Çevirmenin notu: Günümüz teknoloji tekellerinin toplumsal yaşama müdahaleleri artık malum hal geldi. Kullanıcıya reklam izletmek üzere kurulu algoritmalar ve usulsüz olduğu her açıdan belli, gizlilik kurallarını ihlal eden uygulamalar bir süredir söz konusu şirketlerin başını ağrıtan konular. Amerikalı tarihçi Greg Grandin, geçen yıllarda kaleme aldığı bir makalede, “büyük veri”nin Latin Amerika’daki ABD destekli terör devletlerinde filizlendiğini hatırlatmış.
Büyük verinin anti-sosyalist kökenleri
Greg Grandin
The Nation
23 Ekim 2014
Günümüzün veri odaklı toplumunun kökeni, 1970’lerdeki sosyalist Şili’ye kadar uzanıyor.
The New Yorker, geçen hafta Yevgeniy Morozov’un sosyalist Şili’nin büyüleyici Cybersyn Projesi üzerine bir makalesini yayımladı. Sibernetik sinerjinin kısaltması olan Cybersyn, Salvador Allende’nin ekonomi planlamacılarının iktisadi kararları rasyonalize edebilecek son teknoloji ürünü bir bilişim sistemi yaratma girişimiydi; bu, gerçek zamanlı iktisadi göstergeleri, hammadde mevcudiyetini, kıtlıkları, fabrika üretimini, tüketici talebini ve benzerlerini takip edecek son teknoloji ürünü yazılımlara sahip birbirine bağlı teleks makinelerinden oluşan bir ağ idi.
1970’lerin başıydı ve projenin merkezinde, Morozov’a göre çalışmaları Steve Jobs’a ilham veren Alman endüstriyel tasarımcı Gui Bonsiepe tarafından tasarlanan “Harekât Odası” vardı. Morozov’un betimlemesi şöyle: “Altıgen bir alandı, otuz üç fit çapında, turuncu minderli yedi beyaz fiberglas döner sandalyeyi ve duvarlarda fütürist ekranları barındırıyordu. Masalar ve kâğıt yasaktı.” Burası, Allende’nin 1970 seçimlerinden bir yıl önce seferlerine son veren Star Trek’teki USS Enterprise’ın güvertesine benziyordu: “Dört ekran, bir düğmeye dokunarak yüzlerce resim ve rakam gösterebiliyor, üretimle ilgili tarihi ve istatistiki bilgiler —datafeed— sunuyordu.”
Programın büyük bir kısmı komuta ekonomisini koordine etmeyi amaçlıyordu ve iktisadi kararların teşvik edilmesine yönelik programlar içerecekti: “Fiyatları belirlemeden, üretim kotaları oluşturmadan ya da petrol tahsislerini değiştirmeden önce, kararlarınızın nasıl sonuçlanacağını görebiliyordunuz.”
Fakat Allende’nin standart taşıyıcısı olduğu Şili’nin sosyalist hümanist geleneğinin ne kadar hümanist olduğunu gösteren bu güzel ekleme var:
“Duvarlardan biri, harekât odasında alınan kararlara yanıt olarak tüm Şili halkının gerçek zamanlı refahını takip etmeye yönelik iddialı bir çaba olan Cyberfolk Projesi’ne ayrılmıştı. Beer [Stafford Beer, projeyi yürütmesi için getirilen bilgisayar fütüristi], ülke yurttaşlarının oturma odalarından, aşırı sefaletten mutlak refaha kadar değişen ruh hallerini gösteren voltmetre benzeri bir kadran üzerindeki bir ibreyi hareket ettirmelerini sağlayacak bir cihaz yapmıştı. Plan, bu cihazları bir ağa bağlamaktı —mevcut televizyon antenleri üzerinde çalışacaktı— böylece herhangi bir andaki toplam ulusal refah belirlenebilecekti. Cihazın adı olan algedonik metre (Yunanca algos, “acı” ve hedone, “zevk”), hükümet politikalarının işe yarayıp yaramadığını göstermek için yalnızca ham zevk ya da acı tepkilerini ölçecekti.”
