Bu yıl Fransa’da düzenlenen 2024 Yaz Olimpiyatları açılış seremonisi de dahil siyasi ve sportif açıdan tartışmaların odağında yer aldı. O tartışmalardan biri de İtalyan rakibini 46. saniyede maçtan çekilmeye zorlayan Cezayirli boksör Imane Khelif başta olmak üzere birkaç sporcu üzerinden yürütülen cinsiyet tartışmasıydı.
Khelif’in trans değil ancak nadir görülen genetik bir hastalığı olduğunun ve dünya otuz üçüncülüğü ile başlayan kariyerinde adım adım yükseldiğinin bilinmesine rağmen sanki dün ameliyat masasından kalkmış bugün ringe çıkmışçasına suçlanması dikkat çekiciydi. Üstelik bu suçlama büyük oranda cinsiyetsizlik propagandasının mimarları tarafından yönetildi ve yönlendirildi.
Aşağıda çevirisini okuyacağız makale, ilk ve de son olmayacak beyaz olmayan kadın Khelif üzerinden yapılan tartışmayı Oryantalizm perspektifinden ele alıyor.
Cezayirli boksöre yönelik saldırılar sadece Batı’nın çarpık ırk ve kadınlık kavramlarını değil, aynı zamanda karanlık emperyalist geçmişini ve bugünkü durumunu da yansıtıyor.
Ruby Hamad
Cezayirli boksör Imane Khelif, cinsiyetiyle ilgili küresel tartışmalara boyun eğmemekte kararlı görünüyor ve çarşamba günü Taylandlı Janjaem Suwannapheng’i mağlup ederek Paris Olimpiyatları’nda altın madalya maçına çıkmaya hak kazandı.
Khelif, İtalyan rakibi Angela Carini’nin maçtan sadece 46 saniye sonra çekilmesiyle dünya gündemine oturdu. Carini, burnuna hayatında hiç yaşamadığı kadar sert bir yumruk yediğini söyleyerek gözyaşlarına boğuldu.
İtalyan boksör Angela Carini Foto: Fabio Bozzani /AA
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) tarafından tanınmayan Uluslararası Boks Birliği’nin, Khelif’i Tayvanlı boksör Lin Yu-ting ile birlikte belirsiz bir cinsiyet testini geçemediği için geçen yılki dünya şampiyonasından diskalifiye ettiğinin bildirilmesinin ardından her ikisinin de erkek olduğu yönündeki suçlamalar alevlendi.
Carini’nin, kendisini kasıtlı olarak bir kurban ve Khelif’i erkek bir gaspçı olarak sunmaya çalışıp çalışmadığı konusunda spekülasyon yapmayacağım. Carini, sadece yenildiği için üzgün olduğunu ve siyasi bir mesaj vermediğini iddia ediyor ve daha sonra Khelif’ten özür diledi. Ancak, zarar çoktan verilmişti.
Kitabım White Tears/Brown Scars Avrupalı (yani beyaz) kadınların hem dişiliğin hem de mağduriyetin zirvesi olarak konumlandırılmasını tarihsel ve güncel olarak inceliyor ve yaygın olarak “beyaz kadınların gözyaşları” olarak adlandırılan, ama benim “stratejik beyaz kadınlık” olarak adlandırmayı tercih ettiğim şeyin gücünü sorguluyor.
Hem bireysel hem de ulusal düzeyde ortaya çıkan bu dinamikte, beyaz kadınların duygusal sıkıntıları, kendileriyle çatışma halinde olan beyaz olmayan insanları cezalandırmak için bir kaldıraç olarak kullanılıyor. Burada önemli olanın gözyaşları ve hatta onları döken kişi değil, bu gözyaşlarının izleyicilerde yarattığı koruma dürtüsü olduğunu savunuyorum.
Bu örnekte bu dürtü, yazar JK Rowling, eski ABD Başkanı Donald Trump ve İtalya’nın aşırı sağcı Başbakanı Giorgia Meloni gibi kamuya mal olmuş şahsiyetler de dahil geniş bir kamu öfkesini tetikledi.
