DÜNYA BASINI

Batı emperyalizmi, kapitalizm ve sanayileşme

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Çin’in yükselişi ABD müesses nizamı nezdinde son 30 yılın en ciddiye alınması gereken fenomeni ve dünyanın geri kalanında atılan askeri, siyasi ve iktisadi adımlar doğrudan veya dolaylı olarak bununla ilgiliydi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın nisan ayında Brookings Enstitüsü’nde ana hatlarını çizdiği yeni Amerikan manifestosu saldırgan bir görünümdeydi ve tarih bu gibi güç mücadelelerinin savaşsız bitmeyeceğini göstermişti. Bu örnekte de durumun buraya doğru gittiği anlaşılıyor ve bunun için eskinin aksine, toplumsal rızanın tesis edilmesi adına, daha karmaşık bir söylemin benimsendiği görülüyor.


Çıkış yok: Batı emperyalizmi, kapitalizm ve sanayileşme

Rob Urie

The Journal of Belligerent Pontification

5 Nisan 2024

ABD’de, bitmek bilmeyen Soğuk Savaş bağlamında ideoloji, uluslar ve halklar arasındaki ayrım çizgisi olarak öne sürülüyor. Dinde olduğu gibi, radikal biçimde farklı, hatta karşıt olduğu iddia edilen toplumsal pratikler, temel niteliklerinin çoğunu aralarında paylaşıyor. Siyasal iktisat açısından, faşizm, kapitalizm ve komünizm gibi başlıca ideolojilerin uzun süredir muhalif oldukları iddia ediliyor ve her biri sanayileşmeye yönelik farklı stratejileri yansıttığından, genelde rakip iktisadi çıkarlar yoluyla askeri olarak da muhalif oldular.

Amerika’nın yirminci yüzyılda Sovyet iktisadi kalkınmasına karşı iddiaları sanayileşme olgusu üzerine değil, sanayileşme biçimi üzerineydi. Tıpkı “bilim” gibi, sanayileşme olgusu da uzun süre ideolojik olarak tarafsız kabul edildi, hatta belirli biçimleri birbirine zıt, hatta uzlaşmaz olarak görüldü. Ancak bu yazının amacı rakip ideolojileri uzlaştırmak değil, daha ziyade sanayileşmenin dayattığı gerçeklere bakmak. Vladimir İlyiç Lenin, emperyalizmi kapitalizmin ayakları altına sererken, bu yazı sanayileşmenin endüstriyel girdiler konusunda küresel bir yarışı ve bununla birlikte siyasi şiddeti harekete geçirdiğini savunuyor.

Grafik: Ülkeler arasında birebir GSYİH karşılaştırmaları para birimi dalgalanmaları ve enflasyon oranları nedeniyle karmaşık olsa da Çin’in ABD’nin GSYİH’sine karşı (PPP terimleriyle) bu grafik, söz konusu komplikasyonlardan bağımsız olarak genel olarak ilişkiyi temsil ediyor. On yıllar boyunca ABD GSYİH’sinin gerisinde kalan Çin, Büyük Durgunluk sırasında ABD’nin önüne geçti. ABD’nin Rusya ve Çin ile savaş gerekçesinin “iktisadi rekabet” olduğu düşünüldüğünde, Büyük Durgunluk Amerikan iktisadi hegemonyasının sonunu getirmiş gibi görünüyor. Şimdi “biz” savaşıyoruz. Kaynak: St: St. Louis Federal Reserve.

Dünyanın yaşayan en iyi ekonomistlerinden biri olan ve uzun süredir Batı emperyalizmini inceleyen Michael Hudson, son yıllarda Lenin’in izinden giderek, finansal kapitalizmi endüstriyel öncülünden ayırma yönünde kayda değer bir çaba harcadı. Bu tezini, yeryüzündeki en kapitalist ülke olan ABD’nin aynı zamanda en saldırgan emperyalist ülke olduğu hakikatiyle destekledi. Fakat, Batı ile ideolojik farklılık iddiasını sürdürürken sanayileşen Çin ile birlikte, sanayi girdilerini teminat altına alma maksadıyla yapılan küresel yarış, küresel emperyalist savaşları yeniden alevlendirmekle tehdidi barındırıyor.

