DÜNYA BASINI

Dmitriy Medvedev yazdı: Sonsuz savaş

Yayınlanma

Rusya eski devlet başkanı, eski başbakanı, şu anda Güvenlik Konseyi başkan yardımcısı Dmitriy Medvedev’in aşağıdaki makalesi, dün gece yarısını bir dakika geçe İzvestiya tarafından yayınlandı. Makale, Ortadoğu’daki duruma dair karamsar bir tablo çiziyor; bununla birlikte ben, önceki yazılarımda değindiğim ve vurguladığım gibi, bu tablonun son derece yerinde olduğunu, bölgenin ABD ve hempaları tarafından gerçek anlamda bir felakete doğru itildiğini ve (son yazımda vurguladığım gibi) “korkunç bir felaketle karşılaşmamamızın belki de artık sadece bir dizi iyi tesadüfe bağlı olduğunu” düşünüyorum.

Medvedev’in belli bir edebi kalitesi hep vardı; ama bu yazıdaki kalitenin daha yüksek olması, en önemlisi de Bulgakov göndermesi, beni bu büyük yazar ve ilgili eseriyle ilgili kısa da olsa bir dipnot koymaya zorladı.

Çevirideki italikler özgün metinden.

* * *

Sonsuz savaş

Dmitriy Medvedev

“FKÖ’nün başkanı ve Filistin devriminin lideri olarak resmi yetkilerime dayanarak, burada, karşınızda, yarının Filistin’i için umutlarımızdan bahsederken, gelecek devlet vizyonumuza, şu anda Filistin’de yaşayan, bizimle barış içinde ve ayrımcılığa uğramadan yaşamak isteyecek bütün Yahudileri de dahil ettiğimizi açıklıyorum.” 

Yaser Arafat

“Halkını muharebeye göndermeden önce iki defa düşünmeyen bir lider lider olmaya layık değildir.”

Golda Meir

Yakındoğu’da gene savaş var. Savaş acımasız, kuralsız. Terör ve sivil halka karşı orantısız kuvvet kullanma doktrinine dayanan bir savaş. Şimdi söylenmesi kabul gördüğü gibi iki taraf da “Berserker rejimine” geçti.[1] Kuşkusuz bizim için Ukrayna’daki neonazilere karşı mücadelemizde, özel askeri harekâtta başarıya ulaşmak çok daha önemli, ama Filistin ve İsrail topraklarında olan bitenlerin endişe yaratmaması da mümkün değil. Hiçbir şey değilse bile şundan: savaşlar genellikle benzer sebeplere dayanır ve birleşik kaplar ilkesine göre gelişir.

Şu anda kapsamlı bir bölgesel savaşa evrilmek için her tür şansa sahip bulunan Filistinlilerle İsrailliler arasındaki yeni çatışma da bir istisna olmadı. En kötü şartlarda da, küresel bir savaşa… Her gün bu karşı karşıya gelişin korkunç sonuçlarını, sayısız kurban ve yıkımı görüyoruz. Gazze şeridindeki Baptist hastanesine yapılan ve yüzlerce insanın ölümüne yol açan füze saldırısı korkunç bir trajedi. Birçok insan ağır yaralı ve ömürleri boyunca kötürüm kalabilirler. Hastanelerin ve tıbbi personelin uluslararası insani hukuk tarafından korunmasına rağmen gerçekleşti bu. Kararlı bir kınama gerektiren barbarca bir eylem. Ama bölgedeki korkunç olaylar dizisinin sonu da değil.

Şu soru ortaya çıkıyor: Filistin-İsrail savaşının bu yeni döngüsünün gerçek sorumluluğu kimin üzerinde? Bugünkü çatışmanın iyi bilinen uzun bir tarihöncesi var. Ama 1940’lardan beri çatışmanın daha fazla karanlık ve teröre doğru her dönemecinde belirgin bir Amerikan izi görülüyor. ABD resmiyette, 29 Kasım 1947’de Yahudi ve Arap devletlerinin ve Kudüs uluslararası bölgesinin kurulmasına dair BM Genel Kurul kararını onaylayan ülkeler arasında. Ancak Washington 1960’lardan beri bütün Arap-İsrail savaşlarında tek bir tarafı destekledi ve tek bir tarafa silah yığdı. Hasımların hiçbir surette barışla ayrılmaması için her şeyi yaptı. Her şey aşikâr: Yakındoğu’ya silah sevkiyatları Amerikan şirketlerine devasa, en önemlisi de daimi kârlar temin etti. Dahası, bu stratejik önem taşıyan ve aralıksız savaşan bölgede nüfuzunu korumak da Washington için daima son derece önemliydi. Bunu yapmak için en iyi yol ise garanti edilmiş ve kontrollü bir istikrarsızlıktır. ABD’nin başarmaya çalıştığı ve sonuçta başardığı şey.

