AVRUPA

Avrupa seçimleri: Hibritleşme eğilimi sürüyor

Yayınlanma

İtalyan yönetmen Luchino Visconti’nin, Tomasi di Lampedusa’nın aynı isimli eserinden uyarladığı Leopar (1963) filminde, maceraperest Tancredi Falconeri (Alain Delon), Garibaldicilere katılışını Don Fabrizio Salina’ya (Burt Lancaster) izah ederken bir yerde şöyle der: “Her şeyin olduğu gibi kalmasını istiyorsak, bazı şeylerin değişmesi gerekecek.”

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için de benzer bir şeyi söylemek mümkün. Koparılan tüm “yükselen aşırı sağ” fırtınasına rağmen, seçim öncesi yapılan anketlere göre çok daha iyi performans gösteren “merkez sağ” Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) birinci çıkmasına işaret etmek istiyorum; üstelik bu grup, AB’nin en savaşkan isimlerinden Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in de grubuyken… Nitekim EPP Başkanı Manfred Weber hemen Leyen’in ikinci dönemi için çağrı yaptı. AP’deki sosyal demokrat/sosyalist grup ile liberal Renew de EPP’ye destek verdiği takdirde, bir önceki dönemin AP’sinin aynı şekilde devam etmesi işten bile değil.

Dolayısıyla AB içinde rüzgarın döndüğü, “Rusya dostu” partilerin öne çıktığı, “faşizmin” yükseldiği, “(merkez) solun bittiği” yönündeki iddiaların fazlasıyla abartılı olduğunu söylemek durumundayız. Dahası, merkezi Avrupa ülkelerinde sağın başarı kazanmasına rağmen, parçalı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu da unutmamalıyız: Almanya CDU/CSU ile AfD arasında bölünmesine rağmen, Hıristiyan Demokratların Angela Merkel çizgisinden hayli uzaklaştığını ve Alman “savaş partisine” dahil olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Fransa’da büyük bir zafer elde eden Marine Le Pen’in Ulusal Birlik’i (RN), seçimlerden çok kısa bir süre önce AfD ile arasına mesafe koymuştu. Üstelik, RN’nin dahil olduğu ID’nin anketlere göre daha düşük bir temsiliyet elde ettiği, bu temsiliyetin de yarısının RN’den geldiği görüldü. Le Pen’in, partisini iktidara hazırlarken eski “radikal” pozisyonlarını da yumuşattığını biliyoruz. Örneğin bir “Frexit” ihtimali artık ufukta görünmüyor. 

AP’de sandalye sayısını artıran Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) lideri Giorgia Meloni’nin partisi İtalya’nın Kardeşleri (FdI) ülkesinde birinci olurken, bu grubun EPP ile ID arasında “köprü” vazifesi göreceği anlaşılıyor. Meloni’nin iktidara geldikten sonra hızla Rusya karşıtlığına kayarak “ana akımlaşması”, kolaycı yorumlardan uzak durmak gerektiğini hatırlatıyor.

Yine Macaristan’da Başbakan Viktor Orban’ın partisi Fidesz, yaklaşık yüzde 8 oy kabıyla hâlâ birinci olsa da, eski Fidesz üyesi Peter Magyar’ın kurduğu Tisza adındaki yeni “merkez sağ” parti ise büyük bir sürpriz yaparak yaklaşık %30 oy ile ikinci sırada yer aldı. Yine AP seçimleri ile aynı gün yapılan Budapeşte Belediye Başkanlığı seçimini yine muhalefetin desteklediği Gergely Karácsony kazandı.

AP’deki kompozisyonun üç aşağı beş yukarı benzer kaldığını, ulusal düzeyde ise özellikle merkezi Avrupa’da önemli değişikliklerin yaşandığını tespit edebiliyoruz. Ulusal çapta da, her bölgenin farklı özgüllüklerde olduğunu, örneğin İskandinav ülkelerinde veya İberya’da kitlesel bir “sağa kayış” olmadığını görüyoruz. Yahut, örneğin Yunanistan’da, Yeni Demokrasi’nin kan kaybettiğini, ama Pasok, Syriza ve Yunanistan Komünist Partisi gibi partilerin oy artırdığını gözlemliyoruz. Yani ulusal çapta AB’ye ve iktidarlara yönelik tepkilerin farklı kanallara aktığını söylemek mümkün.

Bütün bunlar, elbette “merkez”in “sağ”a kaydığı, ama marjlardaki unsurların da “merkez”e doğru salındığı yeni ve hibrit bir rejime işaret ediyor. Avrupa’da Avro bölgesi krizinden sonra, on yıllara yayılmış “merkez” zaten dağılmıştı. Şimdi savaş, askerileşme, jeopolitiğin dönüşü ve yıllardır devam eden iktisadi durgunluk, düzenin devam edebilmesi için bazı şeylerin değişmesini zorunlu kılıyor.

Sanayi politikalarının gündeme oturması, Trump ile özdeşleşen “yeni merkantilist” iktisadın Avrupa’da, ama özellikle Almanya, Avusturya ve Macaristan gibi ihracatçı ülkelerde yankı bulması hibritleşmeyi de beraberinde getiriyor. Joe Biden’ın birçok alanda Trump’ın bıraktığı yerden devam etmesi, birçok Avrupa ülkesinde “liberaller” ile “illiberaller” arasında bir dengeye doğru gidilmesi buna işaret ediyor. Bu konuda, İsrail’in Gazze’deki işgaline verilen tepkiler ilginç bir örnek oluşturuyor. Likud ile Avrupa sağı arasındaki ilişkiyi yakın zamanda işlemiştik. “Judeo-Hıristiyan Avrupa”nın korunması söz konusu olduğunda, kanlı bıçaklı sağlı-sollu partilerin birbiriyle yarışa girmesi bazı ipuçları veriyor.

Temmuz ayında Birleşik Krallık’ta, kasım ayında da ABD’de yapılacak seçimler, bu hibritleşmede kat edilen yolu da gösterecek. AB’nin ve AP seçimlerinin tek başına dünyaya bir yol çizmesinin mümkün olmadığı da bu sayede görülecek.

Ama en nihayetinde, örneğin AfD’ye bakarak kaygılananlara şunu sormak gerekiyor: Savaş koalisyonu SPD-Yeşiller-FDP çökerken, bir başka savaş partisi CDU’nun birinci olmasından kaygılanmak daha doğru değil mi?

Çok Okunanlar

Exit mobile version