DÜNYA BASINI

Filistin’deki çatışmanın İngiliz kökenleri

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Filistin’deki işgal varlığı, doğumunu büyük ölçüde Britanya İmparatorluğuna borçlu. Yerleşimci göçü ve Filistin topraklarının adım adım ilhak edilmesi, Londra’nın da büyük ölçüde paydaş olduğu bir hadiseydi ki Balfour Deklarasyonu bunun ilanıydı. Saurav Sarkar, bugünlerde pek değinilmeyen bir konuyu, işgalin ardındaki İngiliz izlerini anımsatmış.


Filistin’deki çatışmanın İngiliz kökenleri

Saurav Sarkar

The Daily Star

23 Ekim 2023

Şu an Birleşik Krallık’taki tüm devlet binalarının üstünde İsrail bayrakları dalgalanıyor ama bu eski imparatorluk hegemonunun Siyonizme verdiği ilk destek değil. İngiliz hükümeti 1917 yılında meşhur Balfour Deklarasyonu’nu yayımlamıştı.

Bu kısa belge —67 kelimelik— modern Filistin tarihinde bir dönüm noktasıydı. Büyük Britanya’yı Filistin’de Yahudiler için bir “ulusal yuva” kurmaya adıyordu (ilk metin bir “Yahudi devleti” vaat ediyordu, ancak daha sonra değiştirilmişti). Balfour Deklarasyonu, Filistinlileri korumayı amaçlayan bir dil içeriyordu ama sonraki yüzyılda bunun nasıl sonuçlandığını gördük.

İngilizler, Birinci Dünya Savaşı’ndan 1948’e kadar Filistin’i yönetti ve bu sürenin büyük bir kısmı Milletler Cemiyeti tarafından verilen bir manda altında geçti. Filistin’deki Yahudi yerleşimcilerin nüfusu bu on yıllar boyunca —özellikle de 1930’larda— İngiliz hükümetinin göçü teşvik etmesiyle arttı. 1922 yılında bölgedeki nüfusun sadece yüzde 11’i Yahudi’ydi. Bu rakam 1931’de yaklaşık yüzde 17’ye yükseldi. 1939’da bu oran neredeyse yüzde 30’du.

Bu noktada İngiliz hükümeti, bölgede istikrarı sağlamak üzere Yahudi nüfusunun daha fazla artmasını sınırlamaya çalıştı. Fakat o zamana gelene dek artık çok geçti; sahadaki gerçekler değişmişti. Neredeyse yüzde 90’ı Filistinlilerden oluşan bölge, demografik açıdan sayıca fazla olan iki grup arasında çekişmeli bir toprak haline gelmişti. Dahası İngilizler, Filistinlilerin topraklarına Yahudilere vermek üzere el koymuş ve yeni filizlenmeye başlayan Filistin milliyetçiliğini şiddetle bastırmıştı. Ve 1930’larda bir İngiliz hükümeti komisyonu Filistin’in bölünmesini tavsiye ederek başarısız “iki devletli çözümün” temelini atmıştı.

Başka bir deyişle bu ihtilaf, 20. yüzyılın ilk yarısında sömürgeci bir projeyi tahkim etmek amacıyla uygulanan belirli emperyal politikaların ürünü. “Yahudi sorunu” —Avrupa’nın kendi antisemitizmini layıkıyla ele almadaki uzun vadeli yetersizliği— Britanya İmparatorluğu tarafından Filistinlilerin Siyonist sorunu haline getirildi.

İngiliz yönetiminin en önemli özelliklerinden biri farklı grupları birbirine düşürmekti. Yüzyıllar boyunca ve küresel bir vilayetler topluluğu boyunca benimsedikleri temel yöntemlerden biri, siyaseti yönetmek ve gruplar arasındaki düşmanlığı kışkırtmak için tebaalarının sosyal tarihini incelemekti.

Yahudilerin Filistin’e göç etmesine verilen destek, yerli Filistinlilerin öfkesini ve harekete geçmesini tetikleyerek 1936-1939 Büyük İsyanına yol açtı. Genel grev ve köylü ayaklanmasını içeren isyan, İngiliz hükümeti tarafından Siyonist paramiliter güçlerle işbirliği içinde şiddetle bastırıldı. Fakat isyanın ardından İngilizler bölgeye yeni Yahudi göçlerini sınırlamaya başladı ve emperyal çıkarlarını korumak adına desteklediği gruba karşı cephe aldı. Bu da Filistin’de Siyonistlerin şiddetli saldırılarını beraberinde getirdi.

Filistin bu makus talih konusunda yalnız değil. İngilizler her bölgede imparatorluğun çıkarları için bir halkı diğerine karşı kışkırtmak amacıyla “böl ve yönet” stratejilerine başvurdular. Britanya Hindistan’ında Hindu-Müslüman ayrımını zorladılar, bazen bir halkı bazen de diğerini kayırdılar. Kıbrıs’ta Rumları Türklerle karşı karşıya getirdiler. Sri Lanka’da Tamillerle Sinhaleleri karşı karşıya getirdiler. İrlanda’da Katolikler ile Protestanları karşı karşıya getirdiler. Liste uzayıp gider.

Bu bölgelerin tamamında, gruplar arası çatışmanın sözüm ona “kadim” siyaseti, Britanya İmparatorluğu’nda güneş battıktan sonra da devam etti. Etnik köken ve/veya din temelinde bölgesel bölünmeler yaşandı. Britanya Hindistan’ı, Hindistan ve Pakistan oldu. Pakistan daha sonra Pakistan ve Bangladeş olarak bölündü. İrlanda, İrlanda Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık’ın Kuzey İrlanda’sı olarak ikiye bölündü. Kıbrıs ikiye bölündü ve hukuki statüsü hala çözülemedi. Sinhalese egemenliğindeki Sri Lanka’da Tamil devleti kurulması için 30 yıl süren bir iç savaş yaşandı ve bu savaş 2009 yılında bugün Gazze’de tanık olduklarımıza benzer bir şekilde sona erdi. Ve 1948’de Filistin resmen bölündü ve Nekbe’nin başlangıcına nezaret eden eski İngiliz yöneticilerin onayıyla bir Siyonist devlet ve bir Filistin devleti kurulması amaçlandı.

Bu bölgelerin her biri, son bir ya da iki yüzyıla kadar izi sürülebilen “kadim” nefretlere dayanan şiddetli çatışmalara sahne oldu. Bu ortak nokta, Britanya İmparatorluğu politikalarının bu bölgelerdeki şiddetin temel nedeni olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor; bu çatışmaların imparatorluğa bağlandığı o kadar çok örnek var ki, bunun bir tesadüf olduğunu düşünmesi mümkün değil.

İsrail’in apartheid, işgal ve soykırımının yakın nedenleri bariz biçimde İsrail ve onun baş destekçisi ABD’nin ayakları altında yatarken, Birleşik Krallık’ın Filistin’de ve diğer her yerde tarihsel günahlarını düzeltme konusunda özel bir mesuliyeti söz konusu. İsrail bayrağı sallamak yerine mevcut soykırımı durdurmak için çalışmak asgari bir ilk adım olacaktır. Ancak bu —tazminat şöyle dursun— masada görünmüyor.

Çok Okunanlar

Exit mobile version