Çeviren: Hazal Yalın
Küba Devlet Başkanı Miguel Mario Díaz-Canel’in 20 Kasım’da Moskova’ya yaptığı resmi ziyaret ve 22 Kasım’da Putin’le birlikte Moskova’da Fidel Castro anıtını açmaları, Rusya’da sadece iki ülke arasındaki iktisadi-siyasi ilişkilerin geleceği açısından değil geçmişi açısından da önemliydi.
Neredeyse tamamını çevirdiğim aşağıdaki yazı, bu ziyaret vesilesiyle Castro’nun mirasına soldan bir bakışı özetliyor.
Yazar, Sergey Batçikov, dikkat çekici bir kişilik. Komünist Partisi’nden Ortodoks kilisesine, oradan Küba’ya iç içe geçen bir siyasi kimlik; büyük burjuvazi sınıfından saymak gerek, ama Rusya’nın sosyalist dönüşümünden yana ve neoliberal “reformların” en kararlı hasımlarından da biri.
Yazı, Küba ve Castro için yazılmış olmasından ziyade (bu açıdan da önemsiz sayılmaz, zira güçlü ve entelektüel bir kalemin kendi tanıklıklarına dayanan içten kasidesi), en çok şu nedenden ötürü önemli: Rusya’daki bir ideolojik eğilimi gösteriyor; kendine has bir kurtuluş teolojisiyle harmanlanmış, düzeniçi ama bağımsız ve entelektüel bir sosyalist damarın görüşü bu. Batçikov’un Glazyev ile köklü dostluğu, artık iyice yaşlanmış olsa bile Sergey Kara-Murza ile tarih, siyaset, felsefe ve iktisat ekseninde ortaklaşan düşünceleri (üç kitabından ikisi Kara-Murza ve Glazyev ile, biri de sadece Kara-Murza ile ortak imzalı), kitle tabanı bulamayacak kadar elit, ama özellikle Glazyev’in iktidar kanadı üzerindeki önemli etkisi dikkate alınırsa hiç de yabana atılır cinsten değil. Bu nedenle, Batçikov’un Fidel kasidesi, diğer ikisinden ileride yapacağım çeviriler için bir girizgâh olarak kabul edilmeli.
* * *
‘Vatan için ölmek yaşamak demektir’
(Fidel Castro’nun ideolojik mirası üzerine)
Sergey Batçikov
Dünyayı ve hareketi her zaman fikirler idare eder. Arzulanan gelecek ilkin hayalde, sonra iradede ve ancak bundan sonra hakikattedir. İlk antik Yunan idealist filozofu Eflatun çalışmalarında sık sık mağara efsanesinden söz ederdi: bu efsanede mağara yeryüzüdür, insanlık ise mağarada hapsolmuş esirler. Mağaranın dışı yemyeşil, engin kırlardır, güneş ışıldar, hayvanlar gezinir, muhteşem kuşlar şakır. Ama zavallı esirler hiçbirini görmez bunların, sadece mağaranın duvarlarındaki gölgeleri gözler ve bu gölgeleri gerçek sanırlar. Bir ateş yakmayı, esirlerin geleceğe giden yolunu aydınlatmayı ve yeni bir hakikat yaratmayı ancak pek az kişi başarır. Küba Devrimi’nin lideri Fidel Castro da bunlar arasında; onun irade ve kişisel yiğitlikle iç içe geçmiş fikirleri Küba’nın kaderini kökten değiştirmekle kalmadı, dünyadaki sosyal gelişmelere de muazzam bir etkide bulundu. Meşhur söz der ki: geçmişten ateş almalıyız, kül değil. Geçmişten almamız gereken ateştir, Fidel Castro’nun ideolojik mirası.
“Fikirsiz ömrün bir kıymeti yok. Onlar uğruna mücadele etmekten daha büyük bir mutluluk yok,” derdi Comandante…
Küba, şüphe yok ki, kendine has bir ülkedir; muzaffer devrimin önderi, 49 yıl boyunca ülkesini aralıksız yöneten Fidel Castro öyle yaptı onu. Bir çağ insanı, uzak görüşlü bir düşünür, büyük bir iyimser, romantik, dava adamı, ateşli halk tribünü, iktidarda tek ilgilendiği şey halkına hizmet imkânı olan bir insan, değişmez prensibi asla ve hiç kimseye yalan söylememek olan bir siyasetçi ve en nihayet, halkının kaderini kökten değiştiren bir insan.
