İtalyan gazeteci, yazar Thomas Fazi son dönemde bilhassa ABD-Avrupa ilişkileri, Ukrayna savaşı ve küresel ekonomi üzerine yazdıklarıyla dikkat çekti. İngiltere merkezli Unherd ile ABD merkezli Compact internet sitelerine düzenli görüş yazan Fazi, ‘The Battle for Europe’, ‘Reclaiming the State A Progressive Vision of Sovereignty for a Post-Neoliberal World’ ve ‘The Covid Consensus’ başlıklı kitapların da yazarı. Fazi aynı zamanda ‘Standing Army’ isimli, dünyadaki ABD üslerini anlatan ve Noam Chomsky’nin de yer aldığı ödüllü belgeselin yönetmeni. Fazi ile Avrupa Birliği’nin ABD’ye bağımlılığını, Avrupa’nın geleceğini, gelişen çok kutupluluğu ve dolarsızlaşmayı konuştuk.
Avrupa’nın Amerika’yı takip etmesi tamamen intihar olur
Amerika Birleşik Devletleri’nin bu yeni küresel ekonomik stratejisinin Avrupa üzerinde ne gibi olası sonuçları olabilir? Bazılarına göre, bildiğiniz gibi, IRA (Enflasyonu Azaltma Yasası) ve artan enerji fiyatları Avrupa’nın sanayisizleşmesine neden olabilir. Peki Avrupa Birliği bir tür savaş ekonomisi uygulayarak bu tehlikeden kaçınabilir mi? Bildiğiniz gibi son günlerde bu mühimmat üretimini destekleme yasasıyla ilgili bir tartışma da var.
Bence asıl soru Avrupa’nın gelecekte ne gibi risklerle karşı karşıya kalacağı değil. Asıl soru, Avrupa’nın Ukrayna ve Rusya’ya karşı öncelikle Amerika’nın politikasına katılma, onu takip etme yönündeki neredeyse intihar diyebileceğim kararının bir sonucu olarak, biz konuşurken Avrupa’ya zaten ne olduğudur. Geçtiğimiz yıl yaşananlara bakacak olursak, asıl mağdur olan Ukrayna’yı bir kenara bırakırsak, bu savaştan en çok zarar gören kıta açık ara Avrupa’dır. Avrupa, Rus gazına ve Rusya’dan gelen diğer mallara en çok bağımlı olan bölge. Dolayısıyla Rusya’ya yaptırım uygulama kararı, Avrupa’nın temelde kendi kendine yaptırım uyguladığı bir tür otomatik yaptırım haline geldi.
Aynı şey Avrupa’nın Ukrayna’da Amerika’nın askeri stratejisini takip etme ve Ukrayna’ya silah yığmaya devam etme kararı için de söylenebilir, Avrupa sınırındaki bir çatışmayı tırmandırma riskini göze alarak. Yine, rasyonel bir bakış açısıyla bunu anlamak gerçekten zor görünüyor, çünkü Amerika’nın bakış açısına göre, Ukrayna’daki stratejisi, Rusya’da çok küçük bir maliyetle, Amerika için sıfır insan maliyetiyle ve her şey düşünüldüğünde çok küçük bir ekonomik maliyetle kazanabileceği için mantıklı. Bu aynı zamanda Amerika’nın Avrupa üzerindeki hegemonyasını ve kontrolünü yeniden tesis etmesi ve aslında Avrupa’nın Rus gazından çok daha pahalı olan Amerikan sıvılaştırılmış doğal gazına geçmesi nedeniyle Avrupa’nın Amerika’ya olan bağımlılığını arttırması anlamına geliyor. Yani kısa vadede Amerika bu durumdan açıkça fayda sağlıyor.
Rusya’nın yaptırımlara rağmen oldukça iyi durumda olduğunu biliyoruz. Hatta bazıları yaptırımlar sayesinde diyor. Asıl kötü durumda olan Avrupa. Almanya resesyonda. Ve muhtemelen tüm Avrupa Birliği olmasa bile tüm Euro Bölgesi yakında resesyona girecek. Yani şimdiden sanayisizleşmeyle karşı karşıyayız. Bence tüm bunlar Amerika’da artık kimsenin Avrupa’yı bir müttefik olarak görmediğini anlamak için yeterli olmalı. Şimdiye kadar olduysa bile, bunun her zaman oldukça dengesiz bir ilişki olduğunu söyleyebilirim, ancak en azından bir süre için, bu eşitsiz ilişkiden eşit olmanın faydasını gördünüz. Bunun hala geçerli olup olmadığı gerçekten belirsiz. Ben artık durumun hiç de öyle olmadığını söyleyebilirim. Bence bu durum Amerika’nın Ukrayna’daki stratejisinde de açıkça görülüyor; bu strateji aynı zamanda Avrupa’ya karşı askeri olduğu kadar ekonomik bir savaş, Rusya’ya karşı bir vekalet savaşı.
