DÜNYA BASINI
‘Bidenomics’in jeopolitik boyutu
Yayınlanma
Yazar
Emre KöseÇevirmenin notu: Çin’in yükselişi ABD müesses nizamı nezdinde son 30 yılın en ciddiye alınması gereken fenomeni ve dünyanın geri kalanında atılan askeri, siyasi ve iktisadi adımlar doğrudan veya dolaylı olarak bununla ilgiliydi. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın nisan ayında Brookings Enstitüsü’nde ana hatlarını çizdiği yeni Amerikan manifestosu saldırgan bir görünümdeydi ve tarih bu gibi güç mücadelelerinin savaşsız bitmeyeceğini göstermişti. Bu örnekte de durumun buraya doğru gittiği anlaşılıyor ve bunun için eskinin aksine, toplumsal rızanın tesis edilmesi adına, daha karmaşık bir söylemin benimsendiği görülüyor. Amerikalı tarihçi ve yazar Grey Anderson’ın değerlendirmesi.
İnkâr stratejileri
Grey Anderson
New Left Review
15 Haziran 2023
Amerikan solunda Biden yönetiminin sanayi stratejisi hakkında hararetli bir tartışma yaşanıyor. Tartışmalar, Enflasyonu Düşürme Yasasının (IRA) yanı sıra Amerikan Kurtarma Planı, iki partiden de onay alan Altyapı Yasası ve CCHIPS (Amerika için Yarı İletkenler Üretmek Amacıyla Yardımcı Teşvikler Yaratma) ve Bilim Yasasını da hesaba katarsak toplamda yaklaşık 4 trilyon doları bulan devasa teşvikin açtığı kapılara, binaların güçlendirilmesi için “ilerici teknokratlar” eğitilmesinden küresel aşırı kapasite ve düşen iktisadi büyüme koşulları altında kapitalist devlet öncülüğündeki “karbonsuzlaştırmanın” uygulanabilirliğine odaklandı.
Şimdiye dek yapılan değerlendirmeler, ilkine vurgu yapılsa da “iyi, kötü ve çirkin” ayrımıyla karışık bir şekilde yapıldı. IRA tarafından vaat edilen istihdam büyümesi ve faydalı “yeşil” işler göz ardı edilemezse, eksiklikleri -konut ve toplu taşımada finansman eksikliği, elektrik sektöründe kısırlaştırılmış düzenleyici standartlar, petrol ve gaz üreticilerine kamu arazilerine erişim sağlayan kira sözleşmeleri- de göz ardı edilemez. Jacobin‘de yer alan örnek bir değerlendirmeye göre “IRA, aynı anda hem fosil yakıt endüstrisinin devasa bir armağanı, hem temiz enerjiye yapılan tarihi ama yetersiz bir yatırım, hem de küresel felaketi önlemek adına en işe yarar umudumuz.”
Başka bir deyişle, soldan yapılan eleştiri “yetmez ama evet”in ötesine geçti, ancak belki de çok ötesine geçmedi. Bu tartışmalarda bu ulusal yatırım hamlesine güç veren, ABD anakarasındaki üretimi yeniden şekillendiren, lityum madenlerini paketleyen ve Çin’i geride bırakmak amacıyla mikroçip fabrikalarının militarize edilmiş bir teşebbüsle inşasına sponsor olan jeostratejik mantık neredeyse hiç yer almıyor.
İktidar koridorlarından bakıldığında, ABD’nin sanayi politikasının Çin karşıtı yönelimi, yeşil “geçişin” talihsiz bir yan ürünü değil, motive edici gayesi. Kavramsallaştıranlar için, yeni altyapı harcamaları dönemini yöneten mantık özünde jeopolitiktir; emsali Yeni Düzen’de[1] değil, Soğuk Savaş’ın askeri Keynesçiliğinde aranmalıdır, bunu uygulayan “akil adamlar” tarafından Amerika’nın Sovyetler Birliği’ne karşı mücadelesinde zaferin bir koşulu olarak görülmüştür.
