DÜNYA BASINI
Heidegger aldatmacası üzerine
Yayınlanma
Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, ‘Heidegger uzmanı’ olarak nitelendirebileceğimiz Richard Wolin imzasıyla yayınlandı. Wolin 90’lı yılların başından beri yalnızca Heidegger felsefesi ve günümüzdeki etkileri üzerine çalışmakla kalmıyor; aynı zamanda batıdaki yaygın ‘Heidegger alimliği’ hakkında da derinlemesine incelemeler yapıyor. Son kitabı Heidegger in Ruins: Between Philosophy and Ideology (Yıkık Dökük Heidegger: Felsefe ile İdeoloji Arasında), Heidegger’in Toplu Eserler’indeki açık faşist göndermelerin nasıl hasıraltı edildiğini, bunun hem Heidegger’in eserlerinin vasileri ve editörleri tarafından, hem de Heidegger’e toz kondurmak istemeyen batı akademisi tarafından nasıl yapıldığını inandırıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Açık nazi göndermeleri söz konusu olduğunda başvurulan stratejilerden biri ise filozofun ideolojik pozisyonu ile felsefi görüşleri arasında birebir örtüşme olmadığıdır. Wolin’in vardığı sonuç ise tam tersidir: Martin Heidegger’in ‘Varlık’ kavrayışı ile bunun siyasi sonuçları arasında belirgin bir ilişki vardır. Nazizm öncesi Alman emperyalizmi, savaş sonrasında Alman istisnacılığına yol açmış; geleneksel Ortaçağcı Hıristiyan anti-Judaizmi, modern anti-semitizme dönüşmüş; hepsi, ‘kitle toplumu’nun zirvesi ‘Yahudi-Bolşevik komplosu’nda bir araya gelmiştir. Heidegger bunların hepsini bir araya getirmiş, Aydınlanma’ya ve evrensel insanlığa karşı Alman biricikliğini ve partikülarizmini savunan Zivilisationkritik geleneğinin zirvesini oluşturmuştur. Dolayısıyla, Wolin’in de dikkat çektiği ve Avrupa ve ABD’de kimi Yeni Sağcı düşünür ve hareketlerce beinmsenen çağdaş Heidegger’cilik şaşırtıcı değildir: Modern kitle toplumuna yönelik tiksinti; batının modern ‘maddeciliğine’ karşı tarihteki sözümona ‘ruhani’ yönüne yönelik büyülenme; tekno-bilimsel dönüşümlere yönelik muhafazakâr bir şüphecilik. Bütün bunların toplamı elbette nazizme eşit değildir; bununla birlikte nazi savaş makinesinin parçalandığı ve bir tür ‘denazifikasyon’un yapıldığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada hâlâ nazizmin kendisine nasıl yer bulabildiğine ilişkin bazı ipuçları sunmaktadır.
Ustanın Külliyatını Aklamak: Heidegger Aldatmacası Üzerine
Richard Wolin
Los Angeles Review of Books
18 Haziran 2023
Filozof Martin Heidegger’in etkisi muazzam olmuştur. Richard Rorty bir keresinde haklı olarak, Heidegger’in devasa etkisini kabul etmeden 20. yüzyılın entelektüel tarihini yazmanın imkansız olacağını iddia etmişti. Ancak Heidegger’in muazzam başarılarına yönelik bu övgüler çok önemli bir açıdan soru işaretleri barındırıyor: Heidegger’i okuduğumuzda aslında ne okuduğumuzu göz ardı ediyorlar.
Heidegger’in metinlerinin yayın tarihi daha yakından incelendiğinde, felsefi mirasının onlarca yıl boyunca iyi niyetli bir ahbaplar ve müritler zümresi tarafından kasıtlı ve sistematik bir şekilde manipüle edildiği ortaya çıkmaktadır. Hayatının sonlarına doğru Heidegger, el yazmalarının denetimi ve yayınlanması için editörlük sorumluluğunu deneyimli akademisyenlere değil, bunun yerine, kural olarak sınırlı mesleki yeterliliğe sahip olan yardımcılarına ve akrabalarına emanet etti – öncelikli kaygıları, miras alınan editörlük normlarına saygı duymaktan ziyade ‘Usta’nın itibarını korumak olan kişiler.
Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu grup içinde aile üyeleri orantısız bir rol oynadı ve oynamaya devam ediyor. Böylece, Heidegger’in 1976’daki ölümünün ardından, filozofun oğlu Hermann, babasının el yazmalarının gözetimi ve yayınlanması için birincil sorumluluğu üstlendi, buna Frankfurt yayıncısı Vittorio Klostermann’ın künyesi altında 102 ciltlik devasa Gesamtausgabe veya Toplu Eserler baskısı da dahildi.