Küba, halkının sefaleti ve haklardan mahrumiyetiyle komşusu Haiti adasının kaderini paylaşmak için her türlü şansa sahipti. Geçtiğimiz yüzyılın ellili yıllarında diktatör Batista’nın idaresinde ABD’nin de facto sömürgesiydi. ABD Başkanı John F. Kennedy’nin bu yıllardaki sözleri meşhurdur: “… dünyada sefaleti, iktisadi kolonizasyonu, sömürüsü ve aşağılanması Batista rejimi sırasında ülkemin siyaseti sonucu Küba’nın yaşadığından daha kötü bir ülke yoktu.” Önderliğini Fidel Castro’nun yaptığı devrimin zaferi değiştirdi ülkenin kaderini. Küba Devrimi’nin başlıca idealleri adalet, insan haysiyetine ve kişi haklarına saygıydı.
Küba Anayasası, milli kahraman Jose Marti’nin sözleriyle başlar: “Cumhuriyetimizin birinci kanununun, Kübalıların insan haysiyetine eksiksiz hürmet göstermesi olmasını isterim.” Fidel bu değişmez kanuna cumhuriyetin yönetiminde olduğu bütün yıllar boyunca eğilip bükülmeksizin uydu. Küba favelalarının haklarından mahrum kılınmış halkını devrimin kazanımlarını savunmaya hazır, yıkılmaz bir halk haline getiren de bu ideallerdi.
Ben, Fidel Castro ile görüşmelerde birkaç defa yer almak mutluluğunu tattım. Bunların ilki şubat 1985’te ben henüz genç bir uzmanken oldu. SSCB Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı Yuriy Ovçinnikov’un başkanlığını yaptığı bir heyet Havana’da Kübalı meslektaşlarımızla bilimsel işbirliği mutabakatı imzalamıştı. Akşam geç saatte, kaldığımız kabul binasına ansızın Fidel Castro geliverdi, heyet üyelerine saygısını ifade etmek için. Yarım saatliğine gelmişti, ama Y. Ovçinnikov ile söyleşiye başlayıp öyle bir kaptırdı ki kendini, maddi varoluş problemleri, bilimsel bilginin sınırları ve insan gelişmesiyle ilgili sohbet sabaha kadar sürdü.
Fidel’in şu sözleri aklımdan hiç çıkmadı: “Biliyor musunuz, bütün o gençlik hayallerimi burada, Küba’da gerçekleştiremeyeceğimi çok iyi anlıyorum artık. Ama halkıma haysiyetli bir yaşam ve kalkınma temin edecek iki şeyi mutlaka yapmak istiyorum: insanlara nitelikli ve erişilebilir eğitim ve sağlık hizmetleri sunmak.” Ve gerçekten de yaptı bunu! …
Zenginlikten çok uzak Küba, cömertçe paylaştı başarılarını da. Enternasyonalizm ve Küba’nın muhtaç ülkelere cömert yardımı temelinde — Fidel’in fikri şuydu: gelecek parayla satın alınamaz, ancak adalet ve halkların dürüst ve kardeşçe dayanışması sayesinde temin edilebilir. Ve bunu söyleyen, bugün yetmiş yıldır ambargo şartlarında yaşayan bir ülkenin önderiydi!
Kübalıların kardeş yardımlarının örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.
Kübalı doktorlar yıkıcı bir depremin ardından Pakistan’da insanların hayatını kurtardılar, Gine’nin, Liberya’nın, Sierra Leone’nin köylerinde ölümcül Ebola salgınıyla mücadele ettiler, Latin Amerika’nın en zorlu bölgelerinde yerli halka tıbbi yardım götürüyor ve ameliyatlar yapıyorlar. Fidel Castro, Çernobıl çocuklarına yardım için başvuruda bulunan ilk kişiydi ve ambargo altındaki Küba, kendisi için en zorlu zamanlarda bile ücretsiz tedavi etti binlerce acılı çocuğu, yirmi uzun yıl boyunca, ta 2012’ye kadar! Ve onlara, pahalı kemik iliği ameliyatları yaptı.
Demin anlatmaya başladığım, bilim insanı Y. Ovçinnikov ile o uzun gece sohbetinde, Castro, sosyalist projenin ödevlerinin gerçekleştirilmesinin insanları kendiliğinden mutlu kılamayacağına ve insanın manevi alanını zenginleştirmeden maddi refahın büyümesinin de değerler skalasını hiç fark ettirmeden manevi alanı fakirleştirmeye başlayacak şekilde deforme ettiğine dair düşüncelerini paylaştı. Bu ikisi de aynı derecede önemli süreç arasında bir antagonizma bile başlayabilirdi. Sosyalizm teorisinde biçimsel olarak formüle edilmiş bir problemdi bu, ama üzerinde hiç çalışılmamıştı. Fidel Castro bu problemin çözümünü “insana yatırımların” ilkesel artışında, manevi tatmin getirecek faaliyetlere katılım imkânlarının genişletilmesinde görüyordu. Kesinkes bu tür alanlar arasında sayıyordu eğitim ve sağlık hizmetlerini.