Bu, Çin’in sanayileşmesinin kendi başına yinelenen emperyal gerilimleri motive ettiğini iddia etmek değil. Bu, endüstriyel süreç yoluyla, endüstriyel girdiler için rekabetin bunu yaptığını iddia etmektir. Amerikalılar “özgürlük tiranlığa karşı” şeklindeki yanıltıcı saçmalıklara vatansever bir coşkuyla karşılık verirken, sanayi üretimi sanayileşmiş uluslar arasındaki çatışmanın maddi temelini oluşturuyor. Yaşlılık, izolasyon ve entelektüel kırılganlık beyinlerini eritmeden önce ABD’li yetkililer, ülkenin Rusya ile savaş nedeninin Rusya’dan Almanya’ya uzanan Kuzey Akım doğalgaz boru hatlarının “Amerikan” çıkarlarına oluşturduğu tehdit olduğunu açıkça ifade ediyorlardı.

Bu muammayı Amerikan perspektifinden anlamak için, Joe Biden ve Donald Trump’ın ABD’nin egemen ulusların endüstriyel kaynaklarına el koyma “hakkı” konusundaki görüşleri arasında hiçbir boşluk yok. Trump bunu pek çok kez açıkça dile getirdi. Biden, dünyayı ateşe vermeye dönük Hitlervari hamlelerine ahlaki bir dayanak bulmak için Soğuk Savaş’ın “tiranlığa karşı özgürlük” safsatasına sığınıyor. Ancak ABD’nin bu çatışma için, endüstriyel girdilerin kontrolü yoluyla satın alınan siyasi kontrolde maddi bir temeli de var.

On dokuzuncu yüzyılın ortalarından bu yana sanayileşme dünyanın dört bir yanında inişli çıkışlı bir şekilde gerçekleşti. Tuhaf bir şekilde (değil), komünizm, kapitalizm, faşizm gibi farklı ideolojik ekonomi politik biçimleri sanayileşme mantığına meydan okumadı. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’na katılanlardan bazıları erken sanayileşirken (ABD, İngiltere), bazıları da geç sanayileşti (Almanya, Rusya). Komünizmin 1917’de Bolşevik Devrimi ile ortaya çıkması sanayileşme mecburiyetine değil, kapitalist iktisadi örgütlenmeye meydan okumuştu.

Bu zorunluluğun Birinci Dünya Savaşı’ndan hem önce hem de sonra gelmesi bir tesadüf değil. Birinci Dünya Savaşı ilk endüstriyel savaştı. Makineli tüfekler on binlerce askeri biçti. Hava bombardımanı kimyasal ve biyolojik silahların dağıtımını kolaylaştırdı. Canavar makineler, cehennem tasvirlerini anımsatan ya da daha önceki tasvirleri andıran sahnelerde birbirleriyle çarpıştırıldı. Bir savaş başlatmak ya da sadece kendini başkalarının emperyal hırslarından korumak isteyen herhangi bir ulus için sanayileşme mecburiydi.

Kapitalizmi açıklayanlar, endüstriyel üretimin “maddelerine”, tüketim mallarına ve emek tasarrufu sağlayan cihazlara (sermaye) odaklanma eğiliminde. Kapitalist iktisatçılar (diğer adıyla “ekonomistler”) kapitalizm açıklamalarına ya hayali ya da gerçek insan istekleri (“talep”) ya da sui generis ekonomik üretim (“arz”) ile başlarlar. Peki ama kapitalistler ve komünistler, onu sınırladığı düşünülen rakip ideolojik toplumsal örgütlenme biçimleriyle alay ederken neden her ikisi de sanayinin yöntemlerine bel bağlıyordu? Yine ideolojik farklılık, sanayileşmenin maddi olgularına değil, etrafındaki toplumsal örgütlenme biçimine yansımıştı.

Komünist sanayileşmeye dönük Batılı eleştiri, sanayileşmenin ortak mecburiyetine değil, komünist sanayi biçiminin (devlet güdümlü) göreli verimsizliğine odaklanıyordu. Fakat endüstriyel çıktının değeri toplumsal olarak belirlenir. Kapitalistler uzun süre tüketim toplumları yaratmaya odaklanırken, komünistler halklarını eğitti ve sağlık hizmeti sağladı. Her iki vizyonun da erdemleri tartışılabilir ama her ikisi de sanayiyi bunu gerçekleştirmek için merkezi bir yöntem olarak kullandı.

