesinde yer aldım.
Eğer bir Rus siyasetçi benzer bir şey yapsaydı, gazeteciler örgütleri ve baş editörler seslerini yükseltir, ulusal çapta bir patırtı çıkardı. Ama İsrail yapınca, tam bir sessizlik hakim. Etkilenen gazetecilerin patronları bile onları savunmuyor.
Alman medyasının sorumlularının çoğu, İsrail yanlısı veya transatlantik örgütlerle bağlantılı. Kültürel olarak, birçok Alman gazeteci rolünü iktidarı hesap sorumlu tutmak olarak görmüyor. Bunun yerine, politikacıların yaptıklarını haber yapıyorlar: siyaseti irdelemek yerine tasvir ediyorlar.
Al Jazeera, BBC veya hatta Russia Today’i izlerseniz, politikacılarla yaptıkları röportajların çok daha eleştirel olduğunu görürsünüz. Alman medyası genellikle politikacıların söylediklerini yineler, çoğu zaman onların gündemlerini benimser; sadece İsrail konusunda değil, göç, COVID-19 ve Ukrayna konusunda da.
Bu önyargı, İsrail söz konusu olduğunda daha da artar. Almanya’da İsrail ile ilgili siyasi yelpaze son derece dardır. İsrail’e silah gönderilmesi konusunda farklı görüşlere sahip partiler bile, temel İsrail yanlısı tutumu sorgulamıyor. Filistin direnişini destekleyen hiçbir parti yok.
Diğer bir faktör ise ırkçılık. Bazı araştırmalar, birçok gazetecinin, demokrasiyi ve liberalizmi temsil eden İsrail ile barbar olarak görülen İslam arasında bir kültür savaşı olduğuna gerçekten inandığını gösteriyor. Filistinliler genellikle terörist olarak gösteriliyor. Die Zeit gazetesinin bir manşeti, Filistinli sivil olmadığını iddia etti; bu, Filistinlilerin hayatının Avrupalıların hayatından daha değersiz olduğunu ima eden korkunç bir görüş.
Bu sorun on yıllardır var. Araştırmalar, İslamın Alman medyasında sürekli olumsuz bir şekilde gösterildiğini ve her zaman terör veya şiddetle ilişkilendirildiğini ortaya koyuyor. Göçmenler, gerçek istatistiklere kıyasla suç haberlerinde aşırı temsil ediliyor. Tüm bunlar ırkçılık, stereotipler ve İslamofobi ile bağlantılı.
7 Ekim’den bu yana, Filistinlilerin haklarını savunan herkesi hedef alan kampanyalar da arttı: gazeteciler, kültür adamları, politikacılar, Yahudi sanatçılar ve akademisyenler. “Apartheid” veya “soykırım” gibi terimleri kamuoyunda kullanırsanız, işinizi kaybetme veya antisemitik veya İslamcı olarak yaftalanma riskiyle karşı karşıya kalırsınız.
Malcolm Ohanwe adında bir gazeteci vardı, kamu yayın kuruluşunda çalışıyordu. 7 Ekim’de Twitter’da “Filistinlilerin özgürlük için savaşmanın başka yolu yokken onlardan ne bekliyorsunuz?” gibi bir tweet attı. Bu tweet, ona karşı büyük bir kampanya başlatılmasına neden oldu ve birkaç saat içinde, düzgün bir görüşme bile yapılmadan işinden kovuldu. Bu, pek çok benzer vakadan sadece biri.
Al Jazeera birkaç ay önce Deutsche Welle hakkında, Filistin yanlısı veya İsrail’i eleştiren sesleri bastırdığını ortaya koyan sağlam bir haber yayınladı. Tagesschau veya Spiegel gibi yayın organlarından bazı gazeteciler bana özel olarak yazıyorlar. Blogumda ve röportajlarımda söylediklerime katılıyorlar ama seslerini çıkarmaya cesaret edemiyorlar. İşten ayrılmayı düşünüyorlar.
Erman Çete ve Fabian Goldmann
Axel Springer’in çalışanlarının İsrail yanlısı olmasını gerektiren resmi olmayan, hatta yazılı bir politikası olduğunu okudum. Bu doğru mu?
Bu gayri resmi değil, sözleşmede yazılı. Axel Springer, çalışanlarından İsrail’i desteklemelerini açıkça talep ediyor. Deutsche Welle, iki yıl önce 8-10 Arap kökenli editörün eski sosyal medya paylaşımları nedeniyle antisemitizmi teşvik ettikleri iddiasıyla kovulduğu bir skandalın ardından benzer bir politika benimsedi. Sonunda şirket davranış kurallarını değiştirdi.
7 Ekim’den sonra Almanya’da antisemitizm artıyor mu? Bunu nasıl ölçebiliriz?
İçişleri Bakanlığı ve çeşitli STK’ların verileri de dahil olmak üzere resmi istatistikler ani bir artış gösterdi. Fakat bu istatistiklerin temel bir kusuru var: İsrail karşıtı tutumları antisemitizm olarak sayıyorlar. Örneğin, Filistin yanlısı sloganlar veya gösterilerde polisle yaşanan çatışmalar antisemitik olaylar olarak kaydediliyor.