1945’ten sonra olduğu gibi bugün de karar alıcılar, kendilerini bir “dönüm noktasında” görüyorlar. Geleceğin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, 2020 başkanlık kampanyası sırasında “Tarih yine kapıyı çalıyor,” diye yazmıştı:
“[…] Çin ile artan rekabet ve uluslararası siyasi ve ekonomik düzendeki değişimler, günümüz dış politika kurumlarında da benzer bir içgüdüyü tetiklemelidir. Günümüzün ulusal güvenlik uzmanları son kırk yılın hâkim neoliberal ekonomi felsefesinin ötesine geçmelidir… Amerikan ulusal güvenlik camiası haklı olarak ABD’nin Çin karşısındaki uzun vadeli rekabet gücünü belirleyecek olan altyapı, teknoloji, inovasyon ve eğitim yatırımları konusunda ısrarcı olmaya başlamıştır.”
Carnegie Vakfı tarafından hazırlanan, Sullivan ve diğer Biden danışmanlarının imzasını taşıyan raporda uzun uzun anlatılan “orta sınıfa hizmet eden dış politika”, ulusal güvenlik ve ekonomik planlama arasındaki hayali ayrımları yıktı. Küreselleşen iki taraflı ticaretin diğer güçleri Amerikan hegemonyasını kalıcı olarak kabul etmeye teşvik edeceği umutları boşa çıkmıştı. Sırada başka bir yaklaşım vardı. Biden, dış politika açılış konuşmasında “Artık dış politika ile iç politika arasında parlak bir çizgi yok. Yurt dışında attığımız her adımı Amerikalı çalışan aileleri düşünerek atmalıyız,” demişti. Trump’ın opioid krizinin ve ‘Amerikan kıyımının’ sanayisizleşmiş merkez bölgelerinde kazandığı zafer, Demokrat müesses nizamı sarsmıştı. Goldman Sachs için iyi olanın artık Amerika için de iyi olması gerekmiyordu.
Ortodoksluktan bu kopuşun ardındaki küresel motivasyona dair pek bir gizem yok. Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Mayıs 2022’de vurguladığı üzere Çin, “hem uluslararası düzeni yeniden şekillendirme niyetine hem de giderek artan bir şekilde bunu yapabilecek iktisadi, diplomatik, askeri ve teknolojik güce sahip tek ülke.” Daha da kötüsü, “Pekin’in vizyonu bizi son yetmiş beş yılda dünyanın ilerlemesini sağlayan evrensel değerlerden uzaklaştıracak.” Ancak ne mutlu ki, söz konusu değerlerin garantörü tepki vermeye hazırdı: “Biden yönetimi, ekonomik ve teknolojik etkimizi devam ettirmek ve genişletmek, ekonomimizi ve tedarik zincirlerimizi daha dirençli hale getirmek ve rekabet gücümüzü keskinleştirmek için modern bir sanayi stratejisinden başlayarak, ulusal gücümüzün temel kaynaklarına geniş kapsamlı yatırımlar yapıyor.” Blinken rekabetin çatışmayı gerektirmediğini de sözlerine ekledi. Fakat Çin’i “koşu rakibi” olarak tanımlayan Beyaz Saray, “askeri yatırımları 20. yüzyılın çatışmaları için tasarlanmış platformlardan daha uzun menzilli, bulunması daha zor, taşınması daha kolay asimetrik sistemlere doğru kaydırmakla” başlayarak savaş olasılığından da kaçınmayacak.