Bu isimlerin her biri, kendi ideolojik gündemlerini Khelif’in bedenine yükleyerek olaya dahil oldular. Trans kadınlara karşı çıkmasıyla tanınan JK Rowling, bunu, bir “erkeğin” bir kadını dövmesi ve “hayallerini yıkması”ndan duyduğu “sinsi” bir zevk olarak özetledi. Rowling, kadınları koruma kisvesi altında aslında bir kadına saldırdığını anlamamış gibi görünüyor.
Meloni, Khelif’in kılık değiştirmiş bir erkek olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmedi ancak “eşit olmayan rekabet” diye nitelediği durumu eleştirerek “erkek genetik özelliklerine sahip sporcuların kadın yarışmalarına katılmaması gerektiğini” belirtti. “Bunu kimseye karşı ayrımcılık yapmak istediğimiz için değil, kadın sporcuların eşit şartlarda yarışma haklarını korumak için yapıyoruz” dedi.
Ancak bu açıklama, tenisten haltere, gülleye ve evet boksa kadar kadın sporları tarihinin, ironik bir şekilde Avrupalı atletler de dahil kalıplaşmış Avrupalı kadın standartlarına uymayan sporcularla dolu olduğunu göz ardı ediyor.
Daha önce bazı kadınların diğerlerinden daha iri, daha güçlü ya da daha hızlı olduğunu kabul ederken, şimdi çoğumuz kadın sporcuların birbirinin kopyası olmasını bekliyor ve buna uymayanları cezalandırmaya çalışıyoruz. İkili olmayan cinsiyet konusunda artan farkındalığa rağmen, kalıplaşmış normdan sapmalara karşı daha az hoşgörülü olduğumuz görülüyor.
Daha da rahatsız edici olan, kadın sporlarındaki adalet meselesinin, “kadın” kelimesinin “beyaz” ile eş anlamlı olduğu bir döneme geri dönüşü teşvik etmek için kullanılıyor gibi görünmesi.
2016 yılında Güney Afrikalı orta mesafe koşucusu Caster Semenya (üç yıl sonra yarışmalarından men edilecekti) Rio Olimpiyatları’nda altın madalya kazandı. Onu Burundi’den Francine Niyonsaba ve Kenya’dan Margaret Wambui izledi. Üçü de gerçek kadın olmadıkları yönündeki iddialarla karşı karşıya kaldı, bazı Avrupalı rakipleri gözyaşlarına boğuldu ve suçlamalar beşinci olan Polonyalı Joanna Jozwik’in, “Avrupalılar arasında birinci, beyazlar arasında ikinci olduğum için mutluyum” demesine yol açtı (Kanadalı Melissa Bishop dördüncü olmuştu).
Güney Afrikalı kadın atlet Caster Semenya
2024’e geldiğimizde, ırk bilimine yapılan bu açık gönderme, Lin Yu-ting’e yenilmesinin ardından XX kromozomuna sahip olduğunu belirtmek ve Tayvanlı rakibinin aksine kendisinin “gerçek” bir kadın olduğunu ima etmek için parmaklarıyla X işareti yapan Bulgar boksör Svetlana Staneva tarafından da yankılandı.
Carini duygusal bir gösteri yapmadan maçtan çekilseydi, bu konu şu anda olduğu gibi duygu yüklü bir konu haline gelir miydi? O gün bir rakibin diğeri için fazla iyi olduğu diğer maçlar gibi mi yorumlanırdı? Bilmek imkânsız, ancak Imane Khelif’in bedeninin birdenbire nasıl tartışma konusu haline geldiğine dikkat çekmek önemlidir.
Diğer pek çok kişinin de belirttiği gibi Khelif, 2020 Tokyo Olimpiyatları da dahil bu suçlamalar ortaya çıkmadan uzun yıllar kadın müsabakalarında boks yapıyor. Genç kızlık fotoğraflarını yayınladı, Cezayir kültüründe bir kadın olarak boks yapmanın zorluklarından bahsetti ve IOC ve Cezayirli yetkililer tarafından savunuldu.
Tüm bunlar meselenin sadece “adalet” ile ilgili olmadığını gösteriyor.