Geniş anlamda sanayileşme, belirli zenginlik türlerini üretmenin bir yolunu temsil eder. Kaynaklar toplanır ve endüstriyel süreç yoluyla “zenginliğe” dönüştürülür. Belirli zenginlik türlerinin (“sermaye”) diğer zenginlik türlerini (örneğin tüketim malları) yaratmak için neden gerekli olduğunu açıklamak üzere teoriler geliştirilir. Sanayileşme süreci ile kurumsal ilişkiler yaratılır. Bu şekilde, endüstriyel girdiler evrensel olarak dağıtılmış olma anlamında “kapitalist” değildir. Bazı coğrafi bölgelerde var olurken diğerlerinde yokturlar.

Çağdaş Batı ekonomisi, endüstriyel girdileri güvence altına almak için yapılan emperyalist savaşların uzun tarihini göz ardı ederek endüstriyel bağımlılıkları piyasalara yerleştiriyor. Birinci Dünya Savaşı bu eğilimin en önemli emsali. Uluslar, kendilerini savaşta tutan endüstriyel girdiler de dahil olmak üzere “zenginliği” kontrol etmek için birbirleriyle savaştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan daha sonraki bir örnek bu eğilimi gösteriyor. Japonya, İkinci Dünya Savaşı’na endüstriyel bir ekonomiyle girdi ama bu ekonomiyi ayakta tutacak güvenli bir petrol kaynağı yoktu. Bunu anlayan Amerikalılar, petrol yüklü gemilerin Japonya’ya petrol taşımasını engellemek için Pasifik’te bir deniz ablukası kurdular. Japonlar savaş makinelerini durdurma ya da Pearl Harbor’ı bombalayarak deniz ablukasını sona erdirmeye çalışma seçenekleriyle karşı karşıya kaldılar. İkincisini seçtiler.

Tarihin bu kesiti, ABD’nin son yarım yüzyılda kasıtlı olarak ve ciddi ölçüde sanayisizleşmesiyle günümüze taşındı. Bu durum ABD’nin sanayi üretiminin dolar cinsinden değerinden anlaşılmasa da hangi tür sanayi mallarının üretildiğinden ve imalat istihdamındaki büyük düşüşten anlaşılıyor (aşağıdaki grafik). ABD ayrıca şu anda iki sıcak savaşa (Ukrayna, İsrail) girdi ve bir üçüncüsünü (İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’daki İran konsolosluğunu bombalamasına izin vererek) başlattı. Sosyal örgütlenme biçimlerindeki farklılıklara bakılmaksızın Çin, Alman ve Amerikan endüstrilerinin tamamı kontrol etmedikleri kaynaklara ihtiyaç duyuyor.

Teorik olarak Çin, ABD’den (“kapitalist”) farklı bir politik ekonomi biçimine (“komünist”) sahip. Ve kesinlikle (şu ana kadar) devlet bankacılığı sistemi aracılığıyla finansal kapitalizmin bazı tuzaklarından kaçınmış görünüyor. Lenin’in geç aşama kapitalizmin emperyalizmle ilişkisi iddiasını akılda tutarak, Çin, Batı militarizmi yoluyla endüstriyel kaynaklardan mahrum bırakılmaya (ABD’den) farklı tepki verecek mi? Başka bir deyişle ABD, Çin sanayisinin endüstriyel girdiler için bağımlı olduğu bir ülkede rejim değişikliği operasyonu gerçekleştirirse, Çin ihtiyaç duyduğu kaynakların kontrolünü yeniden ele geçirmek için askeri olarak harekete geçecek mi?

