DÜNYA BASINI

Eski IDF İstihbarat Şefi: Normalleşme İsrail’in çıkarıyla örtüşmüyor

Yayınlanma

İsrail’in İran tehdidine karşı potansiyel müttefik gördüğü Körfez ülkeleri ve bölgedeki diğer aktörler arasında yaşanan normalleşme süreci, İsrail’de diken üstünde takip ediliyor. Bölgede yaşanan sürecin dinamiklerini anlamlandırmaya çalışan İsrailli düşünce kuruluşları, Tel Aviv’e “çıkış” sunmaya çalışıyor.

İsrail’in yarı-resmi düşünce kuruluşu olan ve askeri bürokrasinin görüşlerini yansıtan Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (INSS) bir süredir bu konuya eğilmiş durumda. ABD’nin bölgeye olan ilgisi azalırken İsrail’in varoluşsal tehdit olarak gördüğü ve Körfez ülkeleriyle normalleşme sürecine giren Tahran’ın nükleer silah üretme aşamasına gelmesi İsrail için en kötü senaryo.

İsrail Ordusu’nun eski İstihbarat Şefi ve aynı zamanda INSS’nin Genel Müdürü olan Tamir Hayman, İran’ın ilerleyişini durdurmak için İsrail’in yeni fikirler üretmesi gerektiğini düşünüyor. Enstitünün Körfez uzmanı Yoel Guzansky ile birlikte kaleme aldığı makalede Hayman, “ABD’nin azalan etkisi ve bölgedeki normalleşme süreçleri İsrail’in çıkarlarıyla örtüşmüyor” diyor. Bölgesel yakınlaşmanın İsrail’in çıkarına nasıl ters düştüğünü açıklayan makaleye göre İsrail, güç ve istikrarını yeniden inşa edebildiği ölçüde bölge ülkeleri için önemli olmaya devam edecek. Bu kapsamda makale İsrail’in kendini “oyun sahasında tutabilmesi” için Tel Aviv’e bir dizi “çıkış” önerileri sunuyor.

Analizin tamamı:

***

Yeni Bir Dönem mi Başlıyor?

Bölgesel Yumuşamanın Etkileri

Yeni dinamikler ve devletlerarası ilişkiler Orta Doğu’da stratejik çevreyi değiştiriyor ve İsrail’in İran’ın ilerleyişini en iyi nasıl engelleyebileceğine yönelik yeni fikirler üretmesini gerektiriyor.

Orta Doğu’daki kilit devletler ve devlet dışı aktörler arasında ilişkileri iyileştirmeyi amaçlayan müzakereler birkaç yıl önce başladı. Suudi Arabistan ve İran arasında ve kademeli olarak Suriye ve Hamas ile; Suriye ve Tunus arasında; Katar ve komşuları arasında diplomatik ilişkilerin yeniden inşasının duyurulması ve Türkiye’nin Körfez ülkeleri ve Mısır ile kademeli olarak yakınlaşması gibi bazıları yakın zamanda meyvelerini verdi ve yeni anlaşmalar imzalandı. Suriye on yılı aşkın bir süredir devam eden kanlı iç savaşın ardından Arap Birliği’ne geri dönebilir ve Suudi Arabistan ile Husi isyancılar arasında Yemen’deki savaşı sona erdirmeyi amaçlayan görüşmelerde ilerleme kaydedildi.

Bölgesel aktörler, çeşitli arenalarda on yıldır süren çatışmaları geride bırakmaya çalışıyor ve artık ulusal çıkarları için diyaloğu bir araç olarak tercih ediyorlar. Bu süreç, çatışma ve silahlı mücadele yerine diplomatik ve ekonomik araçların kullanımına öncelik vererek düşmanlığın hacmini ve gerilimi azaltmayı amaçlıyor gibi görünüyor. Bu bölgesel barış, örneğin Sünniler ve Şiiler arasındaki karmaşık bir ideolojik veya dini uzlaşı değil, daha ziyade soğuk çıkarlar ve maliyet-fayda hesaplarından ve öncelikle ilgili devletlerin stratejik konumlarını iyileştirme ihtiyacından kaynaklanan bir tür yumuşama durumu. Bu dramatik süreçlerin merkezinde Sünni Arap dünyası içinde ve bölgedeki Arap ve Arap olmayan kilit devletler olan Türkiye ve İran arasında gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkiler yer alıyor.

