DÜNYA BASINI

Batı ile Rusya arasında yaklaşan gerilim

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Son yıllarda ABD’de ve özellikle de Rusya’da Hiroşima’ya atılan bombanın üçte biri ya da yarısı gücünde daha küçük nükleer silahların geliştirilmesi üzerinde duruluyor. Tahrip kapasitesindeki bu azalmanın maksadı, göründüğü kadarıyla, bir konvoyu ya da düşman kalesini yok etmek amacıyla nükleer silahların savaş alanında konuşlandırılmasını mümkün kılmak. Rus birlikleri taktik düzeyde konvansiyonel savaştan nükleer savaşa geçişi uzun süredir uyguluyor. Rusya ordusunun, Kaliningrad’ın nükleer silahlar kullanılarak başarıyla savunulduğu tatbikatları defalarca düzenlediği bilinen bir şey. NATO’da Rusya’ya karşı daha agresif olanlar Moskova’nın risk almayacağını iddia etse de bu iddianın kendisi de riskli, Moskova’nın tepkisinin ne olacağını kestirmek de mümkün değil.

Rusya Federasyonu’na karşı savaşı, SSCB’ye karşı yürütülen soğuk savaştan daha tehlikeli kılan bir başka faktör de nükleer bir kıyametten duyulan önceki korkunun büyük ölçüde buharlaşmış olması. Bunun hiçbir zaman gerçekleşmemiş olması, hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği hissini besledi ama gerçekçi bir risk değerlendirmesi, bugün tehlikenin geçmişte olduğundan daha büyük olduğunu gösteriyor. Eski CIA analisti George Beebe yorumlamış.


Batı ile Rusya arasında yaklaşan gerilim

George Beebe

Time

1 Temmuz 2024

George Beebe, Quincy Institute for Responsible Statecraft’ta Grand Strategy programının direktörü. Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nda (CIA) eski Rusya analizi direktörü ve The Russia Trap: How Our Shadow War with Russia Could Spiral into Nuclear Catastrophe (Rusya Tuzağı: Rusya ile Gölge Savaşımız Nasıl Nükleer Felakete Dönüşebilir?) kitabının yazarı.

Washington’daki dünya algısını şekillendiren ya da yansıtan gazete sayfaları ve Kongre koridorlarındaki akımlardan yola çıkarak, Ukrayna konusunda ABD ile Rusya arasında doğrudan askeri çatışma riski konusunda alarm zillerini çalan felaket tellallarının yanıldığı ortaya çıktı. Rusya’nın pek çok uyarısına ve nükleer tehditlerine rağmen ABD, Ukrayna’ya gelişmiş topçu sistemleri, tanklar, savaş uçakları ve uzun menzilli füzeler tedarik etmeyi başardı; ne var ki bu durum ne varoluşsal bir çatışmaya dönüştü ne de Rusya’nın ciddi bir misillemesine neden oldu.

Washington’ın şahin korosu açısından Ukrayna’ya giderek daha ölümcül silahlar sağlanmasının faydaları, Batı’ya Rusya’nın doğrudan saldırısını kışkırtma riskinden ağır basıyor. Bu kesimler, ABD’nin, pek olası olmayan bir kıyamet korkusunun, Ukrayna’nın savunması için son derece gerekli yardımı engellemesine izin vermemesi gerektiğinde —özellikle de savaş alanındaki ivme Rusya lehine kayarken— ısrar ediyorlar. Bu nedenle Beyaz Saray’ın, Ukrayna’nın Amerikan silahlarını uluslararası alanda tanınan Rusya topraklarına yönelik saldırılarda kullanmasına yeşil ışık yakma kararı ve Amerikalı askeri müteahhitlerin Ukrayna’da sahada bulunması konusundaki tartışmaları dikkat çekiyor.

Bu mantıkta birkaç sorun var. Bunlardan ilki, Rusya’nın kırmızı çizgilerini [aşılması halinde ABD veya NATO’ya karşı misillemeye neden olacak sınırlar] hareket ettirilebilir olmaktan ziyade sabit olarak ele alması. Aslında, bu sınırların nerede çizildiği tek bir kişiye, Vladimir Putin’e bağlı. Rusya’nın neye tahammül etmesi gerektiğine dair değerlendirmeleri, savaş alanındaki dinamiklere, Batı’nın niyetlerine, Rusya içindeki duygu durumuna ve dünyanın geri kalanındaki olası tepkilere göre değişebilir.

Putin’in, Ukrayna’ya verilen askeri yardıma karşı Batı’ya doğrudan saldırıda bulunma konusunda oldukça isteksiz davrandığı doğru. Fakat Putin’in bugün tolere edebildiği şey, yarın bir casus belli [savaş nedeni] olabilir. Onun kırmızı çizgilerinin aslında nerede çizildiği, ancak aşıldığında ve ABD kendini Rusya’nın misillemesine yanıt vermek zorunda bulduğunda anlaşılacaktır.

İkinci sorun ise Moskova’nın, ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı tek tek yardımların her birine nasıl tepki vereceğine odaklanırken, bu yaklaşımın Putin ve Kremlin’in hesaplamaları üzerindeki kümülatif etkiyi hafife alması. Rusyalı uzmanlar, ABD’nin nükleer savaş korkusunu kaybettiğine inanmış durumda; bu korku, Soğuk Savaş’ın büyük kısmında istikrarın temel unsuru kabul edilmiş ve iki süper gücü de diğerinin temel çıkarlarını tehdit edebilecek adımlar atmaktan caydırmıştı.