Üç ay sonra Enflasyonu Düşürme ve CHIPS yasalarının kabulü “iç politika ile dış politikanın derin entegrasyonunu” somutlaştırdı. Önemli yapay zekâ ve yarı iletken bileşenlerinin Çin’e ihracatına eylül ayında getirilen ve bir sonraki ay getirilen kısıtlamalar, gerçek bir ekonomik savaş ilanı olan “chokepoint”[2] veya “stranglehold”[3] teknolojilerini tekelleştirme çabasını teyit etti. CSIS’te yer alan bir analize göre “Bu eylemler, ABD hükümetinin yalnızca tıkanma noktasında kontrolünü korumak için değil, aynı zamanda Çin’in teknoloji endüstrisinin büyük bölümlerini aktif olarak boğmaya -öldürme niyetiyle boğmaya- yönelik yeni bir politika başlatmak konusunda eşi görülmemiş bir müdahale başlattığını gösteriyor.” Sullivan, kaygı verici bir şekilde Manhattan Projesine atıfta bulundu. ABD’nin çok uzun zamandır hassas yüksek teknoloji alanlarında sadece “göreli” bir avantaj peşinde koştuğunu, bundan böyle “mümkün olduğunca büyük bir liderliği muhafaza edeceğini” savundu. Ukrayna’nın işgalinin ardından Moskova’ya karşı uygulanan teknoloji kısıtlamalarının “ihracat kontrollerinin sadece önleyici bir araçtan daha fazlası olabileceğini” gösterdiği söyleniyordu. Savunma jargonunda tedarik zinciri blokajı, ekonomik ve stratejik varlıkların mübadele edilebilir olmasının önemli bir örneği.
Washington’da çalan şarkı asker bandosu. Kongre’nin IRA’yı oylamasından haftalar önce Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, bir düzine F-15 ve USS Ronald Reagan uçak gemisi vurucu ekibinin eşlik ettiği bir hava kuvvetleri jetiyle Taipei’ye gitti (Thomas Friedman’ın ifadesiyle “son derece pervasız, tehlikeli ve sorumsuzca”; Çin Dışişleri Bakanlığı’na göre “büyük bir siyasi provokasyon”). Ancak ABD’nin askeri tehdidinin artması Biden yönetiminin gelmesiyle birlikte başlamıştı; Trump’ın palavralarını düzeltmek şöyle dursun, bu palavraların üzerine yenilerini eklemiş, yalnızca hoşnutsuz NATO ve SEATO müttefiklerini projeye yeniden dahil etmekle yetinmişti.
2021’in başında “Quad” ittifakın yeniden canlandırılmasından bu yana, kısa süre sonra AUKUS paktıyla tahkim olan Amerika, halihazırda geniş olan üs takımadasını genişletti, hızla konuşlandırılabilir mobil kuvvetler, derin deniz saldırı kabiliyetleri ve insansız sistemlerle yatırım yaptı. Savunma Bakanlığı’nda Asya’dan sorumlu Ely Ratner’e göre maksat, “Hint-Pasifik bölgesinde daha dayanıklı, hareketli ve ölümcül bir varlık” oluşturmak. ABD ile Japonya arasındaki ortak deniz tatbikatlarının 2022 sonbaharında hızlandırılması, Tokyo’da Çin’in yarattığı “benzeri görülmemiş” tehdide yönelik yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde özetlenen kayda değer bir değişimin sinyalini verdi; yüzlerce Tomahawk seyir füzesi siparişi ve yeni kurulan bir Deniz Kıyı Alayı’nın Okinawa’ya konuşlandırılması da bunu izledi.
2023 yılının başında, tanımlanamayan balon gözlemleri üzerine yaşanan panik, ABD Hava Hareketlilik Komutanının “içgüdülerinin” Amerika’nın 2025 yılına kadar Çin ile savaşa gireceğini söylediği bir belgenin sızdırılmasıyla aynı zamana denk geldi. Şubat ayında Pentagon, silah satışlarındaki artışla birlikte Tayvan’a konuşlandırılan kuvvetleri dört katına çıkarmayı planladığını açıkladı ve yetkililer, artık Çin’in işgal başlatması durumunda adanın yarı iletken üretim tesislerini havaya uçurma fikrini alenen dile getiriyor. Biden, uzun süredir devam eden diplomatik “Tek Çin” formülünü (hem Pekin hem de Kuomintang’ın Taipei’si tarafından iddia edilen ve Washington tarafından 1972 Şanghay Bildirisinde resmen kabul edilen) açıkça çiğneyerek, böyle bir durumda güç kullanma niyetini defalarca teyit etti. Yönetimin “stratejik muğlaklıktan” vazgeçtiği, Ulusal İstihbarat Direktörü Avril Haines’in bu mart ayında Senato’da verdiği ifadede de doğrulandı. Periyodik olarak dile getirilen “buzların erimesi” söylemi yalnızca tırmanma eğiliminin altını çiziyor.
