GÖRÜŞ

Arap-İran kavşağında Çin’in yeni Orta Doğu politikası

Yayınlanma

Çin Komünist Partisi (ÇKP) 20. Kongresi hem Xi Jinping’in üçüncü dönemini hem de Çin’in ikinci yüzyılını başlatmıştır. ÇKP Kongresinin tamamlanmasının ardından Xi Jinping dış politikaya ışık hızında bir giriş yapmıştır. Önce Asya’daki zirvelere katılmış ardından Pekin’de başta Almanya ve AB olmak üzere bir dizi ülkenin liderlerin kabul etmiş ve son olarak da ikinci kez Suudi Arabistan’ı ziyaret etmiştir. Bu ziyareti sırasında hem Körfez ülkeleriyle hem de Arap ülkeleriyle birer zirve gerçekleştirmiştir.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in adeta pandemi sürecinin  acısını çıkarırcasına gerçekleştirdiği  3 gün süren Suudi Arabistan ziyaretinde Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması da dahil olmak üzere 50 milyar dolar değerinde 35 anlaşma imzalandı. Özellikle ticaret hacminin daha da geliştirilmesi, enerji ve savunma alanında işbirlikleri öne çıktı. Xi Jinping bu ziyaret esnasında iki ayrı  zirveye katılmıştır; birincisi  Körfez İşbirliği Konseyi ile diğeri ise ilk defa düzenlenen 21 Arap ülkesinin katıldığı Çin-Arap Devletleri Zirvesidir. Xi, Zirvede “Çin-Arap Dostluğunun Ruhunu İleriye Taşımak ve Yeni Çağda Ortak Bir Geleceği Olan Çin-Arap Topluluğunu Ortaklaşa İnşa Etmek” başlıklı bir açılış konuşması yaptı. Konuşmasında Çin’in Arap dünyası ile tarihsel ilişkilerinden başlayarak Arap ülkelerinin kurtuluş savaşlarına Çin’in verdiği destek de dahil olmak üzere günümüzdeki meselelere kadar değindi. Xi, özetle Arap dünyasına ortak bir gelecek inşa etmeyi ve ortak bir kaderin parçası olmayı teklif etti. Xi’nin çıkışı Arap dünyasında yeni bir dünyanın kurulmakta olduğunu ve Arap ülkelerinin de bu dünyada yerini almak için hevesli olduklarını gösterdi. Çin, Filistin meselesinde de  1967 öncesi sınırlara sahip başkenti Doğu Kudüs olan BM’ye üye bağımsız bir Filistin devleti  fikrini desteklediğini bir kez daha dile getirdi.

Çin’in Arap dünyasıyla son 70 yıldaki politikasının tarihine bakıldığında daha çok Soğuk Savaş döneminde ideolojik bir perspektif üzerinden inşa edildiği görülür. Bu dönemde üçüncü dünyanın liderliği Çin ile Sovyetler birliği arasındaki ana rekabetin temel alanıydı. Soğuk Savaş sonrası ise Arap dünyası ve Ortadoğu Çin için daha pragmatik bir anlam taşımaya başladı ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Blokunun yıkılmasıyla ideolojik bakışın yerini ticaret ve enerjinin güvenli tedariği almıştır. Bir başka deyişle, Soğuk Savaş sonrası Çin dış politikası devrimci olmaktan çok pragmatiktir. Ayrıca, Çin için Arap dünyası siyasi bir kutup oluşturmaktan çok, bir ekonomik pazardır.

Suudi Arabistan, son dönemde özellikle Yemen Savaşıyla birlikte daha da artan İran tehdidi nedeniyle hızlı bir silahlanma süreci başlatmış, bu bağlamda ABD’den milyarlarca dolar silah almaya başlamıştır. Ancak son dönemde ABD ile başta kaşıkçı cinayeti ve petrol kısıntısı nedeniyle gerginlik yaşayan Suudi Arabistan ABD’ye alternatif olarak Çin’i ön plana çıkarmıştır.  Trump’ın “biz olmasak iktidarda ancak iki hafta kalabilirsiniz” sözü ve  Biden’ın parya olarak nitelendirmesiyle Amerikan başkanlarının sistematik olarak Riyad yönetimini aşağıladığı bir sürecin başladığı gözlemlenmiştir. Ve gelişmeler, Suudi Arabistan’ı  Rus-Çin Blokuna yakınlaştırmış ve bu yıl Şanghay İşbirliği Örgütü Semerkant zirvesinde Suudi Arabistan ile diyalog ortaklığı protokolü imzalamıştır.