Her ciddi insanın anlayabileceği üzere, Kuzey Akım boru hattına yapılan saldırıda da açıkça görülüyor ki, bu Amerika tarafından yapılmadıysa bile, Amerika’nın bilgisi dahilinde yapılmış bir eylem ve önceden bilgileri vardı ve aslında önceden bilgi sahibi olduklarını itiraf ettiler. Ancak, Amerika’nın operasyonlara yeşil ışık yaktığının oldukça açık olduğunu söyleyebilirim. Burada söz konusu olan Amerika’nın Avrupa’nın önemli bir altyapısına yönelik bir terör saldırısına yeşil ışık yakması. Bunun da ötesinde, sizin de bahsettiğiniz gibi, açıkça korumacı bir sanayi politikası olan IRA, Avrupa’nın sanayilerine oldukça ciddi zarar veriyor. Açıkça görülüyor ki, Amerika kendi oyununu oynuyor. Hatta bir tür pan-Batı oyunu da oynamıyor. Artık Çin’den ayrışmayı da içeren kendi oyununu oynuyor. Ve bu oyunun üstesinden gelebileceğini düşünüyor ve bence bu hayalperestlik. Ama bence Amerika’nın en azından kısa vadede daha fazla kendi kendine yetme şansı var, çünkü enerji kaynaklarına sahip. Avrupa ise bunların hiçbirine sahip değil. Avrupa’nın bu stratejide Amerika’yı takip etmesi bence tamamen intihar olur. Bu da Avrupa’nın siyasi ve hatta psikolojik olarak Amerika’ya tabi olduğunu ve özerk stratejik terimlerle düşünme konusunda tamamen yetersiz olduğunu gösteriyor.
Avrupa’nın herhangi bir stratejik özerklik geliştirme şansı yok
Bu bağlamda, Avrupa’nın stratejik özerkliği ne olacak? Yani, bu stratejik özerklik tartışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Emmanuel Macron’un Çin ziyareti sırasında yaptığı açıklamalarla ilgili önemli bir tartışma vardı ve diğer Avrupalı liderler de bu doğrultuda açıklamalar yaptılar. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Ciddi bir tartışma yok. Biliyorsunuz, Macron fikirlerini ifade etmeyi seven bir adam. Bir tür konformist olmayan, kalıpların dışında düşünen biri olarak görülmeyi seviyor ama aslında neredeyse hiç somut eylemde bulunmuyor ya da sözlerini tutmuyor ve bence bu sefer de farklı olmayacak. Macron, stratejik özerkliğe duyulan ihtiyaç hakkında bu kadar açık konuşan tek kişi. Ancak bunu çok uzun zamandır söylüyor. Bu yıllardır Fransa’nın ve iktidara geldiğinden beri Macron’un da pozisyonu. Peki bunun herhangi bir şekilde somut sonuçları oldu mu? Pek olmadı. Geçtiğimiz yıllardaki tüm önemli kararlarda Amerika’yı takip etti. Ukrayna’da Amerika’yı takip etti ve Ukrayna’ya askeri yardım sağladı. Amerika’ya ya da Avrupa Birliği’nin Amerikan yanlısı politikalarına karşı çıkmadı.
Günün sonunda Avrupa’dan Amerika’ya karşı ciddi bir siyasi meydan okuma gelmesini beklemiyorum. Avrupa’nın herhangi bir stratejik özerklik geliştirme şansı olduğunu da düşünmüyorum, çünkü Avrupa’dan bahsederken net olmalıyız. Eğer Avrupa Birliği’ni kastediyorsanız, bir dizi nedenden ötürü Avrupa Birliği’nin bu derece büyük bir stratejik özerkliğe doğru ilerleme şansı kesinlikle yoktur. Demek istediğim, Avrupa Birliği yıllar içinde o kadar genişledi ki, şu anda Orta ve Doğu Avrupa’nın neredeyse tüm ülkelerini bünyesinde barındırıyor ve bu ülkelerin çoğu sadık bir şekilde Amerikan yanlısı ve Rusya karşıtı. Macron Amerika ve NATO’ya olan bağımlılığın azaltılması gerektiğine inanıyor olabilir. Almanya’daki güçlü unsurlar da muhtemelen bu görüşü paylaşıyor ve hatta diğer ülkelerdekiler de bunu açıkça dile getiriyor olabilir. Ancak Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri kesinlikle böyle düşünmüyor. Dolayısıyla AB, bırakın daha fazla stratejik özerklik içeren bir sentez bulmayı, bir tür ortak pozisyon bile bulamayacak kadar parçalanmış durumda. Ben bunun gerçekleşebileceğini düşünmüyorum. Siyasi olarak da öyle söyleyebilirim; çok fazla bir şey beklemiyorum.