Amerikan solunda Bidenomics’in uluslararası etkileri konusunda süregelen bir muğlaklık varsa şayet, nisan sonunda Brookings Enstitüsü’nde yaptığı ‘ABD’nin Ekonomik Liderliğini Yeniden Tesis Etmek’ başlıklı konuşmada Sullivan tarafından giderilmiş olmalıı. Konunun Ulusal Güvenlik Danışmanı’na emanet edilmesine şaşıranlara karşı Sullivan bir kez daha, güçle ilgili ve siyasi kaygıların Panglossçu[4] piyasa köktenciliğine göre öncelikli olduğu konusunda ısrar etti. Çin’in yükselişi küreselci laissez-faire[5] nostaljisinin aleyhine bir delildi. Çin’in “askeri hırsları”, “piyasa dışı iktisadi uygulamaları” ve Batılı “değerlerden” yoksun olması -Pekin’in lityum, kobalt ve diğer “kritik madenler” üzerindeki hakimiyetinden bahsetmeye bile gerek yok- mutlak bir yanıt gerektiriyordu. Elektrikli araç ve mikroçip üretimine yatırım, Kuşak ve Yol Girişimine bir yanıt olarak tasarlanan Çin karşıtı bir ticaret karteli Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı ile birlikte ilk taksitti. Sullivan sözlerini şöyle sürdürdü: “Kendi ülkemizde sanayi stratejimizi açık bir şekilde sürdüreceğiz, fakat dostlarımızı geride bırakmamaya da kesin olarak kararlıyız.”
Bu ‘yeni Washington Mutabakatı’nın boyutlarını ölçmek için Hazine Bakanı Janet Yellen’ın önceki hafta Johns Hopkins İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda yaptığı konuşmayı dinlemek yeterli olacaktır. “Şahin” Sullivan’a karşı “güvercin” olarak bilinen Yellen, sözlerine “Çin’in piyasa reformlarından uzaklaşarak komşularını ve dünyanın dört bir yanındaki ülkeleri zayıflatan, daha devlet odaklı bir yaklaşıma yönelme kararına” işaret ederek başladı: “Bu durum, Çin’in sadece Hint-Pasifik bölgesinde değil, aynı zamanda Avrupa ve diğer bölgelerde de ABD ile müttefik ve ortaklarımıza karşı daha çatışmacı bir tutum sergilemesiyle ortaya çıkmıştır. Gergin bir konjonktürle karşı karşıya kalan ABD’nin ekonomi politikası dört hedefe uyacaktı; birincisi, Washington ve müttefiklerinin ‘ulusal güvenlik çıkarlarını’ teminat altına almak; ikincisi, ‘dünyanın neresinde olursa olsun insan hakları ihlallerini engellemek ve caydırmak için araçlarımızı kullanmaya’ devam etmek; üçüncüsü, ‘adil olmayan iktisadi uygulamalarını’ tersine çevirmesi ve ‘kurallara dayalı küresel iktisadi düzene’ bağlı kalması koşuluyla Çin ile ‘sağlıklı rekabet’; dördüncüsü, ‘iklim ve borç sıkıntısı gibi konularda işbirliği’.” Ulusal güvenlik, küresel polislik, rekabet, işbirliği; hiyerarşi netti.