Daha genel bir ifadeyle, Biden yönetimi tarafından ham kapitalist emperyalizmin yeniden canlandırılması, ulusların 1) endüstriyel girdileri güvence altına almak için 2) askerileşmek için küresel bir yarışa girmesine neden olur mu? Aşağıda tartışıldığı üzere, Avrupa’nın bunları yapmaktan ya da yok olmaktan başka pek seçeneği yok. ABD, Kuzey Akım boru hatlarını havaya uçurduğunda Avrupa açısından göreli enerji güvenliğini sona erdirmişti. Rus LNG’sinin (sıvılaştırılmış doğalgaz) gerçekte ne kadar güvenilir olduğunu sorgulayan Amerikalıların aynaya iyice bakmaları gerekiyor. Kuzey Akım boru hatları, bunları havaya uçuran Amerikalılar tarafından bir B planı olmaksızın yok edilmişti. Rusların 1) bir planı ve 2) bunu hayata geçirecek altyapısı varken, Amerikalıların Avrupa’ya LNG sevkiyatını güvence altına almak için on yıllık bir zaman dilimi var.

Grafik: Biden yönetiminin çokça lanse ettiği ABD imalatının canlanması, ülkedeki imalat istihdamını 2020’de Kovid-19 salgını başlamadan önceki seviyesine geri getirdi. Hâlâ 2001 öncesi seviyelerin çok altında. ABD’nin Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü savaşın gerekçesinin “iktisadi rekabet gücü” olduğu düşünüldüğünde Biden, şimdi teoride 1990’ların başında ve ortasında NAFTA’ya verdiği desteğin ortadan kaldırdığı işleri geri almaya “çalışıyor”. Kaynak: St. Louis Federal Reserve.

Buradaki temel soru şu; emperyalizm olmadan sanayi mümkün mü? ABD’nin sanayisizleşme, daha doğrusu bazı sanayi üretimini dışarıya yaptırma kararı değerlendirmeleri zorlaştırıyor. ABD, 1980’lerden Büyük Durgunluğa, ama özellikle de Çin’in DTÖ’de yükseldiği andan itibaren (2001) kadar sanayisizleşirken, Amerikalılar endüstriyel rekabete dönük iyi niyetli bir bakış açısına giderek daha fazla yatkın hale geldi. Şimdi, bu emperyal uykudan uyanan ABD 1) ihtiyaç duyacağı silahları üretme, 2) halihazırda başlattığı savaşlarda savaşma kabiliyetinden yoksun.

Bu, durumu abartmak anlamına gelmiyor. İki partili George W. Bush dönemindeki Irak savaşı, muhtemelen İkinci Dünya Savaşı sonrası tarihin stratejik açıdan en az tutarlı, en ölümcül emperyal macerasıydı. Emekli ABD’li General Wesley Clark’ın 2003 yılında elde ettiği ABD’nin rejim değişikliği operasyonlarına hedef olan ülkelerin listesi, Amerikan kan tutkusunda ya da emperyal hırslarında hiçbir azalma olmadığını gösteriyordu. Bugünkü aptallığı özel kılan, ABD’nin yenilenen emperyal hırslarını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu endüstriyel üssü elden çıkarmış olması.

Rusya’nın Ukrayna’da ÖAH (özel askerî harekât, şimdi savaş) başlatmasından önce, gelişmiş Avrupa, Rusya’dan indirimli fiyattan LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) satın alıyordu. İndirimli fiyat kârları artırdığı için Avrupa endüstrisi bu düzenlemeden fayda sağladı. Bu anlaşma nihayetinde Rusya’ya Avrupa üzerinde önemli bir siyasi kontrol sağladı, zira Rus LNG’sinin geri çekilmesi mevcut bir kaynağı ortadan kaldıracak ve Avrupa endüstrisini LNG’ye piyasa fiyatı ödemeye zorlayacaktı.

Kuzey Akım boru hatlarının imhası, Avrupa için iktisadi bir felaketi önleme konusunda gerekli planlama yapılmadan gerçekleşti. Amerikan “planı”, eğer buna plan denilebilirse, önümüzdeki on yıl içinde birkaç milyar dolar harcayarak ABD’li üreticiler tarafından üretilen LNG’yi Avrupa’ya Rusya’ya ödediğinin iki katı ya da daha fazla bir fiyattan ulaştırmak için gerekli altyapıyı inşa etmek. Bu fiyat farkı Avrupa’daki enerji yoğun endüstrileri iktisadi olarak yaşayamaz hale getirecek ve “Amerikan” LNG’sinin fiyatı ile Rusların uyguladığı indirimli fiyat arasındaki fark kadar kalan endüstrilerin kârlarını düşürecektir.

