Orta Doğu’da toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine çalışmalar yürüten araştırmacı Maryam Aldossari, Batılı öne çıkan feminist isimlerin ve feminist örgütlerin İsrail’in Gazze’deki kadınlara yönelik şiddeti konusunda neden sessiz kaldığını hatta daha da vahimi neden İsrail’i desteklediklerini sorgulayan bir yazı kaleme aldı.
Maryam Aldossari’nin Al Jazeera’de yayınlanan yazısını sizler için çevirdik.
***
Gazze’de derhal ateşkes çağrısı yapmak feminist bir sorumluluktur.
Dünyanın dört bir yanındaki pek çok kişi gibi ben de duygusal olarak tükenmiş durumdayım. Uyanık olduğum saatlerin çoğunu haberleri tarayarak, birbiri ardına yaşanan trajedileri okuyarak ve Gazze’deki amansız savaşın kalıcı bir şekilde sona ermesi için özlem duyarak geçiriyorum. Fiziksel olarak da yıpranmış durumdayım. Hafta sonlarımı protesto yürüyüşlerinde geçiriyorum, çaresiz bir umutla hareket ediyorum, belki yeterince insan sürekli olarak sokaklara dökülür ve sesini yükseltirse, kolektif sesimiz liderlerimizi nihayet kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunmaya teşvik edebilir.
Ancak bu fiziksel ve duygusal yorgunluğun ötesinde, Gazze’deki kadınların çektiği acılara tamamen ilgisiz görünen ülkemdeki, Birleşik Krallık’taki ve ötesindeki feministlere karşı derin bir öfke, derin bir hayal kırıklığı da beni tüketiyor.
Her gün, Hamas’ın 7 Ekim saldırısı sırasında İsrailli kadınlara yönelik korkunç eylemlerini ve sonrasında kadın rehinelere yönelik muamelelerini haklı olarak kınayan feministlerin fikir yazılarına ve sosyal medya paylaşımlarına rastlıyorum. Bu argümanlar ve açıklamalar tartışmasız bir şekilde geçerli ve şüphesiz gereklidir. Kadınlara ve kız çocuklarına, herhangi bir insana karşı işlenen bu tür ağır suçlar asla görmezden gelinmemeli, mazur görülmemeli ya da unutulmamalıdır.
Ancak yine de, bu kişiler, bu kendini feminist ilan edenler, İsrail’in Filistinli kadınlara yönelik benzer korkunç eylemleri konusunda ürkütücü bir sessizlik içindeler.
İsrail’in Gazze’yi neredeyse tamamen kuşatması ve ayrım gözetmeksizin bombalaması on binlerce Filistinli kadın ve çocuğun ölümüne, sakat kalmasına ve enkaz altında kaybolmasına neden oldu. Çok daha fazlası yerinden edildi ve uygun barınak ve malzeme olmadan sert kış koşullarında hayatta kalmak zorunda bırakıldı. Sağlık sisteminin neredeyse tamamen çökmesi, gıda ve temiz su eksikliği ile birleşince Gazze’de yaklaşık 45.000 hamile kadın ve 68.000 emziren anne anemi, kanama ve ölüm riskiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu arada, işgal altındaki Batı Şeria’da yüzlerce Filistinli kadın ve çocuk hala hapiste, çoğu yargılanmadan ve iğrenç koşullarda hayatta kalmaya çalışıyor.
Bu felaket gözler önünde yaşanıyor, ancak Britanya’daki ve daha genel olarak Batı’daki feministlerin çoğunun bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yok gibi görünüyor.
Filistinli kadınların hikayeleri neden görmezden geliniyor? Filistinli kadınların ve çocukların mücadeleleri neden aynı düzeyde ilgiyi hak etmiyor? Giderek, bunun sadece bir dikkat eksikliği değil, kasıtlı bir körlük – onarılamayacak kadar kırılmış olabilecek bir ahlaki pusulanın sonucu olduğuna inanmaya yöneliyorum.
Geçtiğimiz üç ay içinde bu sorular üzerinde derinlemesine düşündüm. Bir zamanlar büyük saygı duyduğum yazarların feminizm yorumlarının neden Filistinli kadınları içermiyor gibi göründüğünü anlamaya çalışmak için çok sayıda “feminist” metne daldım.