ABD için 20’nci yüzyılın ikinci yarısında bu strateji bir alışkanlıktan fazlasıydı. İnsanları böl, grupları silahlandır, onlardan kimilerini iktidara getir, onları kullan; işe yaramaz mı oldu? Acımadan “at”. Amerika’nın kendi sınırlarının uzağında başkalarının eliyle yürüttüğü bütün o savaşları hatırlamak yeterli. Sadece Yakındoğu’da değil; Kore’de, Vietnam’da, Angola’da ve diğer devletlerde. Kanla yazılan liste iyi bilinir. Yeni binyılda da devamlı genişliyor. Amerikan yetkililerinin sinizmi bütün makul sınırları aşmaya devam ediyor.

ABD’nin ve onun NATO’daki müttefiklerinin Kiev neonazi rejiminin yardımına gönderdikleri devasa tutarlardaki ölüm silahlarının listesini yapmak mümkün değil. Ne kadarını Afganistan’dan rezilce kaçışlarında atıverdiklerini de. Vasal ülkelerin askeri araçlarının devamlı olarak yağmalanması ve kaçakçılık kanallarıyla farklı türden ekstremist ve teröristlerin eline geçmesi de kimseyi şaşırtmadı, kimse bunu önemsemedi. Öngörüldüğü gibi, bugün aşikâr bir olgu orta yerde: Amerikan yapımı Kiev ve Afgan silahları İsrail’de de insanları öldürüyor. ABD Kongresindekiler gösterişli bir hiddetle bu şüphe uyandıracak kadar tanıdık silahların, yıkım araçlarının ve benzerlerinin Hamas’ın eline nereden geçtiğinin “acilen soruşturulmasını” istiyorlar. Kâh İran’ı, kâh Suriye’yi, kâh Rusya’yı, akla kim gelirse, ama yeter ki kendileri olmasın, kanundışı silah sevkiyatıyla suçlamak için aceleleri var. Mihail Bulgakov’un şimdi bombaların patladığı o İncil’deki yerlerle ilgili romanında anlattığı gibi, “devamlı yalan söylemekten şaşı olmuş” konuşuyorlar.[2] Beyaz Saray’da ve Capitol Hill’de oturanların bahtiyar yüzlerinde o tanıdık bakış, alışıldık ifade. En yüksek seviyeden ikiyüzlülük.

Ortadoğu’da Washington’un katılımıyla yapılan bütün görüşme süreçleri yozlaşıp kurguya dönüşür ve ölüme mahkûmdur. Üstelik Yakındoğu çözümüne dair görüşmelerde kontrol paketi, ABD ile İsrail arasındaki müttefik ilişkileri sayesinde daha en başta Washington’un elindeydi. Karakteristik bir örnek, eski Amerikan başkanı Trump’ın eylemleridir. Trump seçim zaferinden sonra Filistin-İsrail çatışmasının çözümü üzerinde sıkı bir çalışma yürütmeyi ve tarafları barışa taşımayı vaat etti. Sadece bir yıl sonra, 2017 aralığında ise düpedüz tetiğe bastı ve Tel Aviv’deki Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması talimatını verdi. O zamana kadar bütün selefleri bu kararın uygulanmasını daha 1995’te ABD Kongresi tarafından kabul edilen bir kanuna uygun olarak altı ayda bir erteleyen belgenin süresini uzatırlardı, zira sonuçlarının neler olabileceğini çok iyi bilirlerdi. Trump yönetiminin bu kararını İsrail’in Suriye’ye ait Golan tepelerindeki egemenliğinin tanınması ve İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yerleşimci faaliyetinin uluslararası hukukun ihlali sayılmasının reddi takip etti. Arkasından, uzun yıllardır süren problemin çözümü olarak, Filistinlileri BM kararlarının öngördüğü topraklardaki haklarından da mahrum kılan “yüzyılın anlaşması” önerildi. Bütün bunlar Arap dünyasında bir öfke patlamasına ve şiddete yeni bir tırmanışa yol açtı. O zamana kadar her şeye rağmen etkili uluslararası güçlerin, Filistin ve İsrail temsilcilerinin, keza arabulucu devletlerin, bu kapsamda Rusya’nın da katılımıyla gerçekten ilerleme kaydetmekte olan görüşme süreci fiilen geriye atıldı.