Grafik: “Açgözlülük enflasyonu” terimi, kurumsal gücün şirketlerin tek taraflı olarak fiyatları yükseltmesine ve böylece kârlarını artırmasına imkân sağladığı durum. Kapitalist ekonomide rekabet ve düzenlemelerin bunu önlemesi beklenir. Aslında, düzenleyiciler uzun zaman önce, tarihe ve iktisadi mantığa aykırı olarak, “piyasaların” piyasa gücünün birikmesini önleyeceğine güvenerek, şirket gücüne sınır koymaktan vazgeçtiler. Biden yönetimi bazı anti-tröst faaliyetlerini yeniden canlandırmış olsa da iktisadi politikaları oligarkların elinde iktiasdi konsolidasyonu desteklemeye devam ediyor. Kaynak: St. Louis Federal Reserve.

Henüz tatmin edici bir yanıt verilmemiş olan soru, Avrupa’nın neden Ukrayna’daki Amerikan projesiyle birlikte hareket ettiği. Bu projeden doğan “Batı’ya karşı Doğu” koalisyonlarında işbirlikçi bir Doğu’ya karşı hırçın, küçük ve yorgun bir Batı yer alıyor. Avrupa’nın siyasi liderleri, ABD’nin Avrupa sanayisine dönük enerji girdilerinin hacmini ve fiyatını kontrol etme planlarına kısa vadede boyun eğiyor olabilir ama bunu uzun vadede yapmak Avrupa sanayisi için ciddi bir gerileme anlamına gelecektir. Dahası, basit coğrafya Amerikan planının başarısına meydan okuyor. Sadece coğrafya açısından bile Rus LNG’si taşımacılık için “verimli” bir seçim.

Temel endüstrilerini bir kenara bırakan ABD’nin kendi endüstriyel tabanını yeniden inşa etme konusunda tutarlı bir planı yok. Biden yönetimi, elektrikli araçlar üretme planının, artan çevresel sorunları çözmek için küresel bir çaba başlatacağı taahhüdünü vererek göreve geldi. Fakat planı elektrikli araç üretmek değildi. Plan, “yeşil” şirketlerin elektrikli araç üretmesi için vergi teşvikleri önermekti. Elektrikli araçların kullanımını artırmak için gereken altyapıyı oluşturmadan, otomobil üreticileri ve elektrik şirketi yöneticileri de dahil olmak üzere çok az kişinin bu konuda istekli olduğu kısa sürede anlaşıldı. Biden yönetimi, gerekli altyapıyı inşa etmek için hızla harekete geçmek yerine, elektrikli araç çabalarından geri adım attı.

ABD’nin halihazırda iki savaşa girmiş olması, bu savaşlarda kullanılacak silah ve malzemeyi gerçekçi bir şekilde üretememesi ve şu anda birikmekte olan çevresel sorunların çoğunda birincil sorumluluğa sahip olması ve bunları gerçekçi bir şekilde ele almaya yönelik hiçbir toplumsal ilgisinin olmaması nedeniyle gelecek kasvetli görünüyor. Ancak Batı, kolektif Doğu ile aynı gezegende yaşıyor. Endüstriyel kaynaklardan yoksun endüstriler gibi, ortak bir gezegende toksik çevresel etkiler üretmek de uzun vadede savunulamaz. Her ikisi de gelecekteki jeopolitik çatışmalara işaret ediyor.

İktisatçı Michael Hudson, Lenin’in izinden giderek, finansal kapitalizmin rant çıkarma ve emperyalizm yoluyla sanayi kapitalizmine dayatılan bir yük olduğunu uzun zamandır savunuyor. Finansal kapitalizm konusunda Hudson’a katılmakla birlikte, sanayi kapitalizmi kendi yüklerini üretiyor. Çinli yetkililer son kırk yıllarını ülkenin sanayi üretimi için gerekli girdileri (kaynakları) temin etmek üzere yeryüzünü taramakla geçirdiler. Bu süre zarfında Amerikalılar Nikaragua, El Salvador, Guatemala, Sırbistan, Irak, Afganistan, Libya, Yemen, Suriye ve şimdi de Rusya, Gazze ve İran’da büyük ölçüde yıkıcı savaşlar başlattılar.

