Rusya çatışmaya dair kategorik yaklaşımını, aslında her şeyin ikinci defa allak bullak olduğu 1967’den beri değişmeden korunuyor. Bu yaklaşım BM Güvenlik Konseyi 242 sayılı kararına dayanır.
Bu yazı, çatışmanın bütün bir tarihini ve onun uluslararası hukuktaki yansımalarını ele alma amacı gütmüyor, sadece Rusya’nın yaklaşımını açıklamayı amaçlıyor; bu nedenle 1947 taksim planını (BM Genel Kurul 181), Filistinli mültecilerin geri dönüşlerini ilgilendiren kararı (BM Genel Kurul 194) tartışmıyor. BM Güvenlik Konseyi 242 ise 1967 savaşının sonuçları üzerine kurulmuştur ve bu, Rusya tarafından meselenin siyasi çözümünün ana çerçevesi olarak görülür. 242 şöyle:
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi … [BM Anlaşması 2’nci maddesinin esaslarının icrasında] aşağıdaki kurallara uyulması gerektiğini beyan eder:
İsrail silahlı kuvvetlerinin;
Son çatışmada [1967 savaşı] işgal ettiği topraklardan çekilmesi,
Hak iddialarından veya savaşa yol açabilecek tavırlardan vazgeçilmesi,
Bölgedeki her ülkenin egemenliği, toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına ve tehdit ve şiddet hareketlerinden uzak şekilde, tanınan sınırları içinde güvenle yaşama hakkına saygı duyulması ve bunların kabul edilmesi;
2.Ayrıca;
a) Bölgedeki uluslararası sularda denizciliğin serbestliğinin garanti altına alınması,
b) Mülteci sorununa adil bir çözüm getirilmesi,
c) Askerden arındırılmış bölgelerin kurulması gibi tedbirlerle bölgedeki her devletin bölgesel dokunulmazlığı ve politik bağımsızlığının güvence altına alınmasının gereksinimini onaylar.
242’yi başlangıçta Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan tanımadılar. Diğerleri daha sonra tutum değiştirdiler, ancak Suriye bir süre daha kararlılığını korudu, ta ki 6 gün savaşının ardından Güvenlik Konseyi’nin 338 sayılı kararını şartlı olarak tanıyana kadar. 22 Ekim 1973 tarihli 338, 242’yi de içeriyordu; kararın ikinci paragrafı şöyledir:
Güvenlik Konseyi … ilgili bütün tarafları bir ateşkesin arkasından derhal Güvenlik Konseyi 242 sayılı kararının bütün kısımlarıyla uygulanmasına başlamaya çağırır.
Suriye Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdülhalik Haddam, ertesi gün Güvenlik Konseyi’ne, Dışişleri Bakan Yardımcısı Muhammed Zekeriya İsmail tarafından da parafe edilen şu mektubu gönderdi:
… Suriye hükümeti kararı kabul etmiştir ve kararın şu temelde anlaşıldığını ifade eder:
İsrail kuvvetlerinin haziran 1967’de ve sonrasında işgal edilmiş bütün Arap topraklarından tamamen çekilmesi;
Filistin halkının meşru milli haklarının Birleşmiş Milletler kararlarına uygun olarak korunması.
Suriye hükümetinin kararı kabul etmesi, karşı tarafın kararı uygulamayı taahhüt etmesi şartına bağlıdır.
Demek ki Rusya’nın kategorik yaklaşımı şunları içerir:
a) Başkenti Doğu Kudüs olan ve 1967 sınırlarını (Güvenlik Konseyi 242) esas alan bir Filistin devletinin kurulması.
b) İsrail’in varolma ve güvenlik hakkı.
c) İsrail’in kolonizasyon (yerleşimci) siyasetinin reddi.
d) Çatışmalarda resmi ve yarıresmi silahlı kuvvetler tarafından sivillerin hedef alınmaması.
e) Çatışmanın bölgesel bir savaşa evrilmesinin önlenmesi.
Nereye gidiyoruz?
Bu son nokta üzerinde durmak gerek. 7 Ekim’den itibaren, dünyada dikkatlerin tekrar Ortadoğu’ya kaymasının Rusya’yı Ukrayna’da rahatlattığı iddiaları sıkça dile getirildi. Bu askeri açıdan yanlış, zira Kiev rejiminin sadece karşı-taarruzu değil, hemen bütün savunma hatları da çökmüş görünüyor, dolayısıyla dikkatlerin başka yere kayması özel olarak arzu edilen bir şey değil. Siyasi açıdan yanlış, zira rejime batı desteğinin kısılacağı zaten daha Filistin-İsrail çatışmasındaki son tırmanıştan önce belliydi, çünkü rejimin sadece askeri değil siyasi güçsüzlüğü de çoktan ortaya çıkmıştı. Bu ahlaki açıdan yanlış, zira Rusya elindeki bütün olanaklara rağmen sivil halk ve şehirler bir yana rejimin karar alma merkezlerini bile yok etmekten kaçınıyor. Bu hukuki açıdan yanlış, zira Rusya, neonazi rejimi diye nitelediği Kiev’in kanuni meşruiyetini pek az tartışma konusu yaptı ve “fiili durumu” tanımak şartıyla bu rejimle görüşme kapısını açık tuttu.
