Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale ABD liderliğindeki Batı’nın, her biri Batı açısından olumsuz sonuçlar doğuracak üç seçeneği olduğunu söylüyor. Foreign Policy’de yayınlanan makaleye göre, ilk seçenek maliyetleri artıracak nakliye güzergahını değiştirmek; ikincisi savaşın bölgeye yayılmasıyla sonuçlanabilecek Husileri kaynağında vurmak sonuncusu ise ABD liderliğinde kurulan deniz görev gücünü genişletmek. Ancak bu genişlemenin Çin ile mümkün olabileceğini savunan makale bununda Batı açısından bir ikilem yarattığı görüşünde olan makale, “Küreselleşmenin, büyük ölçüde deniz ticaretine ve Çin’e bağlı olduğu gerçeği ile deniz gücünün hızla merkezileştiği jeopolitik rekabet gerçeği arasında derinleşen bir çelişki var” çıkarımında bulunuyor:
***
Batı’nın Husi Saldırılarıyla Mücadelede 3 Seçeneği
Küresel ekonominin en önemli atardamarlarından biri tehlikede.
Bruce Jones
Kızıldeniz tarihin en çekişmeli su kütlesi olabilir. Portekizlilerin Asya’ya giden deniz yolunu aramasından Soğuk Savaş’a kadar en az 500 yıl boyunca imparatorlukların ya da büyük güçlerin rekabet alanı oldu. Asya ve Avrupa arasındaki en önemli ticaret bağlantısı olmaya devam ediyor. Dünyanın en önemli geçiş noktası olarak Kuzey çıkışındaki Süveyş Kanalı, yerini Singapur Boğazı’na bıraksa da hâlâ ikinci en hayati öneme sahip; küresel konteyner gemisi trafiğinin yüzde 30’u bu kanaldan geçiyor. Amerika Birleşik Devletleri için yarı römork kamyonlar neyse küreselleşme için de konteyner gemileri odur; ticaretin beygirleri. Ve burada önemli enerji akışları var: ABD Enerji Bilgi İdaresi’ne göre Bab el-Mendeb’den (Kızıldeniz’in güney girişi) her gün 7,1 milyon varil petrol ve 4,5 milyar fit küp doğal gaz geçiyor.
Dolayısıyla Husi güçlerinin son günlerde “İsrail” gemilerine yönelik saldırıları büyük bir kesinti yaratma potansiyeli taşıyor. “İsrailli” ifadesi tırnak içinde çünkü ticari gemicilik mülkiyeti karmaşık ve şeffaf değil: Gemi mülkiyeti, gemi işletmesi ve tescil bayrağı genellikle farklılık gösteriyor ve hiçbirinin gemideki kargonun mülkiyeti veya varış yeri ya da mürettebatın uyruğu üzerinde herhangi bir etkisi yok. Dahası, Husi saldırıları, İsrail’le bağlantılı gemileri hedef alan yarı hedefli saldırılardan hızla daha gelişigüzel saldırılara dönüştü. MSC, Maersk, Hapag-Lloyd ve Cosco gibi dünyanın en önemli konteyner taşımacılığı firmaları can kaybı ya da hasar korkusuyla bu sulara gemi göndermeyi durdurdu.
ABD liderliğindeki yeni görev gücü, ticari deniz taşımacılığını Husi saldırılarına karşı koruyacak bir deniz koalisyonu olan Refah Muhafızı Operasyonu adını taşıyor. Bu operasyon, Bahreyn’de faaliyet gösteren korsanlık ve terörle mücadele deniz koalisyonu (açık ara dünyanın en büyüğü) olan Birleşik Deniz Kuvvetleri adlı daha önceden var olan bir mekanizmanın himayesi altında faaliyet gösterecek. Şu ana kadar dokuz ülke resmi olarak katıldı (bazıları çok mütevazı katkılarda bulunsa da – örneğin Kanada üç personel subayı gönderiyor ve henüz gemi göndermiyor); diğerlerinin de sessizce katılmayı ya da katkıda bulunmayı kabul ettiğine dair haberler var. Burada çok fazla çıkarı olan Hindistan (özellikle de büyük ticari hatların mürettebatı arasında orantısız sayıda Hint vatandaşı olması nedeniyle) koalisyonun bir parçası değil ancak bağımsız olarak çabaya iki gemiyle katkıda bulunuyor.
Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’nın Kızıldeniz’e güç göstermek için uzun zamandır Cibuti’de üsleri var, son zamanlarda Japonya ve Çin de onlara katıldı ve Avrupa Birliği, yakındaki Aden Körfezi’ndeki ticareti koruma amacıyla kurulan korsanlıkla mücadele görev gücü olan Atalanta Operasyonu’nu desteklemek için Fransız üssünde faaliyet gösteriyor (aynı misyona sahip ABD liderliğindeki Birleşik Görev Gücü 151 ile birlikte). Ancak bu çatışma şaşırtıcı derecede asimetrik bir mücadele. Husiler bir avuç füze ve insansız hava aracıyla küresel ekonominin en önemli arterlerinden birini riske atmayı başardılar.
Bu asimetri, tartışmaların bir kısmının gemileri savunmak için kullanılan füzelerin maliyetine karşı insansız hava araçlarının maliyetine odaklanmasına neden oldu. Bu yanlış bir ölçüt. Doğru hesaplama füzenin maliyetine karşı hedefin maliyetidir. Bir insansız hava aracı saldırısı başarılı olursa, değeri 50 milyon dolardan fazla olan ve muhtemelen 500 milyon dolar civarında ticari mal taşıyan bir gemiyi mahvedebilir ve bazı durumlarda bu miktarları kabaca ikiye katlayabilir.