Bence yakın gelecekte göreceğimiz en büyük direnç, özellikle de Amerika’nın politikası söz konusu olduğunda, temelde Çin söz konusu olduğunda, Avrupalı şirketlerden gelecektir. Avrupa’nın bu darbeci ya da riskli politikada Amerika’yı takip etme kararından en çok şikayetçi olanlar onlar çünkü, şunu söylüyorlar: “Bakın, Rus gazından ve ucuz emtiadan vazgeçmek zorunda kaldığınız için zaten yeterince acı çekiyordunuz. Eğer Çin pazarını da elimizden alırsanız, o zaman ölmüş sayılırız.” Aslında Avrupalı şirketlerden, şirketlerin bu tür bir politikasına ya da Avrupa’yı Çin’den yavaş yavaş ayırma girişimine karşı güçlü bir tepki geldiğini görüyoruz. Ancak siyasi açıdan Avrupa, kendi başına düşünemeyecek kadar Amerika’ya bağımlı durumda. Amerika Avrupa’ya pek çok düzeyde hükmediyor. Avrupa Birliği kurumlarına hükmediyor. Avrupa’ya kültürel olarak hükmediyor. Avrupa’ya dilsel olarak hükmediyor. Avrupa’nın ortak dili nedir? İngilizce. Fransızca değil; Almanca değil; İngilizce. Peki İngilizcede tartışmanın şartlarını kim belirliyor? Anglo-Amerikan gazeteleri ve Anglo-Amerikan düşünce kuruluşları. Amerika tüm entelektüel ekosistemi kontrol ediyor ve Amerikan istihbarat servisinden bahsetmiyorum bile. Dolayısıyla bu noktada Avrupa’nın kendisini bir şekilde Amerikan hakimiyetinden kurtarmasının çok zor olduğunu ve bunun için çok ağır bir bedel ödeyeceğini düşünüyorum.
Çok kutuplu dünya Avrupa için büyük bir fırsat olabilir
Bu konuyla bağlantılı olarak ilginç bir nokta var. Sizin fikrinizi merak ediyorum. Biliyorsunuz, Avrupa içinde de Ukrayna’daki çatışmayla ilgili şüphelerini dile getiren ve Rusya’nın endişelerinin de dikkate alınması gerektiğini savunan bir kesim var. Ancak aynı grup, biliyorsunuz, örneğin İtalya’nın eski Cumhurbaşkanı Berlusconi ve İtalya’daki partisi güçlü bir Çin karşıtı duruşa sahip. Avrupa’da başka örnekler de var. Ukrayna sorunu gelecekte nihayet çözülürse Avrupa’nın Çin karşıtı bir eksen oluşturması mümkün mü?
Bence bu, Avrupa’nın Amerika’ya tabi olmasının bir sonucu olarak gerçekleşecek. Aslında Amerika’nın ayrıştırma politikasını taklit ediyor ya da taklit etmek istediğimizi iddia ediyoruz. Bence bunun yanlış olduğu çok ama çok kötü bir şekilde kanıtlanacak. Buna karşı güçlü bir tepki olacağını düşünüyorum. Şu anda Çin karşıtı duyguların o kadar da güçlü olduğunu söyleyemem. Aslında Avrupa’da, en azından popüler düzeyde, Amerika’yla bu sözde ittifakın artık bizim için gerçekten işe yaramadığı gerçeğine karşı artan bir farkındalık olduğunu düşünüyorum. Bence dünyanın çok kutuplu hale gelme sürecine ilgi var ve bu Avrupa için büyük bir fırsat olabilir; elbette bu Çin’in her istediğine boyun eğeceğiniz ya da ekonomilerinizi Çin’e satacağınız anlamına gelmiyor. Bu arada Çin’in istediği bu bile değil. Bu, potansiyel olarak küresel görünümün yeniden düzenlenmesinin Avrupa için ve özellikle de benimki gibi ülkeler için, hala siyasi olarak konumlanmış olan İtalya için çok büyük bir fırsat olabileceği anlamına geliyor.