Morozov, ironik bir şekilde, Allende’nin Cybersyn Projesi’nde, hiper-bağlantılı, tüketici-arzu ekonomimizin, Amazon’un “öngörülü nakliye”, Uber ve benzerlerinin yanı sıra, “dokunulmaz politikacılar tarafından çıkarılan katı kuralların yerine, aygıt kullanan müşteriler tarafından üretilen akışkan ve kişiselleştirilmiş geri bildirim döngüleri” isteyen neoliberal kent planlamacıları tarafından hazırlanan yeni “algoritmik düzenleme” planları tarafından bilgisayarların bugünkü kullanımının başlangıcını izleyebileceğimizi iddia ediyor. Cybersyn Projesi, “gelecekten gelen bir mesaj” gibi görünüyor. Morozov’un makalesinin tanıtımında “Büyük verinin sosyalist kökenleri,” ifadesi yer alıyor.
Ancak Morozov’un gözden kaçırdığı, “büyük verinin” günlük hayatımızdaki yaygınlığının karanlık tarafıyla ilgili bir kısım var. Morozov, Augusto Pinochet’nin 11 Eylül 1973’te Washington destekli darbesini gerçekleştirip Allende’yi devirerek uzun süreli diktatörlüğünü kurduğunda, Cybersyn Projesi’ni ortadan kaldırdığını yazıyor. Morozov, “Pinochet’nin gerçek zamanlı merkezi planlamaya ihtiyacı yoktu,” diye yazıyor.
Ancak Cybersyn’e rağmen 1970’lerin başında Latin Amerika’da nadir bulunan bilgisayarlara ihtiyacı vardı. Washington, Latin Amerika’nın sağcı diktatörlüklerine, istihbarat teşkilatlarını “modernleştirme” ve “profesyonelleştirme” kampanyasının bir parçası olarak en son bilgisayar teknolojisini sağlamaya başladı.
John Dinges’in The Condor Years (Condor Yılları) kitabından bir pasaj şöyle:
“Condor’un kuruluş belgelerinde en bariz şekilde tanımlanan özelliği, tüm üye ülkelerin istihbarat katkısında bulunacağı merkezi bir veri bankasının kurulmasıydı. Bu veri bankası Şili’de bulunan ve “Condor One” olarak adlandırılan koordinasyon merkezinde yer alıyordu. Veri bankası, her ülkeden ve sistem dışındaki ülkelerden gelen “yıkıcılıkla doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı şahıslar, örgütler ve diğer faaliyetler” hakkındaki en iyi bilgileri tek bir yerde toplamak üzere tasarlanmıştı. 1970’lerin ortalarında Güney Amerika’da bilgisayarlar neredeyse yok denecek kadar azdı… Veri bankasının bilgisayar ortamına aktarılacak olması başlı başına devrim niteliğinde bir adımdı. FBI casusu Scherrer, CIA’in DINA’e Condor veri bankasında kullanıldığını tahmin ettiği bilgisayar sistemleri ve eğitim sağladığını öğrendiğini söylemişti. Çeşitli Amerikan istihbarat belgeleri Condor’da bilgisayar kullanımına atıfta bulunuyor. Condor Ajandasında yer alan “koordinasyon sistemi” şeması bilgi merkezinin dört bölüm halinde organize edileceğini gösteriyor: veri bankası, polis kayıtları, mikrofilm ve bilgisayarlar.”
Patrice McSherry, Predatory States (Yırtıcı Devletler) adlı kitabında, aynı şekilde, “CIA’in hem ölüm mangalarını yöneten ülkelerin istihbarat teşkilatlarına hem de onların faaliyetlerini koordine eden merkezi Condor aygıtına son teknoloji ürünü bilgisayarlar sağladığını” yazıyor. Uruguay’da bilgisayarlar, tüm yurttaşları “tehlikelilik derecelerine” göre sınıflandırmak için kullanılıyordu.