Beyaz Saray, söylem düzeyinde amacının Çin’den ekonomik anlamda “ayrışmak” değil, daha ziyade “riskten arınmak” -Avrupalıları Washington’un dümen suyunda yürümeye zorlayan AB’nin sözüm ona şefi Ursula von der Leyen’in keşiflerinden– olduğunda ısrarcı oldu. Ancak Biden’ın politikaları, bu son anlaşmada “dostlara” biçilen kader konusunda şüpheye yer bıraktı. ABD’nin onlarca yıldır serbest ticaretin kutsallığına atfettiği övgüler eşliğinde iklim hedeflerinden vazgeçmesi, Almanya ve Fransa’yı gümrük vergilerinin, sermaye kontrollerinin ve sanayiye yönelik devlet teşviklerinin kırbaç gibi geri dönmesine karşı hazırlıksız yakaladı. Ocak 2023’te von der Leyen tarafından açıklanan ‘Yeşil Anlaşma’nın özü olan ‘Yeni Nesil AB’, Avrupa hükümetlerine IRA ile mukayese edilebilecek bir meblağ olan 720 milyar avro tutarında hibe ve kredi sunuyor; fakat Kate Mackenzie ve Tim Sahay’ın gözlemlediği üzere AB ülkeleri, Ukrayna’daki vekalet savaşından kaynaklanan enerji krizini dengelemek adına sadece geçtiğimiz yıl neredeyse bir o kadar teşvik ödedi. Scholz ve Macron’un Pekin ziyaretleri bir yana AB, Asya’da NATO hamiliğine karşı çıkma konusunda, Avrupa’da bağımsız hareket etme konusunda olduğundan daha az iştahlı görünüyor. Von der Leyen’in Brüksel’deki yardımcısı Josep Borrell, son olarak üye ülkelere Güney Çin Denizi’nde devriye gezmeleri için savaş gemileri göndermeleri çağrısında bulunurken görülmüştü.
Teknoloji ambargoları, yaptırımlar ve ittifak politikaları, Pentagon’un savaş planlamacıları tarafından “inkâr” parolası altında addedilen daha geniş bir stratejik bakış açısında yerlerini alıyorlar. Görünürde bu tedbirler, “askeri kirpi” Tayvan başta olmak üzere ABD’nin Çin sınırlarındaki ileri mevzilerini korumayı amaçlıyor. Yönetimin Çin’in bölgedeki emellerini “inkâr” etmeye hazırlanması gerektiği, detaylar konusundaki anlaşmazlıklara rağmen, “itidal” odaklı Quincy Enstitüsü’nden Heritage Foundation ve Center for a New American Security’ye kadar geniş bir kuruluşun onayını aldı. Çevreleme gibi, onun yakın selefi olan “inkâr” da değişken bir kavram. Bazıları için kontrol ya da önceliğe karşıt pozisyonuna vurgu yapılırken -Amerikan gücünün kendisine meydan okuma fikrini bertaraf edecek kadar müthiş olması gerektiği fikri- caydırıcılık teorisinden ilham alan diğerleri “cezalandırma” ya da bir düşmana post facto[6] kabul edilemez zarar verme tehditleri ile bir bölgeyi fethedilemez hale getirmeyi amaçlayan aktivist bir askeri tavır arasında bir ayrım yapıyor.
Her iki durumda da Washington, kendisi dışında herhangi bir ülkenin dünyanın büyük güç merkezlerinden birine (Asya, Avrupa, Basra Körfezi) hâkim olmasını engelleme zarureti ile yirmi yıldır bitmek bilmeyen silahlı maceraların ardından yurttaşlarının yurt dışında büyük bir uluslararası savaşı destekleme konusundaki muhtemel isteksizliğinin ispatlarını görünmez kılmak zorunda. En etkili teorisyeni olan Elbridge Colby’e göre, “inkâr stratejisi” her iki kritere de cevap veriyor, kamuoyunu harekete geçirme konusunda zemin hazırlarken kaynakları da muhafaza ediyor. Bu bağlamda, Amerikan solunun Bidenomics’in ülke içindeki etkisine gözünü kırpmadan odaklanması, Webb’ler ve Bernstein’ların emperyalistler arası rekabet ve sömürgeci yağmalar felakete doğru hızlanırken kendi yerli işçi sınıflarının pastadan daha fazla pay almasını kutladıkları Avrupa belle époque‘unun[7] “sosyal emperyalizminin” yankılarını barındırıyor.