Özellikle Avrupa ve özellikle Güney Avrupa’yla çok güçlü ilişkileri olan Afrika’nın Çin’le bağlarını yoğunlaştırdığı ve güçlendirdiği düşünüldüğünde, İtalya, Akdeniz ve Afrika’nın diğer ülkeleriyle etkileşime girerken Çin ve Avrupa arasında bir köprü görevi görebilir. Çin-Afrika ilişkilerinin çok hızlı bir şekilde güçlendiğini biliyoruz, tıpkı Afrika-Rusya ilişkilerinin güçlendiği gibi. Ve bence bu gerçekten Batı Avrupalılara işaret ediyor. Dünyadaki insanların çoğunluğunun her zaman çok adaletsiz, çok haksız ve kurallara saygı duymadan hiçbir şey yapamaz olarak algıladığı Batı liderliğindeki düzenden insanların ne kadar yorulduğunun farkında değiliz, her ne kadar buna kurallara dayalı düzen deseler de. Bu düzen her zaman Batı’ya uygun olana ve Batı’nın çıkarlarına uygun olana dayanan Batı temelli bir düzen olmuştur. Bence tüm dünyanın Çin ve Rusya’yla ilişkilerini güçlendirdiği bu senaryoda, Çin’e yönelik bu çatışmacı tutum yine tamamen intihar demek, çünkü artık kimseyi etkileme kapasitesinde olmadığımız anlamına gelebilir.
Ukrayna’da kimse Rusya yerine Batı’yı takip etmiyor. Rusya’ya kim yaptırım uyguladı? Sadece sözde kolektif Batı. Batılı olmayan tek bir ülkenin bile Rusya’ya yaptırımı yok ve bu nokta Batı’nın dünyada etki yaratma kabiliyetinin hızla azaldığına işaret eden çok şey söylüyor. Eğer bugün Çin’e karşı çatışmacı bir tutum takınmak, Batılı olmayan tüm dünyaya karşı çatışmacı bir tutum takınmak anlamına geliyorsa, Çin Rusya’yla diplomatik, siyasi ve ekonomik bağlarını güçlendirmekten mutluluk duyacaktır. Umarım, bir noktada Batı’da birileri uyanır ve en azından Avrupa’da, bu stratejiyle kendimizden başka kimseyi izole etmediğimizi fark eder. Bence günün sonunda Avrupalı liderler bu konuda neredeyse hiç sınır tanımadıklarını kanıtladılar. Ancak bence bir noktada gerçeklik devreye girecek ve Avrupa’nın Amerika’yı takip etme konusunda ne kadar ileri gidebileceği ortaya çıkacak. Çünkü dediğimiz gibi, eğer Avrupa kendisini Çin’den ve Çin liderliğindeki bloğun çoğundan soyutlamaya karar verirse, düşüşünü şu anda hayal bile edemeyeceğimiz bir hızda artıracaktır. Bence bir noktada Avrupa gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacak, ancak bu gerçekleştiğinde çok geç olabilir.
Dolarsızlaşma ülkelere daha fazla özgürlük sağlıyor
Tarihsel bir dinamik var ve o da ABD dolarının düşüşü. ABD dolarının rezerv para birimi olarak gerilemesinin ABD ve dünyanın geri kalanı üzerinde ne gibi etkileri olacak?
Bence bu süreç birkaç kez duyurulduktan sonra şimdi gerçekleşiyor. Yanlış bir şekilde, çünkü yakın zamana kadar de-dolarizasyonun başlangıcına hiç tanık olmamıştık, bence bu sefer Ukrayna’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımların etkisiyle gerçekleşiyor. Tüm veriler bu eğilimin esas olarak jeopolitik nedenlerle başladığına işaret ediyor. Amerika ve Batı bu finansal hakimiyeti kötüye kullandı ve Rusya’nın rezervlerini çalmaya kadar varan şantajlar için dolar ve diğer Batı para birimlerini kullandı. Bence bu noktada gidişat kaçınılmaz ve bence dünyanın büyük bir kısmı için olumlu sonuçlar doğuracak, çünkü tanık olduğumuz şey, bir tekel olan dolardan başka bir tekele, örneğin Çin yuanına geçiş değil. Tanık olduğumuz şey, uluslararası işlemlerde kullanılan para biriminin farklılaşması. Uluslararası ödemelerin gerçekleştirilmesinde yerel para birimlerinin kullanımının arttığına tanık oluyoruz. Bu gerçekten iyi bir şey, çünkü ülkelere ticareti ve ödemeler dengesini yönetme konusunda daha fazla özgürlük sağlıyor. Bu iyi bir şey. Çoğu ülke bundan fayda sağlayacaktır.