Yavaş yavaş, onların feminizm anlayışının Filistinli kadınları, İsrail ya da başka bir dış güç tarafından değil, Filistinli erkekler tarafından baskı altında tutuluyor olarak algıladığını fark ettim. Onlara göre Filistinli kadınların eylemlilikleri yok denecek kadar az ve cinsiyete dayalı şiddetin özüne işlediği bir toplumun daimi kurbanları. Dahası, onların gözünde Filistinli erkekler, kadınları istismar ettiği ve ezdiği bilinen Hamas gibi son derece ataerkil, dini ve sosyal açıdan muhafazakar gruplarla eş anlamlıdır. Dolayısıyla bu “feministler” İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısının Filistinli kadınları Hamas’ın pençesinden “kurtarmaya” yardımcı olacağı iddialarına inanıyor ve savaşın kadınlara verdiği gerçek ve ciddi zararı görmezden geliyorlar.
Bu yaklaşım, rahatsız edici bir tarihsel kalıbın parçasıdır – sömürgeci ve emperyal önyargılarla dolu bir feminizm biçimi. Bu türden “feministler” ABD’nin Afganistan’ı işgalini sözde “Afgan kadınlarını özgürleştirmeyi” amaçladığı için desteklediler, ancak örneğin İsrail’de son derece ataerkil ve dini topluluklarda yaşayan Yahudi kadınların zorla “özgürleştirilmesini” savunmayı asla düşünmezlerdi.
Bu feminizm türünde empati ve öfke evrensel feminist ilkeler ve tüm kadınlara eylemlilik ve güç verme arzusuyla değil, kişisel kimlikler ve siyasi aidiyetlerle uyumludur. Bu da bazı feminist mücadelelerin -özellikle de Müslüman, kahverengi erkeklere karşı olanların- diğerlerine göre öncelikli olduğu bir kaygı hiyerarşisine yol açarak kadın özgürlüğü retoriğinin, genellikle ezilenlerin aleyhine olacak şekilde, güçlülerin amaçlarını ilerletmek için kullanılmasına olanak tanıyor.
Bu bağlamda, Batılı feministlerin Gazze’de ateşkesin gerekliliği konusundaki sessizliği sadece ahlaki değil, aynı zamanda politik bir ihmali de temsil etmektedir. Bu sessizlik, tarihsel olarak koruma görüntüsü altında zarar veren sömürgeci ve emperyal güç yapılarıyla iç içe geçmiş bir feminizm anlayışını sürdürmektedir.
Bu sessizlik, “kadınları özgürleştirme” söyleminin daha derin şiddet eylemlerini gizlediği modern bir “sömürgeci feminizmin” simgesidir. Yardım kisvesi altında işgal ve istilaları meşrulaştırmakta, Filistinli kadınları kurtarılmaya muhtaç kurbanlar olarak gösterirken aynı zamanda direnme haklarını da inkar etmektedir. Nihayetinde, Batılı feministlerin seçici empatisi, şiddet döngüsünü devam ettiren güç yapılarını pekiştirmeye hizmet etmektedir.
Bu arada bazı feministler, Filistin toplumunun LGBT hakları konusundaki karmaşık tutumuna işaret ederek ateşkes çağrısı yapmayı reddetmelerini mazur göstermeye çalışmaktadır. Onlara göre Hamas LGBT bireyleri hapsediyor ya da onlara daha kötü şeyler yapıyor, bu nedenle savaş, grup tamamen ortadan kaldırılana kadar devam etmeli.
Ancak bu gerekçe, feminist söylemde sıklıkla müjdelenen önemli bir unsuru gözden kaçırmaktadır: kesişimsellik. Gazze’deki LGBT topluluğunun Hamas yönetimi altında karşılaştığı zorluklar gerçekten de önemli olsa da, bunları acil bir ateşkesi savunmaktan kaçınmak için bir bahane olarak kullanmak, eldeki daha büyük insani krizden kaçmaktır. Böylesi seçici bir yaklaşım sadece günlük şiddet ve baskıya maruz kalan binlerce kadın ve çocuğun acil ihtiyaçlarını göz ardı etmekle kalmamakta, aynı zamanda seçici empatiye yönelik endişe verici bir eğilimi de ortaya koymaktadır. Dahası, İsrail’in savaşının LGBT Filistinlileri de öldürdüğü ve sakat bıraktığı gerçeğini göz ardı etmektedir.
Filistin toplumu ve Hamas’ın LGBT toplumuna yönelik düşmanca algısı nedeniyle ateşkese destek vermemek, feminist dayanışmanın temel ilkesini – sosyopolitik koşullarına bakılmaksızın tüm kadınları ve ötekileştirilmiş toplulukları koruma ve yükseltme taahhüdünü – zayıflatmaktadır. Bu gerekçelerle ateşkese destek vermeyen feministler, ideolojik saflığı, daha fazla can kaybı ve acının durdurulmasına yönelik acil gerekliliğin önüne koymaktadır. Gerçek feminist aktivizm jeopolitik önyargıların ötesine geçmeli, geçmişleri veya toplumsal bağlamlarının karmaşıklığı ne olursa olsun tüm kadınların ve savunmasız grupların haklarını ve onurunu korumalıdır.