Ama Y. Ovçinnikov o zaman Fidel’e itiraz etti: “Siz eğitim verirsiniz, sağlık verirsiniz, ama insanlar gene de mutlu olmazlar, meğerki yaratıcı enerji gerçekleşmezse. Bunun için de bilimi geliştirmek zaruri.” Fidel büyük bir dikkatle dinledi bu sözleri ve sonra uzun uzun, Küba’ya nasıl bir bilim gerektiği üzerine konuştu. Y. Ovçinnikov dikkatleri biyoteknolojiye yoğunlaştırmayı öneriyordu. Küba’nın bu yöndeki başarıları, Fidel Castro’nun o öğüde kulak verdiğine tanıklık eder.
Onun inisiyatifiyle, daha sonra çok kısa bir sürede kovide karşı aşı üretilecek olan çağdaş bir biyoteknoloji merkezi kuruldu Küba’da. Günümüz Küba’sı Fidel’in vasiyetine uyarak bilime yatırım yapmaya devam ediyor. Kasım ayında resmi bir ziyaretle Küba’ya gelen Küba Devlet Başkanı Miguel Mario Díaz-Canel Moskova’da Biokubafarm grubundan temsilcilerle görüşmesi sırasında “ülkeyi kurtaranın bilim insanları olduğunu” vurgulamıştı.
Küba, Fidel’in bilgeliği ve dengeli siyaseti sayesinde, SSCB’nin tersine, iktidarın kiliseyle çatışmasından da kaçındı. Fidel, Küba Devrimi’nin kilise mensuplarından tek bir kişinin bir damla kanını bile dökmediğini, tek bir tapınağı bile kapatmadığını söylerdi her zaman. “Hıristiyanlıkla komünizm arasında, hristiyanlıkla kapitalizm arasından olduğundan on bin kat daha fazla ortak yan olduğuna” emindi. Fidel, “hristiyanlar devrimcilerin müttefikleri olabilirler mi?” sorusuna cevap olarak, sadece geçici taktik ittifakların değil, toplumda adaletli sosyal değişikliklerin gereği olarak stratejik işbirliği de olması gerektiğini söylerdi.
İkibinli yılların başlarında, Rusya ile Küba arasındaki ilişkiler hiç de en iyi döneminde değilken, Fidel o zamanki Smolensk ve Kaliningrad metropoliti Kirill ile görüşmüştü. Sohbet sırasında Küba’nın başkentinde bir ortodoks tapınağı kurulması düşüncesi ortaya çıktı. Asırlar boyunca Rus halkının her tür güçlüğü aşmasına ve işgalcilerle mücadele etmesine yardım edenin tam da ortodoks inancı olduğuna emindi Fidel, böylece fikri hararetle destekledi. Tapınağın inşası için Havana’nın en prestijli semtinde bir arsa tahsis edildi, bütün inşaat masraflarını da Küba tarafı üstlendi. Meryem Ana Kazan ikonası tapınağı ekim 2008’de kutsandı ve Rus kilisesi için kanonik yetki alanına girmeyen, üstelik de ağır iktisadi güçlükler yaşayan bir devletin güçlerince inşa edilen yegâne tapınak oldu.
SSCB’nin çöküşünden sonra Küba’da çok zorlu bir ekonomik durum ortaya çıktı. Şöyle anlatıyordu Fidel Castro: “Büyük bir güç bütünüyle beklenmedik biçimde çökünce ülke afallatıcı bir darbe aldı, bir başımıza kalmıştık, sadece biz, şeker için bütün pazarları kaybetmiştik, gıda, yakıt, hatta ölülerimizi hristiyan usulüyle gömmek için kereste bile alamaz olmuştuk.” Fidel, “sosyalist kampın ve SSCB’nin yıkılışını öngörememiş” ve “böyle bir duruma önceden hazırlanmamış olmasını” devasa, trajik bir hata sayıyordu. SSCB’nin çöküşünün ve sosyalist kampın yok oluşunun nedenini perestroykada buluyordu. Küba Komünist Partisi’nin IV’üncü Kongre’sindeki konuşmasında perestroykanın hedefleriyle felaket doğuran sonuçları arasındaki büsbütün uyumsuzluktan söz etmişti.