Rusya sözkonusu oldu mu görüşlerine en fazla önem vermek gereken insanlar arasında ilk sıralarda olan Cenk Başlamış, dün Cumhuriyet’teki yazısında Rusya’nın tutumunu şöyle açıklıyordu:
“… ip üstündeki cambazın riskli misyonu sadece karşıya geçmek değil, mümkünse bunu şatafatlı şekilde yapmak ve alkışı kapmak.”
Ben bu görüşe katılmıyorum; alkış kapmak değil çözüm bulmak çabasının ağır bastığını düşünüyorum. Bu çözüm, Başlamış’ın da satır aralarında belirttiği gibi, Sovyet yaklaşımının devamıdır. Bu düşüncede olmamın nedeni, barut fıçısındaki kıvılcımdan farksız olan bu durumun olası sonuçlarını hiç kimsenin hesap edemiyor olmasıdır. Gelinen noktanın baş sorumlusu ABD ve hempalarının bile ilk günlerdeki çılgınlığın ardından Sullivan’ın müdahalesiyle belli bir itidal gözetmeye girişmesi, Brüksel’deki en büyük Amerikan lobisi olan Avrupa Komisyonu’nun başkanı “barones”in katliamı açıkça arkalayan tutumuna karşı komisyonun diğer azılı sağcı ve saldırgan üyelerinin bile Sullivan’ın arkasından az çok bir denge arayışına başlamaları ancak buna yorulabilir. (”Suriye’de El Kaide bizden yana Jack” Sullivan, öyle anlaşılıyor ki, ABD üst yönetiminde ülkenin sadece bugünkü değil gelecekteki emperyalist menfaatlerini de en iyi gözeten, muhtemelen en zeki adam.)
Kuşkusuz, şirazeyi büsbütün dağıtmış olan batı cephesinin, bunaklığı artık herkes tarafından kabul gören Amerikan başkanının kendisine ezberletilenleri unutup beklenmedik bir laf etmesiyle, silah tekellerini arkalamış neoconların bastırmasıyla, savaş kışkırtıcısı Alman Yeşiller’in vitesi iyice yükseltip Almanya’da görülmemiş bir ırkçı saldırganlığı tetiklemesiyle, Fransa’daki Rothschild bankerinin ve Britanya’daki Goldman Sachs bankerinin hükümetlerinin küresel altüst oluşun hazzıyla kan kokusu almış bir sivrisinek gibi kendinden geçmesiyle, bütün hepsinin besili bir enik gibi faşist Netanyahu hükümetinin başını okşamaya devam etmesiyle… bu zoraki itidal durumu ortadan kalkabilir ve Ortadoğu şiddet ve ateşin boyutuyla bütün daha önceki savaşlarını aşan (unutmayalım: İsrail nükleer silahlara sahip bir güç) bir bölgesel savaşa kayabilir. Buna bir de İsrail’deki faşist hükümetin provokatif saldırganlığını El-Ahdi Baptist Hastanesi katliamında olduğu gibi benzeri görülmemiş bir seviyeye çıkarmasını eklemek gerek.[1] Ve bütün bu ihtimaller hiç de düşük değil; bunlardan sadece birinin değil hepsinin bir anda gerçekleşmesi bile beklenebilir; yani korkunç bir felaketle karşılaşmamamız belki de artık sadece bir dizi iyi tesadüfe bağlıdır.
Ama o durumda bile Rusya taraf seçmeyecektir, taraflarla ilişkilerini sürdürecektir ve krizin çözümü için elinden gelen her şeyi yapacaktır, çünkü aksi takdirde kıvılcım ona da sıçrar.
Başka deyişle, ben, Başlamış’ın yıkım senaryosunda Rusya’nın (“cambaz”) “ipte asılı kalabileceği” düşüncesine katılmıyorum.
Bu fikirde olmamın bir başka nedeni, Çin’in Rusya’nın geleneksel pozisyonunu (Güvenlik Konseyi 242) daha kararlı, Sovyet dönemini daha çok hatırlatan bir şekilde vurgulamasıdır; dolayısıyla, Putin’in Pekin ziyareti, doğudan ve güneyden çözüm baskısını artıracaktır.
Yakın zamanda çözüm yolunda en makul siyasi adım, yanlış olarak aşırı sağcı diye nitelenen, gerçekte düpedüz faşist bir ittifakı temsil eden Netanyahu hükümetinin düşmesi olabilir.
[1]İlk defa eylül ayı başında Kafkaslardaki durumu ele aldığım bir yazımda Paşinyan hakkında şunları yazmıştım; liberal-işbirlikçi Paşinyan yerine ırkçı-faşist Netanyahu koysak da hiçbir değişiklik olmayacak: “İlginç bir karakter Netanyahu. Çok baskın, çok hırslı, [içerideki] bütün düşmanlarını umutsuz kılıp etkisizleştiriyor, ihtirasları hem ülkesi hem halkı [hem bölge ve hem de dünya] açısından felaketi tetikliyor olduğu halde umurunda değil, adeta tam da bunu istiyor, çünkü felaket, yeni ve eskisinden de çok çürümüş bir ülkede onun iktidarını mutlak kılabilir.”