Acil ateşkes çağrılarını desteklememelerinin nedeni olarak Hamas’ın ve daha geniş anlamda Filistin toplumunun kadınlara yönelik baskısını ve LGBT topluluğuna yönelik bariz önyargılarını gösterenlerin ötesinde, “karmaşık” bir konuda “tarafsız” kalmak istedikleri için bu konuda sessiz kalan feministler de var. Belki de bu duruş beni diğerlerinden daha fazla şaşırtıyor ve çileden çıkarıyor.
Böylesine ezici bir terör karşısında tarafsızlık olamaz. Bugün Filistinli kadınlar, feminizmin değerlerine temelden meydan okuyan dehşetler yaşıyor. Anneler çocuklarını çıplak elleriyle gömüyor; aileler kaybettikleri evleri ve paramparça olan hayatları için bomba yağmuru altında yas tutuyor.
Bu koşullar altında sessizlik tarafsız bir duruş değildir. Bugün sessizlik, devam eden trajedinin pasif bir şekilde onaylanmasıdır. Bu dikkatli ve politik olarak “tarafsız” feministlerin ateşkes çağrısında bulunma cesaretini bulmaları için daha kaç hayatın parçalanması gerekiyor? Artan ölü sayısı sadece bir çetele değil; bireysel yaşamları, çalınan gelecekleri ve feminizmin temelini oluşturan ilkelere doğrudan bir meydan okumayı temsil ediyor.
Bugün, söylenmemiş olanların da söylenmiş olanlar kadar önemi ve etkisi vardır.
Toplumsal cinsiyet, cinsiyet ve toplum hakkındaki görüşlerini her zaman yüksek sesle dile getiren çok sayıda önde gelen “feminist” ses, Filistinli kadınların mücadeleleri konusunda hala göze çarpan bir sessizlik içinde. Platformları kritik meseleleri gün ışığına çıkarma gücüne sahip olsa da, diğerlerini bir kenara itmek için ince bir güce de sahipler. Çoğu zaman, Batılı olmayan kadınların endişelerinin, bu yüksek profilli aktivistlerin onlar hakkında yazma ve konuşma konusundaki isteksizliği nedeniyle periferiye itildiğini görüyoruz.
Bu seçici sessizlik feminist dayanışmanın evrenselliğine meydan okuyor. Özellikle de pek çok kişinin örnek aldığı önde gelen feministlerden geldiğinde, sessizlik bir suç ortaklığı biçimine dönüşüyor. Filistinli kadınların trajedisi konusundaki sessizliğinizin fark edilmediğine inanıyor musunuz? Bunu size söylemekten nefret ediyorum, ancak sessizliğiniz sağır edici derecede yüksek ve çalışmalarınızın birçok kişinin gözündeki güvenilirliğini ortadan kaldırdı.
Her ne sebeple olursa olsun, Filistinli kadınların çektiği acılar hakkında konuşmayan ya da Gazze’de acil ateşkes çağrılarını desteklemeyen “feministlerden” biriyseniz, sizden çok basit bir talebim var. Gazze’den gelen fotoğraflara bakın. Onlardan kaçıyor, onları sadece propaganda olarak görüp reddediyor olabilirsiniz – ama bir saniyeliğine önyargılarınızı ve akıllıca bahanelerinizi geride bırakın ve onlara bakın. Çocuklarının cansız, kanlı bedenlerini kucaklayan annelerin görüntülerine bakın. Hastane zemininde tek başına yatan, çoğu zaman uzuvları eksik, kafası karışmış küçük çocukların görüntülerine bakın. Yıkılmış evlerinin enkazında hayatlarından ve öldürülmüş ailelerinden parçalar toplamaya çalışan ölü gözlü genç kadınların görüntülerine bakın. Bu görüntülere bakın, gerçekten bakın ve sonra bana neden “şimdi ateşkes talep etmenin doğru olmadığını” düşündüğünüzü açıklayın. Ve bu görüntüleri gördükten sonra, gerçekten gördükten sonra, hala “tarafsız” kalmak, sessiz kalmak veya “İslamcı baskı” ve “LGBT hoşgörüsüzlüğü” hakkında konuşmak istiyorsanız, kendinize feminist demeyin. Çünkü feminist değilsiniz.