Şu anda Rusya’nın dış politika elitleri arasında tartışılan temel mesele, Amerika’nın nükleer tırmanma korkusunu nasıl yeniden tesis ederken kontrolden çıkabilecek doğrudan bir askeri çatışmadan kaçınılacağı. Moskova’daki bazı şahinler, Batı’yı kendine getirmek için savaş zamanı hedeflere taktik nükleer silah kullanmayı savunuyor. Daha ılımlı uzmanlar, televizyonlarda gösterilecek mantar bulutu görüntülerinin Batılı halkları askeri çatışmanın tehlikelerine uyandıracağını umarak nükleer bomba testi fikrini ortaya atıyorlar. Diğerleri ise Ukrayna’ya hedefleme bilgisi sağlamada rol oynayan bir Amerikan uydusuna saldırmayı ya da Karadeniz üzerindeki hava sahasından Ukrayna’yı izleyen bir Amerikan Global Hawk keşif uçağını düşürmeyi öneriyor. Bu adımların herhangi biri, Washington ile Moskova arasında endişe verici bir krize yol açabilir.

Rusya’daki bu iç tartışmaların temelinde, Kremlin’in yakında kesin bir sınır çizmemesi durumunda ABD ve NATO müttefiklerinin Ukrayna’nın cephaneliğine Moskova’nın nükleer kuvvetlerine dönük saldırıları tespit etme ve bunlara yanıt verme kabiliyetini tehdit eden daha gelişmiş silahlar ekleyeceği yönünde yaygın bir fikir birliği yatıyor. Batı’nın Ukrayna’ya artan müdahalesi algısı bile Rusya’nın tehlikeli bir tepkisini tetikleyebilir.

Bu endişeler, kuşkusuz Putin’in Kuzey Kore’yi ziyaret etme ve 1962’den Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar yürürlükte olan karşılıklı savunma anlaşmasını yeniden canlandırma kararında etkili oldu. Gezi sonrası basın mensuplarına yaptığı açıklamada Putin, “Ukrayna’ya silah tedarik ediyorlar ve diyorlar ki: Biz burada kontrol sahibi değiliz, dolayısıyla Ukrayna’nın onları nasıl kullandığı bizi ilgilendirmez. Neden biz de aynı tutumu benimsemeyelim ve birine bir şey tedarik edip sonrasında ne olacağına dair kontrolümüz olmadığını söylemeyelim? Bırakalım onlar düşünsün,” dedi.

Geçen hafta, Ukrayna’nın Amerikan yapımı misket bombalarının en az beş Rus tatilciyi öldürüp 100’den fazla kişiyi yaraladığı Kırım’daki Sivastopol limanına düzenlediği saldırının ardından Rusya makamları, bu tür bir saldırının yalnızca ABD’nin uydu rehberliği sayesinde mümkün olduğunu savundu. Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin “çatışmanın tarafı haline geldiğini” resmen suçlamak için Moskova’daki ABD Büyükelçisini çağırdı ve “misilleme önlemlerinin kesinlikle alınacağını” vaat etti. Kremlin Sözcüsü, “ABD’nin doğrudan müdahil olması ve bunun sonucunda Rus sivillerin ölmesi, kesinlikle sonuçsuz kalmayacak,” açıklamasını yaptı.

Ruslar blöf mü yapıyor, yoksa kesin bir sınır çizmemelerinin sonuçlarından korkmalarının, doğrudan bir askeri çatışmayı tetikleme tehlikesinden ağır bastığı bir noktaya mı yaklaşıyorlar? “Bilemeyiz, bu yüzden Rusların eylemleri savaşçı söylemleriyle örtüşene kadar Amerikan askeri müteahhitlerini veya Fransız eğitmenlerini Ukrayna’da konuşlandırmaya devam etmeliyiz,” demek, ikili bir krizi yönetirken karşılaşacağımız çok gerçek sorunları göz ardı etmek olur.

1962’de Başkan John F. Kennedy ile Rus mevkidaşı Nikita Hroşçov’un Küba füze krizi sırasında meşhur “göz göze geldikleri” dönemin aksine, bugün ne Washington ne de Moskova benzer derecede endişe verici bir ihtimalle başa çıkmak için iyi bir konumda. O zamanlar Sovyet büyükelçisi, Oval Ofis’in düzenli bir konuğuydu ve Bobby Kennedy ile internet dedektiflerinin ve kablolu televizyonun gözünden uzak bir arka kanal diyaloğu yürütebiliyordu. Bugün, Washington’daki Rus büyükelçisi sıkı bir şekilde izlenen bir parya konumunda. Kriz diplomasisi, küçümsenen bir Putin ile halihazırda Gazze’deki krizi kontrol altına almaya çalışan ve dinamikleri Rusya ile uzlaşı arayışını teşvik etmeyen bir seçim kampanyası yürüten yaşlı bir Biden arasında yoğun bir angajman gerektirecek. ABD ile Rusya arasındaki karşılıklı güvensizlik zirve yapmış durumda. Bu koşullar altında, yanlış adımlar ve yanlış algılar, muhtemelen hiçbir tarafın çatışma istememesine rağmen ölümcül olabilir.

Tarihin dönüm noktaları genelde yalnızca geriye dönüp bakıldığında, bir dizi gelişme kesin bir sonuç doğurduktan sonra netleşir. Olaylar devam ederken ve biz hâlâ gidişatlarını etkileme yetisine sahipken böylesi dönüm noktalarını fark etmek oldukça zor olabilir. Bugün böyle bir ana doğru tökezliyor olabiliriz.

Çok Okunanlar

Exit mobile version