Elbette ideal olarak Washington, Amerikan teçhizatının gelişmişliğinin ve Asya’daki “hegemonya karşıtı” koalisyonunun gücünün Pekin’i Tayvan ya da Filipinler’e yönelik her türlü planından caydırmasını tercih eder. Fakat Donanma İstihbarat Direktörü Tuğamiral Michael Studeman’ın da uyardığı üzere “çok geç kalmış olabiliriz.” Böyle bir durumda asıl önemli olan Çin’in savaş başlatmaya zorlanması. Konuyla ilgili tarihsel benzetme, 1941 yılında Amerika’nın petrol ambargosu nedeniyle Pearl Harbor’a korkunç bir saldırı düzenleyen ve böylece o zamana kadar isteksiz olan halkı harekete geçiren Japonya İmparatorluğu. Colby, “Odaklanmış bir inkâr savunmasının büyük olasılıkla başarısız olacağı koşullarda ABD’nin stratejik hedefi, Çin’i Japonya’nın gönüllü olarak yaptığını yapmaya zorlamak olmalıdır: Çin, emellerine ulaşmaya çalışmak için, genişletilmiş koalisyondaki halkların müdahale etme kararlılığını teşvik edecek ve sertleştirecek şekilde davranmalı ve bu halklar, savaşı kazanabilecekleri bir düzeye kadar yoğunlaştırmalı ve genişletmelidir. Planlar buna göre yapılmalıydı,” diye yazıyor. “Daha incelikli bir savunma stratejisi benimseme şansını kaçırdık,” diye hayıflanan Colby, “şimdi çok aşırı görünen şeyler yapmak zorunda kalacağız,” diyor.
İnkar etmek, izin vermemek, esirgemek veya feragat etmektir. Verleugnung, Freudyen dilde, hoş olmayan veya travmatik bir hakikati kabul etmedeki yetersizliği veya isteksizliği tanımlayan başka anlama daha sahip. Aynı zamanda sapkınlıkla da alakalı; arzulanan şey olmadığında, dikkat mevcut bir vekil veya fetiş üzerinde yoğunlaşabilir. 46. Başkan bu tür duygulara yabancı olmayabilir. Fakat kendini kandırmak her yerde var. Pelosi, Tayvan’a şoven bir aksiyon düzenlerken Demokrat partililer bunun sonuçlarını küçük görmüştü; Sanders’ın eski dış politika danışmanı Matt Duss ve ilerici aktivist Tobita Chow’a göre asıl tehlike, Pelosi’nin ıslık çalarak yaptığı turdan ziyade, bu turdan kaygı duyanlardı ve onların uyarıları birer “tehdit enflasyonu” örneğiydi.
İnkâr daha çok sükûnet biçimini alıyor. Düşünceli eleştiriler bile -son Dissent sempozyumu, “İklim Solu için Sırada Ne Var?” şeklinde bir seçki içeriyor- genişletilmiş yurt içi harcama ile Biden’ın yetkilileri tarafından konuşma üzerine konuşma ile yinelenen giderek daha agresif bir Pasifik politikası arasındaki ilişkisel mantığı neredeyse hiç dikkate almıyor. Bu eleştiri NLR‘nin -dergi başka bir yerde Bidenomics’in sosyal-emperyal karakterini hedef almış olsa da- Dylan Riley ve Robert Brenner’ın “Amerikan Siyaseti Üzerine Yedi Tez“i üzerine yürüttüğü tartışma için de geçerli. İktisastçı J. W. Mason, Biden’ın harcama programını şerhli bir şekilde onaylayarak, “kamu yatırımlarının her yerde rastlanan bir parçası olan korkutucu Çin karşıtı retoriğin” varlığını kabul etmişti. Mason, “Savaş sanayi politikasından farklıdır,” demişti. Amerika’nın radikalleri bu ayrımı anlıyorlar mı?
Son zamanlarda finans basını, Biden ve Sullivan’ın şahinliğinden duyduğu huzursuzluğu dile getirmeye başlayarak eko-sosyalist solun önüne geçti. The Economist ve Financial Times, Rumsfeld’in[8] de dediği gibi, yeni bir gerçeklik yaratmadan önce coşkulu retoriğin soğutulması gerektiğine işaret ederek, yönetimin yüksekten uçmalarından kendini ayrı tuttu. FT, Adam Tooze tarafından kaleme alınan ve Çin’in yükselişine karşı bir uyum stratejisi çağrısında bulunan güçlü bir görüş yazısı yayımladı ki bu öneri halihazırdaki Beyaz Saray tarafından “ya haince ya da başka gezegenden” şeklinde değerlendirilebilir.