Bölgesel Uzlaşmanın Temeli

  • ABD’nin bölgedeki etkisinin azalması: ABD’nin geleneksel Arap müttefiklerinin güvenlik sorunlarına gösterdiği ilginin azalması, onları durumlarını kendi başlarına iyileştirmeye (self-help) zorladı. Örneğin Körfez ülkeleri ile İran arasında gelişen ilişkiler, Körfez ülkelerinin stratejik korunma yönünde devam eden girişimlerinin bir parçası; aynı durum Çin ve Rusya’ya etki alanını genişletme izni için de geçerli. İkincisi, Çin ve Rusya bölgedeki nüfuzlarını artırmaya ve ABD’nin nüfuzunu sınırlandırmaya çalışıyor. Örneğin Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin yenilenmesi anlaşmasını kolaylaştıran Çin ve Suudi Arabistan ile Suriye arasında arabulucu ise Rusya’ydı.
  • Dikkati iç meselelere yöneltmek: Arap devletleri, acil iç sorunlara daha iyi müdahale edebilmek için dış çatışmaları azaltmakla ilgileniyor. Türkiye gibi daha yoksul devletlerde öncelikli mesele ekonomik kalkınma ihtiyacı iken, zengin petrol devletlerinde yöneticilerin uzun vadeli refah ve istikrarları için önemli gördükleri, bazıları megalomanca olan projelerin tamamlanması yönünde açık bir arzu var.
  • İran’ın artan gücünü ve nükleer eşik statüsünü pekiştirmek: Tahran’dan gelen tehdit, İran’ın komşularını “düşmanlarını yakın tut” fikrine dayanarak ve İran’ın gücü ve potansiyel caydırıcılığını kabul ederek kademeli olarak onunla yakınlaşmaya itti. Bu hamleler aynı zamanda İran’ı diplomatik yollarla durdurma girişiminin en azından geçici olarak sona erdiği ve gerilimin tırmanmasından kaçınmak istedikleri anlayışına dayanıyordu. Başta Körfez ülkeleri olmak üzere bazıları da İran ile İsrail arasında olası bir çatışmadan korkuyor. İran’la ilişkilerini geliştirerek kendilerine zarar verebilecek olası bir bölgesel çatışmadan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyorlar.
  • İsrail’in iç durumu: İsrail’de ortaya çıkan durum ve buna eşlik eden sosyal ve siyasi istikrarsızlığın, İsrail’in dost ve düşmanları tarafından zayıflık kaynağı olarak görülüyor ve bu durumun İsrail’i işbirliği için daha az çekici bir ortak haline getirdiği görülüyor. İsrail ile ABD yönetimi arasındaki gerilim de bir zayıflık işareti olarak algılanıyor. İsrail hükümetinin Filistin meselesine ilişkin politikasıyla birleşen bu algı, normalleşme süreci üzerinde belirli bir soğuma etkisi yaratıyor ve İsrail’in, diğer Arap ve Müslüman devletleri bu sürece çekmesini şu an için zorlaştırıyor.

Bölgesel gerginliklerin azaltılması ve kanlı çatışmaların sona erdirilmesi bölgesel istikrara katkıda bulunur ve bu nedenle tek tek ele alındığında İsrail’in çıkarlarına uygun. Örneğin, iki devletin bölgedeki stratejik zorluklar konusunda benzer bir görüşü paylaştığı ve uzun yıllardır sessizce iş birliği yaptığı göz önüne alındığında, daha güçlü bir Suudi Arabistan ve güvenlik durumundaki iyileşme İsrail’in çıkarına. Dahası, Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik ilişkilerin kurulması İsrail ile kademeli normalleşmenin devam etmesine mutlak engel teşkil etmeyebilir: Örneğin BAE’li üst düzey yetkililer Körfez’in İran ile yürüttüğü diplomasinin İsrail ile normalleşmeyi tehlikeye atmadığını iddia ediyor. İran karşısında kendini bir nebze güvenceye alan ve Yemen’deki gerilimin azalmasından memnuniyet duyan Suudi Arabistan’ın normalleşme konusunda İsrail ve ABD ile diyaloğu sürdürebilmesi muhtemel. Dahası, Tahran ile komşuları arasındaki ilişkilerin iyileşmesi diplomatik ve ekonomik açıdan İran’ın işine yarasa da İran’a bölgede daha fazla hareket serbestisi sağlamayacak. Bir dizi anlaşma İran’ın bölgedeki seçeneklerini daraltabilir ve komşu ülkelerle düzgün ilişkiler sürdürme yükümlülüğünün önemli ölçüde artması göz önüne alındığında komşularına zarar veren vekilleri kullanma kabiliyetini azaltabilir.