Halihazırda, 2022 itibariyle daha önce yapılmış anlaşmalar kapsamında Suudi Arabistan Çin’den 4 milyar dolarlık silah alacak. Aslında Çin ile Suudi Arabistan arasındaki silah ticareti 1985’lere kadar gitmektedir.1986’da Suudi Arabistan Çin’den 50 adet orta menzilli DF-3 balistik füzeler almıştır. Bu füzelere nükleer başlık da takılabiliyor. 2007’de ise DF-21 füzelerini almıştır. 2014 ve 2017’de Çin’den insansız hava araçları almış almaya da devam ediyor. Amerikan istihbaratına göre Çin, Riyad yakınlarında Sudi Arabistan’ın balistik füze geliştirmesine yardım ediyor. Bu arada geçtiğimiz Ağustos ayında ABD’den de 3 milyar dolar değerinde Patriot hava savunma sistemlerini almak için anlaşmaya varmış durumdadır.

ABD, Suudi Arabistan’ın Çin’den silah almasına İran nedeniyle göz yummaktadır. Güçlü bir Suudi Arabistan, Orta Doğu’da İran’ı caydırabilecek ve karşı koyabilecek bir güç olacaktır. Ancak aynısı Çin için söylenemez. Çin, hem Suudi Arabistan’a hem de İran’a silah satmaktadır. Çin için iki ülke de kendisi için bir pazar ve aynı zamanda enerji tedarik ettiği merkezlerdir. Suudi Arabistan için Çin’in İran’a silah satması ironik bir durumken benzer şekilde İran için de Çin’in İsrail ile özellikle savunma alanındaki stratejik ilişkileri ironik bir durum oluşturmaktadır. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı yaptığı açıklamada “eğer İran çalışır bir nükleer silah elde ederse körfez ülkeleri olarak güvenliğimiz için gereken neyse yaparız” şeklindeki ifadesi gerekirse Körfez ülkelerinin de nükleer silah edinebileceğine işaret ediyor. Bu cesurca açıklamanın Xi Jinping’in ziyaretinin ardından gelmesi de anlamlıdır.

İran’dan ziyarete tepki

Çin ile Körfez İşbirliği Konseyi toplantısının ana gündem maddesini İran oluşturdu. Yayınlanan 18 maddelik bildirinin 4 maddesi doğrudan İran ile ilgiliydi.  İran’ın  nükleer programından mezhepsel çatışmaları desteklemesine kadar bir çok konu masaya yatırıldı. Ancak en önemli konu bildirinin 12. maddesinde yer alıyordu: Liderler, Birleşik Arap Emirlikleri’nin üç adalar sorununa barışçıl bir çözüme ulaşma girişimi ve çabaları da dahil olmak üzere tüm barışçıl çabalara desteklerini teyit ettiler; Büyük Tunb, Küçük Tunb ve Ebu Musa adalarını uluslararası hukuk kurallarına uygun ikili müzakereler yoluyla ve bu konuyu uluslararası meşruiyete uygun olarak çözmek.”

İran, bu bildiriyi küstahça yapılmış bir açıklama olarak değerlendirdi ve Basra Körfezinde yer alan ve İran’a ait olan  üç stratejik ada üzerinde hak iddia eden Birleşik Arap Emirliklerine Körfez İşbirliği Örgütünün ve Çin’in verdiği destek kabul edilemez olarak nitelendirildi.  Ayrıca İran, meseleyi uluslararası hukuk kurallarına uygun ikili müzakereler yoluyla ve bu konuyu uluslararası meşruiyete uygun olarak çözmek şeklinde geçen ifadeyi de sert eleştirerek İran’ın müzakere edilemez olarak gördüğü egemenliği ile ilgili bir mesele üzerinde müzakere çağrısı yaptığı için tepki gösterdi.