O halde soru şu: Emperyalizm kendine özgü müdür, yoksa sanayileşmenin ve/veya kapitalizmin bir işlevi midir? Lenin’in argümanı kısmen kapitalizm altında devletin doğuşuna ilişkin teorisine dayanıyor. Bu teoriye göre (Marx’ı takip ederek) devlet, güçlü kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmek için vardır. Bununla birlikte, sözüm ona komünist Çin devleti, entegre bir devlet teorisi (aşağıdaki grafik) aracılığıyla devlete fayda sağladığı teorisi altında, endüstriyel girdilerin yerini belirleme ve bunlar için pazarlık yapma yoluyla “Çin” endüstrilerinin çıkarlarını teşvik ediyor.

Bu (zımni) Çin görüşü ile kapitalist devletlerdeki özel mülkiyetin ve sanayinin kontrolünün verimli olduğu görüşü arasındaki tarihsel fark, ikincisinin (ABD) emperyal savaşlar başlatmak ve devlet gücünü kullanarak uluslararası rakipleri sıkıştırmak için devlete bel bağlaması. Örneğin, Kuzey Akım boru hattını havaya uçurmak Amerikan halkı için akla gelebilecek hiçbir fayda sağlamadı ve bizi nükleer silahlı bir güçle (Rusya) doğrudan çatışmaya soktu.

Bunu yapan Batılı “biz” bir soyutlamadan ibaret. Amerikan devletinin büyük ölçekli petrol ve gaz üreticileri (örneğin Chevron, ExxonMobil) hilafına yaptığı eylemler, endişenin karşılıklı olmadığını gözden kaçırıyor; bu şirketleri yöneten insanlar Amerikalıları yol arkadaşı olarak değil, av, top yemi ve sıkıntı olarak görüyor. “Amerikalı” LNG üreticileri, fracking atıklarıyla ülke genelinde akiferleri yok etti. Mevcut ve emekli gaz kuyularından sızan metan gazı, ABD’nin iklim değişikliğindeki sorumluluğunu büyük ölçüde artırıyor.

Amerikalı yetkililer neoliberal dönemin bazı iktisadi sonuçlarını nihayet görüyor gibi görünse de bu sonuçların gerçekte nasıl ortaya çıktığına dair çok az anlayış var gibi görünüyor. Bunun nedeni neredeyse kesin olarak, bugün bu sonuçları görmekle yükümlü olan aynı yetkililerin, bu sonuçları doğuran politikaları önerirken bunları öngörmemiş olmaları. Buna ek olarak, Batı’daki sınıf ilişkileri, zengin Batılıların geri kalanımıza zarar veren politikalardan fayda sağlamasına neden oluyor. Şirket kârları, zengin Amerikalıların geri kalanımıza yüklediği çevresel zararlarla orantılı olarak artıyor.

Grafik: Çin’de son on yıllardaki servet artışı büyük ölçüde özel servetteki büyümenin bir fonksiyonu oldu. Çin’deki en zengin yüzde onluk kesim neredeyse ABD’deki kadar ulusal servete sahip. Temel bir fark, Çin’deki zenginlerin ABD’de olduğu gibi Çin hükümetini (henüz) kontrol etmemesi. Yabancı emperyalistler (ABD) kaynak emperyalizmi yoluyla bu özel zenginliği tehdit ederse Çin hükümeti boş duracak mı? Ve Çin’in sanayi girdilerinde sözleşmeleri güvence altına alma konusundaki öngörüsü göz önüne alındığında, ABD bu kaynakları almak için harekete geçtiğinde (düşünün: Irak 2003) nasıl tepki verecek? Kaynak: Stanford Üniversitesi.

Wall Street, bugün dünyada rastgele katliamın en güçlü amigosu olsa da onu dize getirmek şu anda ABD’nin yurt dışındaki savaşlarına yön veren emperyalist dürtüyü azaltma konusunda muhtemelen çok az şey yapacaktır. Kapitalist terimlerle finansallaşma, ekonomik rant çıkarma ve finansal oyunbazlık yoluyla serveti onu yaratan insanlardan yeni sahiplerine aktarmanın bir yöntemi olarak anlaşılabilir. O halde soru şu: Çin’in devlet bankacılığı sisteminin amacı da bu mudur? Başka bir deyişle, Çin’in yeni mülk sahibi sınıfı sahip olduğu serveti yarattı mı, yoksa finansal oyunlar bu mülkiyeti basitçe onun eline mi verdi?