Allende’nin düşüşünden ve Cybersyn Operasyonu’nun sona ermesinden önce bile Washington, sınırlı menzile sahip uyuşuk, eğitimsiz ulusal istihbarat birimlerini, bilgiyi etkin bir şekilde yönetebilecek uluslararası bir şebekeye dönüştürmeye çalışıyordu. Amerikalı danışmanlar, bir ülkenin istihbarat, polis ve askeri kuvvetlerinin rakip kollarının çalışmalarını koordine etmeye yardımcı oluyor, onları farklılıkların üstesinden gelmeye ve işbirliği yapmaya teşvik ediyordu. Washington, çeşitli askeri ve ticari programlar aracılığıyla telefonlar, radyolar, arabalar, silahlar, mühimmat, gözetleme ekipmanları, patlayıcılar, büyükbaş hayvan çubukları, kameralar, daktilolar, karbon kağıtları ve dosya dolapları ile teletipler ve bilgisayarlar tedarik etti.
Ve sadece Latin Amerika’ya da değil. 1979 yılında Michael Klare, ABD’nin dünyanın dört bir yanındaki cephe ülkelerine (İran, Pakistan, Libya, Malezya ve diğer ülkeler) tedarik ettiği ve “gözetleme sistemleri ve telefon dinleme ekipmanları, isyan copları ve tazyikli su, parmak vidaları ve elektrikli şok cihazları ve yazılım da dahil olmak üzere bilgisayarlı istihbarat sistemleri” gibi ekipmanları içeren “uluslararası baskı ticareti” olarak adlandırdığı şeyi belgelemişti. Brezilya “üç adet Rockwell International ‘Printrack-250’ bilgisayarlı parmak izi tanıma sistemi” almıştı.
Bu ekipman tarafından işlenen bilgi “büyük veri” olmayabilirdi ama fikir aynıydı; yapılan mümkün olduğunca çok kaynaktan gerçek zamanlı istihbarat toplamak, analiz etmek, mümkün olduğunca hızlı ve koordineli bir şekilde hareket etmek ve daha sonra gelecekte kullanmak üzere depolamaktı. Bu güncellemeler, Condor aracılığıyla birlikte ya da bireysel olarak çalışan istihbarat teşkilatlarının 100 binden fazla Latin Amerika yurttaşını öldürmesine ya da kaybetmesine ve belki bir o kadarına da işkence yapmasına imkân sağladı.
Bu yüzden haklı olarak Şili’deki 1973 darbesini, modern tarihte Hayekçilerin ve Friedmancıların neoliberallerin “Şok Doktrini”ni ilk kez tam olarak uygulayabildikleri bir dönüm noktası olarak düşünüyoruz. Kaynakların ve kârın doğru dağılımını fiberglas sandalyelerde oturan ve işçi komiteleri tarafından yönetilen kamulaştırılmış fabrikalardan girdi alan merkezi planlamacılar değil, “fiyat sistemi” belirleyecekti.
Fakat darbe aynı zamanda, siber-ütopyanın siber-teröre dönüştüğü ve teknolojinin “gerçek zamanlı refahı” — “mutlak refahı” — artırmak için değil, ham acıyı aşılamak için kullanıldığı ilgili bir tarihsel dönüm noktasına işaret ettiği için de anılmalı. “Voltmetre” kadranları insanların hükümetin sosyal refah politikalarından duydukları memnuniyeti kaydetmeyecekti. Elektrotlara bağlanacak ve kurbanların vücutlarına takılacaklardı; bu yaygın bir Condor uygulamasıydı (Condor henüz faaliyete geçmeden önce, Brezilya ve Uruguay’da görev yapan ABD casusu Dan Mitrione’nin elektrikli işkence sandalyesi olan meşhur “Ejderha Sandalyesi”ni icat ettiği düşünülüyor; Brezilya’nın şu anki Devlet Başkanı Dilma Rousseff —bu pazar ikinci tur oylamada yeniden seçilecek— üç yıl boyunca “askeri bir hapishaneye hapsedilmiş, çırılçıplak soyulmuş, baş aşağı bağlanmış ve göğüslerine, iç uyluklarına ve başına elektrik şoku uygulanmıştı.”)
Böylece Latin Amerika’nın anti-komünist terör devletleri, ABD tarafından sağlanan bilgisayar ve telekslerle (diğer ekipmanlarla birlikte) İspanyol Engizisyonu’nu dijital çağa uyarlayarak bir terör ekonomisi yarattılar.