İran, bu üç ada nedeniyle Birleşik Arap Emirlikleriyle zaman zaman gerginlik yaşadıklarının altını çizerken bu kez Tahran yönetimi için şaşırtıcı olan şey  Çin’in anlaşmazlıkta taraf tutuyor gibi görünmesi durumuydu. İran cumhurbaşkanının siyasi işlerden sorumlu genelkurmay başkan yardımcısı Mohammad Jamshidi, Çin’i eleştirerek, “Pekin’deki meslektaşlarıma bir hatırlatma. Suudi Arabistan, ABD ile birlikte Suriye’de IŞİD/El Kaide’yi desteklerken ve Yemen’e vahşice saldırırken, İran bölgesel istikrar ve güvenliği yeniden sağlamak ve güvensizliğin hem Doğu’ya hem de Batı’ya yayılmasını önlemek için terörist gruplarla savaştı” dedi. Ayrıca, Çin’in İran Büyükelçisi Suudi Arabistan’daki Körfez İşbirliği Konseyi-Çin zirvesinin ardından yapılan ortak açıklama üzerine Dışişleri Bakanlığına çağrıldı. Çin Büyükelçisi ile yapılan görüşmede, İran tarafının Körfez İşbirliği Konseyi-Çin açıklamasında İran’ın toprak bütünlüğüne yönelik ifadelerden dolayı rahatsızlık dile getirildi. Basra Körfezi’ndeki üç İran adasının İran’ın toprak bütünlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu ve İran’ın herhangi bir parçası gibi hiçbir ülkeyle müzakere konusu olmamış ve olmayacak olduğu vurgulandı.

İran’ın tepkileri üzerine Çin Başbakan yardımcısı apar topar Tahran’a geldi. Çin Başbakan yardımcısı “Çin’in İran’la kapsamlı stratejik ilişkiler geliştirme iradesi asla değişmeyecek” diyerek Çin’in  İran’ın ulusal egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve ulusal onurunu ve dış müdahaleye karşı mücadelesini desteklediğini vurguladı.

İran’ın son dönemde Rusya ve Hindistan ile geliştirmeye başladığı stratejik ilişki Pekin yönetiminin gözünden kaçmadı. Özellikle İran, Hindistan ile ilişkileri geliştirirken Çin’in müttefiki Pakistan ile ilişkileri daha da kötüleşmeye başladı. Amerikan basını, Rusya ile İran’ın Ukrayna savaşı üzerinden  artık stratejik müttefik olduklarını ilan etti. Bu son gerginlik akıllara İran Çin’i terk ederek Rusya’ya mı yanaşıyor sorularını getirdi.

Sonuç olarak bir asırdan beri savaşları ve anlaşmazlıkları bir türlü bitmeyen Arap dünyasının bu kaotik ortamını Çin’in kabullenmesi geleneksel Çin dış politikasının da terkedilmesi anlamına geliyor. Bütün dengeleri vesayet yönetimleri tarafından kurgulanmış bir dünyada, Çin, ilkesel olarak karşı çıktığı ve emperyalizmin bir politikası olarak gördüğü vesayetçilik ya da büyük güç ilişkisini tesis eder mi? Bu riske girer mi? Hele de Arap Dünyasının geleneksel sorunlarında taraf olur mu? Bu soruların cevabı henüz belirsiz. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri- İran gerginliğinde ortaya çıkan tablo Çin’in taraf tuttuğu şeklinde yorumlandı. Benzer şekilde Filistin’e verilen destek nedeniyle İsrail ile karşı karşıya gelmesi muhtemel. Asya Pasifik bölgesi kimsenin arka bahçesi değildir diyen Xi Jinping, Orta Doğu bölgesinde bu dili kullanmadı. Gerçek şu ki geçtiğimiz yaz Biden’ın İsrail ziyaretinde ABD’nin Orta Doğu’yu terk etmeyeceğini ve bölgeyi Rusya ve Çin’e bırakmayacağını söylemesi önümüzdeki dönemde Çin-ABD arasında Asya Pasifik’te yaşanan jeopolitik rekabetin Orta Doğu’ya taşınacağını gösteriyor.

Çok Okunanlar

Exit mobile version