Carini’nin çekilmesinin ardından Khelif’in bir sonraki maçı Macar Anna Luca Hamori ileydi. Hamori, maç öncesinde Instagram’dan aldığı ve bu olayın tüm alt metnini açığa çıkardığını düşündüğüm bir görüntü paylaşıp sildi. Bu yapay zekâ ile oluşturulmuş görüntüde, Khelif sadece narin ve savunmasız bir beyaz kadının karşısında duran bir erkek olarak tasvir edilmekle kalmamış, aynı zamanda insanlıktan tamamen çıkarılmış ve doğaüstü, efsanevi bir canavar olarak resmedilmişti.
Macar boksör Hamori’nin paylaşıp sildiği görüntü.
Bu, Oryantalizm’in ta kendisi; beyaz olmayan kadınların, üstün Avrupalı kadınlarla tezat oluşturacak şekilde, ya beyaz erkekler tarafından kurtarılmaya muhtaç, zavallı, itaatkâr kurbanlar ya da korunmaya layık olmayan erkeksi, hayvani yaratıklar olarak tasvir edildiği, yüzyıllardır süregelen “Doğu” temsillerini hatırlatıyor.
Bu temsiller, Batı’nın kendisini nasıl gördüğünü somutlaştırıyor. Kadın bedeni, Batı’nın ideolojik savaşlarını yürüttüğü alandır. Beyaz kadınlar saf, masum ve her ne pahasına olursa olsun savunulması gereken kadınlar olarak temsil edilirler çünkü Batı medeniyetinin kendisini sembolize ederler. Siyah ve esmer kadınlar ise uzun zamandır masumiyetten yoksun ve korunmaya değmez olarak tasvir ediliyor çünkü onlar da kendi “aşağı” kültürlerinin sembolleridir.
Hamori’nin, Khelif ile benzer boy ve yapıya sahip görünmesine rağmen, sembolünün Khelif’inkine neredeyse hiç benzemediği bir görüntüyü paylaşması öğretici. Bu artık bir Arap boksör ile bir Avrupalı boksör arasındaki bir müsabaka hakkında değil, esmer ve siyah erkeklerin beyaz kadınlara ve dolayısıyla Batı’ya benzersiz bir tehlike oluşturduğu klişe beyaz kültürel mitolojisinin bir başka tekrarıdır.
Yüzyıllardır süregelen hakimiyetine rağmen Batı, kendisini bir tür mazlum, barbar Doğulu güruhların sürekli tehdidi altındaki erdem, masumiyet ve medeniyet adası olarak yansıtmaya devam ediyor.
Batı’daki her sözde “kültür savaşı” inatla ırkla bağlantılıdır çünkü Batı kendini ırksal ve kültürel üstünlük kavramları üzerine inşa etmiştir ve bu üstünlüğü küresel askeri ve ekonomik hakimiyeti meşrulaştırmak için açıkça kullanır. Geçmişte, Avrupalıların “ırk” fikirleri yerleşimci-sömürgeciliği yönlendirmişti. Bugün ise ABD liderliğindeki neo-emperyalizm, İsrail’in Orta Doğu’da Batı medeniyetinin ön cephesini temsil ettiğini tekrar tekrar dile getirmesinde görüldüğü üzere, askeri müdahaleyi meşrulaştırmak için kültürel aşağılık kavramını kullanıyor.
Tüm bunların tam anlamıyla bölgesel bir savaşa dönüşmek üzere olan Gazze soykırımının arka planında gerçekleşiyor olması hiç de tesadüf değil. Batı tahayyülü bu şekilde kendisini varoluşsal tehdit altındaki daimî kurban olarak yeniden kurgulamaya çalışıyor.
Batılı güçler, Gazze’yi demir yumrukla moloza çevirmek ve on binlerce sivili öldürmek için birleşirken, yorgun ve travmatize olmuş Filistinli erkekler, aileleri ve topluluklarından geriye kalanları enkazdan çıplak elleriyle çıkarmaya çalışırken bile Batı’nın önemli bir kesimi, kendisini, şeytani bir Arap adam tarafından haksızca saldırıya uğrayan mazlum bir genç kız olarak resmetmeyi tercih etti.