Peki, antisemitizmin gerçekten arttığını düşünüyor muyum? Dürüst olmak gerekirse, bilmiyorum. İstatistikler o kadar çarpıtılmış ki artık güvenilir değiller. Yahudilere Yahudi oldukları için yapılan saldırılar gibi gerçek antisemitizmi, İsrail’i eleştiren siyasi görüşlerden ayıran ciddi araştırmalar çok az.
Alman medyasını yıllardır takip ediyorsunuz. Diğer Batı ülkelerindeki medya ortamlarıyla karşılaştırıldığında nasıl?
Büyük bir fark, Almanya’da İsrail hakkında önyargılı haberlerin tüm siyasi yelpazede, soldan sağa kadar yaygın olması. ABD’de CNN veya NBC kötü, ama Democracy Now! veya The Intercept gibi harika yayın organları da var. İngiltere’de BBC berbat, ama The Guardian ara sıra kaliteli haberler yayınlıyor. İsrail’de bile Jerusalem Post berbat, ama Haaretz ve +972 Magazine dengeli bakış açıları sunuyor.
Almanya’da buna eşdeğer bir şey yok. Birkaç küçük, bağımsız yayın organı var, ama okur kitleleri çok az. Ayrıca, İngiliz medyası hâlâ Filistinli ve bağımsız bakış açılarını da içeriyor, ama Alman medyası ağırlıklı olarak İsrail kaynaklarına güveniyor.
BBC veya CNN en azından “Batı hükümetleri tarafından terör örgütü olarak tanımlanan Hamas” gibi ifadeler kullanıyor. Buna karşılık, Alman medyası sadece “terör örgütü Hamas” diyor ve hükümetin bakış açısını tamamen benimsiyor.
Almanya’da Hamas’ın terör örgütü olmadığını söylediğiniz için mahkum edilebilir misiniz?
Gazeteci olarak bir miktar özgürlüğünüz var. Sivil vatandaşlar için yasal sonuçları konusunda emin değilim.
Başka bir nokta: Alman medyası Gazze hakkında neredeyse hiç araştırmacı gazetecilik yapmıyor. Bu fenomeni açıklayabilir misiniz?
Evet, bu çok büyük bir sorun. Gazze’deki okullar bombalandığında, Alman medyası Hamas ve İsrail ordusunun söylediklerini aktarıyor ve “Gerçekleri doğrulayamıyoruz” diye sonlandırıyor. Fakat bağımsız gazeteciler ve uluslararası STK’lar bu gerçekleri doğrulayabilir ve çoğu zaman da doğrular.
Sorun sadece erişim eksikliği değil, çaba eksikliğidir. Birçok ülkede, çelişkili haberler gerçek soruşturmaların başlatılmasına neden olur. Almanya’da ise gazetecilik burada sona erer. Gazeteciler sadece İsrail’in iddialarını tekrarlar ve izleyicilere gerçeği bilemediklerini söyler.
Medyanın “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılmasına nasıl bakıyorsunuz? Bu Almanya’da nasıl geçerli? Almanya’da medya güçlü mü?
Evet, medya güçlüdür, ama asıl soru bu gücü nasıl kullandığıdır. Alman medyası, iktidarı hesap sorma yerine, genellikle iktidarla aynı çizgide hareket eder. Daha çok hükümetin halkla ilişkiler departmanı gibidirler.
Tagesschau’nun bir bölümünü Dışişleri Bakanlığı’nın basın açıklamasıyla karşılaştırın, neredeyse aynıdır. Bu, COVID-19 sırasında, Ukrayna’da, göç politikasında böyleydi ve şimdi de İsrail’de böyle.
Almanya hükümeti ile olası bir Trump yönetimi arasında İsrail veya Ukrayna konusunda gelecekte yaşanabilecek çatışmalar, Alman medyasında alternatif seslerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir mi?
Bundan şüpheliyim. Trump, Filistinlileri Gazze’den çıkarmaya çalışsa ve buna “Filistin Rivierası Planı” adını verse bile, Almanya yine de bunu destekleyecektir, tıpkı Gazze’deki hastanelerin bombalanmasını ve toplu yerinden edilmeyi desteklediği gibi.
Almanya’nın herhangi bir önemli dış politika konusunda ABD’ye karşı çıktığı bir dönem hatırlamıyorum. Washington’u her ne pahasına olursa olsun destekliyorlar. Medyanın veya hükümetin değişeceğini sanmıyorum.
Zaman zaman, birkaç tane iyi Tagesschau haberi çıkıyor. İnsanlar, Uluslararası Adalet Divanı’nın kararı veya Af Örgütü’nün çatışmayı soykırım olarak nitelendiren raporunun bir şeyleri değiştireceğini umuyordu. Ama hiçbir şey değişmiyor. Birkaç hafta içinde medya yine “Hamas komuta merkezleri”nden bahsetmeye başladı.
Tek umudum, Alman medyasının önemini yitirmesi. İnsanlar TikTok, Instagram, bloglar ve bağımsız platformlara yöneliyor. Protestolar düzenliyor, yeni koalisyonlar oluşturuyorlar: Filistinliler, Yahudi aktivistler, entelektüeller ve diğerleri. Değişim, sistemin kendisinden değil, bu taban hareketinden gelebilir.