Doksanlı yılların başında Rusya Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı’nda Latin Amerika Baş İdaresi müdürü olarak çalışıyordum; bizim liberal reformatörlerin Küba’nın da liberal reformlar yoluna gireceğine ve Castro sonrası kapitalist Küba’ya hazırlanmaya başlamanın vakti geldiğine emin olduklarını çok iyi hatırlıyorum. O zaman, Yeltsin-Kozırev dış siyaseti devam ederken, Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın orta derecede kadrolarının dürüst profesyonel tutumu sayesinde, o sırada Sergey Glazyev’in başında bulunduğu Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı tarafından Küba’da iktisadi bir felaketi önlemek için olabilecek yegâne karar alındı: “şekere karşılık petrol” mutabakatı imzalandı ve uygulandı.
Fidel Castro, imkânsız görüneni başardı: Sovyetler Birliği’nde sosyalizm yıkılmışken sosyalist Küba’yı korudu. Şundan emindi: “İnsan, eğer iradesi güçlüyse, eğer her durumu doğru değerlendirir ve adaletli ve asil ilkelerinden vazgeçmezse en zorlu şartların bile üstesinden gelmeye muktedirdir.” Doksanların onca ağırlığına katlanmalarında, milli haysiyetlerini ve birliklerini korumalarında Kübalılara yardım eden tam da bu adalet hissiydi. Küba, en zorlu iktisadi krize rağmen ayakta kaldı.
Geçmişe gidip yitmedi, geleceğe atıldı! Fransa Devlet Başkanı De Gaulle tarafından Stalin için söylenen bu sözler, mağlubiyet nedir bilmeyen Fidel için de tamamen geçerli olabilir; zira onun idealleri, öngörmüş olduğu gibi yaşamaya, zihinleri etkilemeye ve geleceği tayin etmeye devam ediyor. Kübalılar Fidel’in ölümsüzlüğe gittiğini düşünüyorlar. Fidel’in kendisi de vatan için ölmenin yaşamak demek olduğunu söylerdi.
Fidel, parlak bir entelektüel olarak, daima çok ilerilere bakardı. Kapitalizmin gelişmesi, dünya ekonomisi, iklim değişikliği, sosyal meselelerle ilgili değerlendirmeleri ve fikirleri onlarca yıl geçtikten sonra da güncelliğini koruyor. “Üçüncü dünyanın” önderlerinden birinin dediği gibi, Fidel geleceğe yolculuk yapıyor ve sonra, onu anlatmak için dönüyordu geri. Putin de iki gün evvel aslında tam bunu söyledi, Fidel Castro ile 2014’teki görüşmesini hatırlarken. Başkan, Fidel Castro’nun o zaman da bugünün jeopolitik durumunu öngörmüş ve eksiksiz tasvir etmiş olduğunu belirtti.
Küba Devlet Başkanı Miguel Mario Díaz-Canel konuşmalarından birinde Fidel’in sözlerini alıntılamıştı: “Bu dünyada, hakikatin ve fikirlerin gücünü kırabilecek bir güç yoktur.” Nasıl da yankılıyor, her bir Rusyalının yüreğinde yeri olan Aleksandr Nevskiy’in sözlerini: “Tanrı kuvvette değil hakikattedir!”
Fidel Castro, ender bulunan sezgilere sahip biri olarak ömrünün sonuna kadar emindi Küba için sosyalizm tercihinin doğruluğundan ve sosyalizm tercihinin bütün insanlık için tayin edici olduğundan. Son konuşmalarından birinde şöyle demişti: “Kapitalizm, her türlü sosyal sistemde kendini yeniden üretme eğilimine sahip, çünkü kökleri egoizmde ve insanların en aşağı içgüdülerinde yatıyor. İnsanlığın bu çelişkiyi aşmaktan başka bir alternatifi yok, çünkü aksi takdirde hayatta kalamayacak.” Dünya, onun görüşüne göre, şu iki alternatifle karşı karşıyadır: daha iyi olmak veya yok olmak.
22 Kasım’da Moskova’da gerçekleşen, Küba’nın efsanevi önderinin, adı eski İspanyolca’da “sadık” anlamına gelen, fikirlerine ve ilkelerine asla ihanet etmemiş bu adamın, bu Maneviyat insanının, bu muzaffer adamın anısına yapılmış anıtın açılışı, düşüncelerin güce üstün olduğunu hatırlatacak bize daima.