Aslında Amerika da orta vadede de-dolarizasyondan faydalanacaktır, çünkü doların hakimiyetinden faydalanan sıradan Amerikalılar değiller. Amerikan oligarşisi. Dünyadaki askeri imparatorluğunu beslemek için kaynakları neredeyse bedavaya elde edebilmenin faydasını gören Amerikan oligarşisi. Ülkeyi sanayisizleştirmekten, Çin gibi düşük ücretli ülkeler uğruna tüm endüstrileri sömürgeleştirmekten fayda sağlayan Amerika’nın ekonomik oligarşisi. Ve Amerika kendisini sanayisizleştirirken, yani dolara sahip olduğu için yurtdışından giderek daha fazla mal satın alırken, esas gücünü koruyabildi. Dünyanın rezerv para birimine sahip olmak, Amerika’nın sanayileşme sürecinde yabancı mal ve ürünleri bedavaya satın alabileceği anlamına geliyordu. Biraz daha normal bir ülke haline gelmek, Amerikalı işçiler için iyi olmaz mı ya da Amerikalı aileler için iyi olmaz mı? Örneğin, yurtdışından bir şeyler satın alabilmek için gerçekten bir şeyler üretmek ve bir şeyler satmak zorunda kalmak aslında orta vadede fayda sağlayacak. Tabii ki, elitler bundan fayda görmeyecektir, yani maalesef politikalarımızı belirleme konusunda sürücü koltuğunda oturan Amerikan oligarşileri için bu bir fayda sağlamayacak. Bence bu dolarsızlaşma sürecini durdurmak için ellerinden geleni yapacaklar. Bence bundan çok korkuyorlar.
Amerika’nın bu süreci yavaşlatmak için yaptığı her şey süreci hızlandırmakla sonuçlanıyor, dolayısıyla bunun farkında değiller gibi görünüyor. Yani, sadece Ukrayna’ya bakın. Rusya’yı zayıflatmak için Ukrayna’yı kullanmanın harika bir fikir olduğunu düşünmüş olabilirler. Ancak bir buçuk yıl içinde olan şey, Rusya ve Çin’in karşılıklı bağlarını güçlendirmeleri oldu ki, bu da Amerikan politikasının son 70 yıldır hep kaçınmaya çalıştığı bir şeydi. Bu post-Batı ittifakının ortaya çıkışını hızlandırdı. Bence aynı şeyi dolarla yapmaya çalışırlarsa, yani ülkeleri doları terk etmemeleri için tehdit ederlerse, tam tersi bir sonuç elde edecekler. Bu da ülkeleri doları bir an önce terk etmek için daha da istekli hale getirecek. Bence Amerika’nın bunu yavaşlatmak için gerçekten yapabileceği bir şey yok. Çin, Rusya ve dünyanın geri kalanıyla topyekun bir savaşa girmeyi tercih etmezlerse bu düşüşe geçer. Ama elbette bu, düşünmek bile istemediğimiz bir senaryo. Ancak şu anda Amerika’nın stratejisinin kendi kendini yenilgiye uğrattığı oldukça açık ve bence bu giderek daha da belirginleşecek. Önümüzdeki aylarda bile, BRICS’e daha fazla ülkenin katılmasıyla birlikte, giderek daha fazla ülkenin Amerika’nın stratejisinin biraz çılgınca olduğunu düşüneceğini düşünüyorum. Amerika’nın imajı gerçekten de hiç olmadığı kadar kötüleşiyor ve Avrupa’nın imajı da buna eşlik ediyor.
ABD’de askeri-endüstriyel kompleks ile kapitalist sınıf arasında çatışma var
Son makalenizde ABD’li kapitalistler ile Çin arasındaki ekonomik bağların ABD silah endüstrisinin çıkarlarıyla çatıştığından bahsettiniz. Bu ilginç bir nokta. Peki, bu durumun potansiyel sonuçları nelerdir?