Büyük önem taşıyan barış inisiyatiflerinin ve net başarıların üzerine çarpı atmak gerekti; bu da Washington’un siyasetine tam olarak uyuyor. Zira tek bir Amerikan yönetimi yoktur ki Yakındoğu’da nihai bir çözüm ve BM Genel Kurulu’nun tarihi Filistin’in Arap ve Yahudi devletleri arasında bölünmesine dair 29 Kasım 1947 kararının uygulanmasını istemiş olsun. Mesele sadece İsrail’in bir Filistin devletinin kurulması konusundaki tutumu da değildir. Mesele her şeyden önce, her tür silahla tıka basa doldurulmuş istikrarsız ve patlamaya hazır bölgenin ABD için çok yararlı olmasıydı. Bir problem varsa Amerikalıların hizmetleri de gereklidir. Yoksa, gereksiz. Bu olmadığında da önemleri büyük ölçüde zayıflayacaktır. Nüfuz ve büyük paralar getiren kontrollü bir istikrarsızlık.

ABD bugün gene alışkın olduğu yoldan gidiyor ve sadece güce oynarken bölgede kimin efendi olduğunu da göstermeye çalışıyor. Diplomasi vasıtalarını (resmi olan vasıtalar gibi kamuya açık olmayanları da) kullanarak hiç değilse karşı karşıya gelişin keskinliğini bir şekilde yumuşatma girişimleri yerine İsrail kıyılarında Amerikalıların uçak gemilerini ve ABD Kongresine getirilen, İsrail’e 2 milyar dolardan fazla silah sevkiyatıyla ilgili kanun tasarısını görüyoruz (gerçi İsrailliler 10 milyar istiyorlar). Tasarıda İsrail, Ukrayna ve Tayvan’a yardımların kanunileştirilmesi ve birleştirilmesi de öngörülüyor. Her şey pervasız. Her şey bayağı. Standart uygulamalar. Ebedi menfaatler.

Washington’un tam bir kuklası haline gelmiş olan Avrupalı yöneticilerin Filistin-İsrail çatışmasının tırmanmasında umutsuz ve başarısız bir şekilde “Rus izi” aramakta oluşları da kesinlikle öngörülebilir bir şey. Bunlar gözlerini orta yerdeki olgulara kapatıyorlar, çatışmanın her iki tarafındaki kan ve ölümleri muhteşem, bomboş sözlerle cilalamaya çalışıyorlar. Kukla oynatıcıların “daha çok ihtiyaç duymaya başlayıp” da kendilerinin daha az silah ve mali yardım alma ihtimalinden korkuya kapılan Kiev de onların gerisinde kalmıyor. İsrail’i deli gibi kıskanıyor, yakarıyor, timsah gözyaşları döküyor.

Gerçi şu anda kimin ne konuştuğunun hiçbir önemi yok. Önemli olan ne yaptıkları. Uluslararası toplum ve uluslararası örgütler için bugün en önemli şey, Yakındoğu’daki çözüm sürecinin canlandırılmasına katkıda bulunmak. Çok zor bir misyon. Neredeyse umutsuz. Şu anda bu misyonun gerçekleştirilebilir olmadığı aşikâr. Problemi kesin olarak çözmenin tek yolu, tam teşekküllü bir Filistin devleti kurulması, 1747’den beri kabul edilmiş bütün temel siyasi kararların yerine getirilmesi. Dosdoğru söyleyelim: başarı umudu hayaletten farksız. Yetmezmiş gibi, anlık askeri hedeflerin peşinde herkes ve pek az insan bunu istiyor. Ancak bunun alternatifi çok daha kötü: daha yüz yıl sürecek bir savaş. Veya kötünün de kötüsü: bölgesel güçler tarafından nükleer silahların kullanıldığı, büyük nükleer güçlerin müdahalesi ihtimalini de yaratan kısa bir çatışma.

Rusya, geçtiğimiz günlerde başkanımızın da söylediği gibi, Ortadoğu çözüm sürecinde tam teşekküllü görüşmelerin yeniden canlandırılmasını ister elbette. Ancak BM Güvenlik Konseyi’nde, ateşin kesilmesi ve çatışmanın taraflarının görüşmelere başlaması çağrısını içeren karar tasarımız, ABD’nin başını çektiği ebedi muhaliflerimiz tarafından pervasızca reddedildi. Bu yüzden, kulağa ne kadar acı verici gelse de, olayların her türlü gelişimine hazırız.

[1] Berserker, eski Germen ve İskandinav mitolojisine göre bu tarihöncesi topluluklardaki savaşçılar; “ayı postu” demek aslında. “Berserker rejimi” derken kastedilen ise bir dizi psikolojik veya fiziksel faktörün sonucu olarak kontrolsüz bir bir öfke patlaması.

[2] Bulgakov’un “Usta ile Margarita”da geçer bu ifade. Hayranlık derecesinde sevdiğim romanlardan biridir bu; çok önem vererek çevirmiştim; bu vesileyle okura tekrar önermek isterim, zira muazzam bir edebiyat eseri olmaktan başka, felsefi göndermeleri çok güçlü bir metin ve anlattığı dönemi kavramak için en iyi belgelerden biridir. Romanın bu bölümünde akıl hastanesindeki Usta, yazdığı romanın macerasını anlatır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version