Bununla birlikte, ABD’nin azalan etkisi ve Arap devletleri ile İran arasındaki yakınlaşmanın diğer kayda değer yönleri de dahil bölgede eş zamanlı olarak devam eden diğer süreçler İsrail’in çıkarlarıyla örtüşmüyor. Arapların İran’a yaklaşan yeni imajının ışığında, İsrail ile “ılımlı” Arap kampının çıkarları arasında önemli bir örtüşme ve aynı zamanda İran’a karşı ortak eylem yöntemleri üzerinde bir uzlaşı olduğu anlatısını desteklemek İsrail için daha zor olabilir. Dahası, Tahran’ın nükleer yakıt tesislerinin tam kontrolüne ilişkin “doğal hakkından” taviz vermemesine ve nükleer silahtan bir adım uzakta “yarı nükleer” bir devlet olarak kabul edilmesine rağmen aktörlerin İran ile ilişkilerini resmileştirdiği yeni gerçeklik, tehlikeli bir emsal teşkil ediyor. Suudi Arabistan muhtemelen İsrail ile normalleşmenin bir koşulu olarak ABD’nin de kendi nükleer kapasitesini tanımasını talep edecek.

İran’ın nükleer caydırıcılığı altında bölgede oluşacak istikrarlı bir güvenlik gerçekliği, İsrail’in bu yeni gerçekliği kabul etmesi ve değiştirmeye çalışmaması talebine yol açacak. Başka bir deyişle, İran nükleer bir silah ortaya koymayacak ve İsrail de buna karşı harekete geçmeyecek. Arapların İran’la ilişkileri ne kadar gelişirse, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini hedef alan saldırılardan geri adım atması için üzerindeki baskı o kadar artacak ve İsrail’in pozisyonu ile Körfez ülkelerinin duruşu arasındaki olası uçurum o kadar derinleşecek. Suudi Arabistan gibi devletler, kendileri nükleer askeri yola girmeden, nükleer eşiği geçmediği sürece İran’a göz yumacaklar.

Bu taktik yakınlaşmanın Tahran’ın Körfez ülkelerine İsrail’le ilişkilerini geliştirmemeleri için yaptığı baskıyı artırması da muhtemel. İran, İbrahim Anlaşmalarına karşı olduğunu açıkça ifade etti ve İsrail ile Arap komşularının arasını açmaya çalışıyor. Körfez ülkeleri ise riskten kaçınıyor ve seçeneklerini açık tutmak için çıkarlarını en iyi şekilde gözetmenin bir yolu olarak tüm taraflarla düzgün ilişkiler sürdürmeye çalışıyor. İran’ın bu devletler üzerinde ilave baskı kurması muhtemel olduğundan, İsrail ile ilişkilerin resmi niteliğine bir miktar zarar gelebilir. Yemen’deki anlaşma aynı zamanda Riyad’ın kendini daha güvende hissetmesine ve İsrail’e daha az ihtiyaç duymasına neden olabilir. Bununla birlikte, İran’ın kendilerine yönelik temel tehdit olduğu ve olmaya devam ettiği ve bu bağlamda İsrail’in hala önemini koruduğu göz önüne alındığında, Körfez ülkelerinin İsrail ile olan sessiz güvenlik ilişkilerine zarar vermesi pek olası değildir.

Sonuç

Bölgedeki Sünni devletler ile Türkiye ve İran arasındaki gerilimin azaltılması süreci, bölgesel-ulusal çıkarların; küresel çıkar ve Batı çıkarlarına tercih edilmesinden kaynaklanıyor. ABD’nin bölgedeki politikası Çin’in etkisini genişletmesine olanak sağlıyor. Çin ne kadar müdahil olursa, Çin’in küresel ilişkileri (Kuşak Yol Girişimi ve Küresel Güvenlik Girişimi de dahil) bölgesel aktörler arasında ilişkiyi teşvik ediyor. İsrail yeni bir “ılımlı” Sünni bölgesel bloğun parçası olmaya hevesli; ancak bu gelişme şu anda sorgulanıyor. Arap dünyasının, merkezinde İran’ın nükleer eşik devlet olarak kabul edildiği yeni bölgesel gerçekliği isteksizce de olsa kabul ettiği görülüyor. Bu durum İsrail’in reddedilmesi anlamına gelmese de (Batı) Kudüs için sorunlu bir gelişme olduğu net.

Bu nedenle İsrail, Körfez ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmeye devam ederek ve barış anlaşmalarını koruyup güçlendirerek kendini oyun sahasında tutmalı. İsrail, güç ve istikrar imajını yeniden inşa edebildiği ölçüde bölgede önemli olmaya devam edecek. İsrail hükümetinin yargı reformu konusunda müzakere edilmiş bir uzlaşmayı kabul etmesi, ülkenin toplumsal direncini ve uyumunu güçlendirecek ve hükümet ile ABD yönetimi arasındaki gerilimi azaltacak. Hemen ardından İran’ın bölgedeki başarıları göz ardı edilmeli ve başta Suudi Arabistan olmak üzere normalleşme sürecinin güçlendirilmesi ve genişletilmesi için ABD ile ortak bir girişimde bulunulmalı.

Çok Okunanlar

Exit mobile version