Bence Batı dış politikasını ve Batı askeri müdahaleciliğini eleştirenler, bu araçların Batılı büyük şirketlerin ve Batı sermayesinin hizmetinde olduğunun her zaman idrakindelerdi. Bence uzun bir süredir durum böyle ve aslında tarihin büyük bir bölümünde de durumun böyle olduğu söylenebilir. Bence ulusal ordular her zaman sermayenin hizmetinde olmuştur ve şu anda tanık olduğumuz şeyin yeni bir senaryo olduğunu söyleyebilirim. Amerika’nın Rusya ve hatta Çin üzerindeki stratejisine baktığımızda, bu politikaların Batı iş dünyasına nasıl fayda sağladığı gerçekten açık değil. Bir zamanlar oldukça büyük bir pazar olan Rusya pazarından neredeyse tüm Batılı şirketler nasıl çıkıyor? Ve bu nasıl Batılı şirketlerin yararına oluyor? Rusya’yla bağları koparmak nasıl onların çıkarına oluyor? Elbette Amerikan ekonomisinin enerji sektörü gibi bazı özel sektörlerinin çıkarına. Ama kesinlikle Batı sermayesinin ve hatta Amerikan sermayesinin genel çıkarlarına hizmet etmiyor. Çin’le yaşananlarla birlikte, Amerika’nın kendisini izole etmek ve Çin’den koparmak için yıllardır inşa ettiği küresel ticaret sistemini nasıl yok ettiği daha da açık hale geliyor. Bu genel olarak Amerikalı ya da Batılı şirketlerin çıkarları için nasıl faydalı olabilir? Bu hiç net değil, çünkü öyle değil. Hatta kapitalizmin açılma eğiliminde olduğu tam anlamıyla kapitalist bir mantığı bile takip etmiyor gibi görünüyor. Yeni pazarlar kaynaklara, pazarlara ve tüketicilere erişimin önünü açar. Mevcut Amerikan stratejisi ise tam tersi yönde ilerliyor. Ve gerçekten de birkaç belirli sektör dışında başka hiçbir sektöre hizmet etmiyor gibi görünüyor, ama esas olarak bir sektöre, neredeyse bir sosyal sınıf olarak adlandırılabilecek bir sektöre, yani askeri-endüstriyel sosyal sınıfa hizmet ediyor.
Bu sadece savunma şirketleri değil, aynı zamanda askeri ve istihbarat sektörleri etrafında dönen tüm sivil ve devlet aygıtları. Şimdi bahsettiğimiz şey devasa bir kompleks. Çok büyük ve her zamankinden daha güçlü. Eisenhower 60’lı yıllarda askeri-endüstriyel komplekse karşı uyarıda bulunduğunda, askeri-endüstriyel kompleks kesinlikle bugün olduğundan daha küçüktü. Ve bugün Amerika’nın stratejisine baktığımızda, bunun askeri-endüstriyel kompleks olduğu görülüyor. Politikayı gerçekten yönlendiren bu askeri sınıf. Ve politika esasen “sonsuza kadar savaş”. Bu sürekli bir savaş, çünkü askeri sınıfın hayatta kalması için buna ihtiyacı var. Dolayısıyla bence çok tehlikeli bir durumdayız. Batı kapitalizmi bu canavarı yarattı, ancak bu canavar artık yaratıcılarının kontrolünden çıktı ve artık kendi başına bir hayat ve irade kazandı. Aslında yaratıcısını kendisine bağımlı kıldı. Ve aslında, bence şu anda Amerika’da ve bir dereceye kadar Avrupa’da gördüğümüz en ilginç gelişmelerden biri, kapitalist sınıfın çoğu ile askeri sınıf arasındaki bu büyüyen çatışma. Bunu, daha önce de belirttiğim gibi, en büyük direnişin Amerikan ve Batılı şirketlerden geldiği Çin’de çok net bir şekilde görüyoruz. Yani, burada gerçekten bir çatışma var. Bir yanda düzenden açıkça fayda sağlayacak olan ve kar etmek için belli ölçüde düzen ve barışa ihtiyaç duyan kapitalistler var. Diğer yanda ise kaos, istikrarsızlık ve savaştan, savaşın kendisinden olmasa bile en azından sürekli savaş hazırlığından kar eden askeri sınıf var. Dolayısıyla, makalede de yazdığım gibi, bir yanda üretim araçlarının sahipleri ile diğer yanda yıkım araçlarının sahipleri arasında yeni bir tür tarihsel sınıf mücadelesine tanıklık ediyor olabiliriz.