Hacmin asıl sorunu ise farklı. Bu operasyonlar için kullanılan başlıca gemiler -ABD için Arleigh Burke sınıfı muhripler; Birleşik Krallık için Daring sınıfı- insansız hava araçlarını ya da füzeleri vurmaya yarayan yaklaşık 60 füzeden oluşan bir cephanelikle seyrediyor. (Cephanelerini tamamlayan başka tür füzeler de taşıyorlar, ancak bu savaşla ilgili değil). Husilerin saldırılarının hızına bakılırsa, tek bir gemi ilgili silahlarını birkaç hafta içinde tüketir ve rotasyona tabi tutulması gerekir; bu füzeleri denizde yenilemenin bir yolu yok. Eğer Husiler saldırılarına hız kesmeden devam eder ve sürekli insansız hava aracı ve füze tedarik ederse (ki bu muhtemel görünüyor), gemilerin uzakta faaliyet yürütmesinin maliyeti ile birlikte bir deniz eskortu operasyonunu sürdürmenin maliyeti hızla on milyarlarca dolara yükselecektir.
Batı’nın önünde, hepsi de ciddi dezavantajlara sahip üç seçenek var.
Birincisi, nakliyeyi yeniden yönlendirmek. Şimdilik, görev gücü oluşturulana kadar, nakliyeciler rotalarını Kızıldeniz’den Afrika’nın güneyindeki Ümit Burnu çevresindeki uzun güzergaha kaydırıyor. Bu daha önce de yapılmıştı. 1960’ların sonu ve 70’lerin başında Arap-İsrail savaşları sonucunda Süveyş Kanalı kapatılmıştı. Ancak o zamanki küresel ticaret, şimdiki küresel ticaretin çok küçük bir kısmıydı. Ümit Burnu üzerinden yeniden yönlendirme, Asya limanlarından Avrupa limanlarına transit süresini (ve yakıt maliyetini) kabaca yüzde 60 artıracak, bu, yalnızca bu maliyetleri tüketicilere yansıtacak olan nakliyecilerin maliyetlerini artırmakla kalmayacak, daha da önemlisi küresel tam zamanında imalatı da sekteye uğratacak. Bu bir ya da iki hafta için kabul edilebilir bir seçenek olsa da daha uzun sürmesi halinde küresel deniz bazlı tedarik zincirlerinde önemli bir aksamaya yol açacak.
İkinci olarak, silahları ortadan kaldırmak ya da saldırıları caydırmak için füze ve insansız hava araçlarına kaynağında saldırmak. ABD Başkanı Joe Biden’ın henüz bu yönde bir yetki vermemiş olması şimdiden eleştiri yağmuruna tutuluyor. Söylemesi kolay ama başarması o kadar kolay değil. Husi güçlerinin hem kendilerini hem de insansız hava araçları ve füze stoklarını ABD hedeflerinden saklamaları çok zor olmayacaktır, bu nedenle yakın sulardaki iki ABD uçak gemisi saldırı grubundan yapılacak herhangi bir saldırının oldukça geniş kapsamlı olması gerekecek ve bu durumda bile cephaneleri gözden kaçırması muhtemeldir. Husilerin başlıca destekçisi olan İran bu şekilde caydırılabilir mi? Bunun nasıl ve neden olacağı belli değil; İran’ın Kızıldeniz’de “Batı’yı” taciz etme “kazanımı” için Husilerin önemli kayıplar vermesine izin vereceği kesin. İran’ın kendisine saldırmak bir sonraki mantıklı adım ve gerekli olabilir, ancak İsrail Lübnan’la olan kuzey sınırında Hizbullah’ın füze tehdidiyle boğuşurken bu da kendi başına büyük bir tırmanma riski taşır.
Üçüncüsü, koalisyonu genişletmek. Şu ana kadar Almanya, bazı eleştirilere rağmen haklı olarak, koalisyona katılmadı. Rusların denizaltı kaslarını geliştirdiği Kuzey Avrupa sularında Almanya’nın mütevazı donanmasına yönelik talepler artıyor. Avustralya’dan da katılması istendi ancak Avustralya mütevazı donanma kapasitesinin Batı Pasifik’te daha iyi kullanılabileceği yönünde karşı argüman sundu. Japonya, özellikle Cibuti’de bir üssü olduğu için katkıda bulunabilir. Bir diğer potansiyel katılımcı ise yakınlarda üssü bulunan ve Hint Okyanusu’ndaki korsanlıkla mücadele operasyonlarına katkıda bulunma konusunda uzun bir geçmişe sahip olan Çin. Yine de burada Batı için bir ikilem var: Batılı güçler (a) Çin’in en büyük kaynağı ve tartışmasız birincil faydalanıcısı olduğu küresel deniz ticaretini korumanın bedelini ödemeyi mi yoksa (b) Çin’in deniz gücünü açık denizlere taşıma konusunda artan kapasitesini kolaylaştırmaya yardımcı olmayı mı tercih ediyor?
Tüm olay bu noktayı vurguluyor: Küreselleşmenin, büyük ölçüde deniz ticaretine ve Çin’e bağlı olduğu gerçeği ile deniz gücünün hızla merkezileştiği jeopolitik rekabet gerçeği arasında derinleşen bir çelişki var. Kızıldeniz’de gerilim ve kötü seçenekler çoğalıyor; ancak bunlar aynı zamanda önümüzdeki daha zorlu seçimlerin ve çalkantılı sularda ilerlemenin de habercisi.