Hayattaki pek çok şeyde olduğu gibi, cevaplar muhtemelen sırasıyla 1) kısmen ve 2) evet. Bir benzetme yapmak gerekirse, yıllar önce bendeniz, kredi kartı borçlularının yüzde 19,99 ödediği bir dönemde, yüzde birin dörtte biri oranında teminatsız “içeriden” fon alabilmiştim. Aradaki fark Wall Street’teki bayi masalarına yakınlıktı. Her iki kredi türünün de (kredi kartları ve iç oran) teminatsız olduğu göz önüne alındığında, kredi verenler açısından riskler benzerdi. İktidara yakınlık olmasaydı, oranların aynı olması gerekirdi. Bu anlamda finansal kapitalizm, zengin ve güçlüleri daha zengin ve daha güçlü yapmanın bir yolu. Bu örnekte faizden tasarruf edilen para (19,99 – 0,25 = yüzde 19,74) zenginlere servet transferini temsil eder (aradaki fark bende kalmadı, bana geçti).

Amerika’nın retorik olarak piyasalardan savaşa “yönelmesi”, Çin’in GSYİH’sinin Büyük Durgunluk sırasında ABD’ninkini gölgede bırakmasıyla başladı (yukarıdaki üst grafik). Aslında ABD ve AB neoliberal esintili kemer sıkma politikaları uygularken (2010-2015) Çin’in muazzam mali genişlemesi olmasaydı, “Batı” asla toparlanamazdı. Amerikan savaşları jeostratejik terimlerle açıklanma eğiliminde olsa da her iki Dünya Savaşı da dönemin gelişen sanayileşmesini desteklemek için endüstriyel girdileri kontrol etme yarışını içeriyordu.

Sorun şu; endüstriyel savaşın ortaya çıkışı göz önüne alındığında, diğer uluslar tarafından işgal edilmek ve kontrol edilmek istemeyen herhangi bir ulusun sanayileşmekten başka seçeneği yoktur. Bu gerçek hem saldırgan hem de savunmacı sanayileşmeyi teşvik etti. Dünya hakimiyeti peşinde olanlar (ABD, İngilizler, Naziler) sanayileşmeyi, sanayi girdisi olarak kullanılan kaynakları kontrol etme yarışı olarak gördüler. Ve çevreye verdikleri zararı en etkili şekilde başkalarına yükleyebilen uluslar, ulusal ürün/kâr açısından bir fayda görüyor.

Buradaki sonuç henüz yazılmadı. ABD’nin aksine Çin, modern tarihte endüstriyel girdileri güvence altına almak için askeri fetihlere girişmedi. İleriye baktığımızda, muhtemelen yapacak ve muhtemelen yapmayacaktır. ABD’nin iki büyük okyanus arasında bulunması gibi, siyasi “liderlerinin” denizaşırı askeri harekatın potansiyel riskleri ve ödülleri konusunda çarpık değerlendirmeler geliştirmesine yol açmış olabilecek özellikler var. ABD’nin Rusya nefreti hem ırkçı (Slav karşıtı) hem de Birinci Dünya Savaşı’na giden yolda Amerikan yönetici sınıfının emperyal hırslarının bir kalıntısı.

Buradaki amaç Çin’i ya da başka bir ülkeyi yapmadığı eylemlerle suçlamak değil. Bunu yapmasına yol açabilecek koşulların hızla birikmekte olduğunu iddia ediyor. Bu çatışmanın maddi temelini sanayi girdisi olarak kullanılan kaynaklar oluşturuyor. “Doğu”, Amerikan emperyal hırslarına Rusya’nın Ukrayna’da NATO’ya karşı başlattığı özel askerî harekât ve şimdi de savaşla tepki verirken, ABD tehlikeli bir şekilde bocalıyor. Yukarıda belirtildiği üzere, emperyalist çatışmalara girmeye pek ilgi duymayan ya da hiç ilgi duymayan dünyanın diğer ulusları, Amerikan emperyalizmine yurt dışında askeri olarak karşılık verecek mi? Bunu yapmak onları emperyalist yapar mı? Bu farksız bir ayrım mıdır?

Çok Okunanlar

Exit mobile version