Çinli yetkililer Boise merkezli Micron Technology tarafından üretilen mikroçiplerin kullanımına kısasa kısas bir yasak getirdiklerini açıkladıklarında Ticaret Bakanı Gina Raimondo, ABD’nin bu kararı “tolere etmeyeceğini” ilan etti: “Bunu bariz ve basit bir şekilde ekonomik baskı olarak görüyoruz.” Zorlama mı sağduyu mu, “bilim ve teknolojideki üstünlüğümüzü korumak” mı yoksa “öldürme zincirini modernize etmek” mi, “piyasayı bozan uygulamalar” mı yoksa “Amerikan işçisine” destek mi, “çevresel adalet” mi yoksa Tayvan Boğazı üzerinde nükleer hesaplaşma mı? Bidenomics’in eleştirel değerlendirmeleri bunlardan hangisi karar vermeli.
[1] New Deal (Türkçe: Yeni Düzen), 1930’lu yıllarda ABD’de Başkan Franklin D. Roosevelt’in ilk döneminde uygulanan ekonomi programı. Programın asıl amacı Büyük Buhran sonrası toparlanmayı kolaylaştırmaktı. İşsizlere ve yoksullara rahatlama, ekonominin normal seyrine dönmesi ve tekrar çöküşü önlemek adına mali sistemin reforme edilmesi amaçlanmıştı. (ç.n.)
[2] Askeri stratejide tıkanma noktası, silahlı bir kuvvetin hedefine ulaşmak için geçmek zorunda olduğu, bazen ciddi ölçüde daraltılmış bir cephede bulunan ve bu nedenle üstün sayıları taşımayı zorlaştırarak savaş kabiliyetini büyük ölçüde azaltan bir vadi, geçit veya köprü gibi karadaki coğrafi engeller veya boğaz gibi kritik bir su güzergahlarına verilen isim. Tıkanma noktaları, sayı olarak az bir savunma gücünün araziyi çok daha kalabalık bir rakibi engellemek veya pusuya düşürmek için bir kuvvet çarpanı olarak kullanmasına imkân verebilir, zira saldırgan önce tıkanma noktasından geçişi güvence altına almadan daha fazla ilerleyemez. (ç.n.)
[3] Güreşte boğaz tutma, rakibin boynunu güçlü bir şekilde kavramaya verilen isim. Asker ve polis eğitimlerinde de kullanılır. Yazar, burada mecazi anlamına başvurmuş. (ç.n.)
[4] Bir duruma yersiz bir iyimserlikle bakan kişiler için kullanılan sıfat. Voltaire’in Candide romanındaki karakterden türetilmiştir. (ç.n.)
[5] “Bırakınız yapsınlar”ın Fransızca ifadesi; salahiyetin ve mülkiyet haklarının korunması için gerekli olan asgari düzeyin ötesinde devletin ekonomiye müdahalesine karşı çıkan doktrin. (ç.n.)
[6] Esasen “geriye dönük” veya zaten olmuş bir şeyi etkileyen anlamına gelen Latince ifade. (ç.n.)
[7] Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda Fransa, müreffeh ve sanatsal ve kültürel gelişmeleri beraberinde getiren bir ekonomik büyüme dönemi gördü. O dönemi tanımlamak için kullanılan ve “güzel dönem” anlamına gelen Fransızca kelime. (ç.n.)
[8] Tam adı: Donald Rumsfeld. 2003 Irak işgalinin mimarı olarak tanınan eski ABD Savunma Bakanı. Cumhuriyetçi Parti’nin 2006’daki ara seçimlerden mağlubiyetle ayrılmasından sonra istifa etmek zorunda kaldı. Haziran 2021’de öldü. (ç.n.)