Hermann Heidegger’in, babasının edebi vasiliğine getirilmeden önceki kariyer çizgisi dikkat çekecek kadar parlak değildi. Sürekli eğitim eğitmenliği gibi sıradan bir görevin ardından, 1955 yılında Bonn’daki Alman Savunma Bakanlığı’nda göreve başladı ve burada Information for the Troops [Birlikler için Enformasyon] adlı bir askeri bültenin yayınlanmasını denetledi.
Hermann Heidegger’in babasının edebi mirasının yöneticisi olarak oynadığı önemli rol ışığında, siyasi açıdan şüpheli, aşırı sağcı siyasi çevrelerle bağlarını sürekli olarak koruduğunu belirtmek gerekir. Örneğin 2014 yılında, Kara Defterler’in yayınlanmasının ardından filozofun antisemitizmi üzerine hararetli bir tartışma patlak verdiğinde, Hermann suları sakinleştirmek için bir Neue Rechte (Yeni Sağ) yayını olan Sezession’a röportaj verdi. Bu dergi, Alman Kimlikçi Hareketi (IBD) ve Almanya için Alternatif (AfD) partisinin aşırılık yanlısı fraksiyonu Der Flügel (Kanat) gibi çeşitli etnik milliyetçi ve göçmen karşıtı gruplarla olan önemli bağlantıları nedeniyle, 2019 yılında Anayasayı Koruma Dairesi (BfV) tarafından Almanya’nın ‘temel demokratik düzenine’ tehdit oluşturduğu gerekçesiyle resmi olarak gözetim altına alındı. Sezession‘un yayıncısı Saksonya-Anhalt merkezli Institut für Staatspolitik de federal gözetim altında ve AfD’nin gayri resmi düşünce kuruluşu olarak işlev görüyor. Enstitü altı ayda bir ‘yaz akademileri’ düzenliyor ve bu akademiler çeşitli militan aşırı sağcı gençlik grupları için toplanma yeri olarak kullanılıyor.
Nihayetinde, Hermann Heidegger’in babasının adını temize çıkarma çabası oldukça yetersiz kaldı. Sezession ile yaptığı söyleşinin bir noktasında belirttiği gibi, “Babam antisemit olmadan ‘dünya Yahudiliği’ni eleştiriyordu. Auschwitz’den sonra bu ayrımı yapmak imkansız hale geldi ama 1930’larda hayatta olan herkes bunun ne anlama geldiğini kolayca anlayabilir.” Hermann’ın dikkatinden kaçmış gibi görünen şey, ‘Yahudi dünya komplosu’ imgesini çağrıştıran ‘dünya Yahudiliği’ (Weltjudentum) ifadesinin bizzat Nazi ırk düşüncesinin dayanak noktalarından biri olduğudur. Hitler’in kendisi de Kavgam’da ve diğer yazılarında sık sık bu ifadeye başvurmuştur. Auschwitz’in, çeşitli zararlı etkilerinin yanı sıra, Heideggerler gibi iyi niyetli ‘dünya Yahudiliği’ eleştirmenleri için işleri temelden mahvetmesi gerçekten utanç verici!
***
Heidegger’in Nachlass’ının ya da edebi mirasının idaresini defalarca tehlikeye atan profesyonel standartların eksikliği, Toplu Eserler baskısının aslında bir ‘aile şirketi’ gibi yönetildiği suçlamalarına neden oldu. Heidegger uzmanı Theodore Kisiel, çok okunan bir makalesinde Gesamtausgabe’yi (GA) ‘uluslararası bir bilim skandalı’ olarak nitelendirmiş ve editoryal prosedürlerin kabul görmüş bilimsel standartlardan önemli ölçüde saptığını belirtmiştir. GA 44’ün editörlüğünü yapan Siegen Üniversitesi’nden filozof Marion Heinz, mesleki kuralların kasıtlı olarak ihmal edilmesinin editoryal bir kargaşaya yol açtığından yakınmıştır – ‘hiç kimsenin hangi pasajların atlandığını ya da [orijinal el yazmalarının] transkripsiyonları veya kopyaları söz konusu olduğunda eklemeler yapılıp yapılmadığını bilmediği’ bir durum. “Özetle,” diye bitiriyor Heinz, “Heidegger’in felsefesini araştırmak ve değerlendirmek için elimizde güvenilir bir temel yok.” Heinz tarafından tarif edilen editoryal kaosun sonucu, Heidegger’in çalışmalarının alımlanmasının, filozofun metinlerinin el yazması versiyonları ile yayınlanmış versiyonları arasındaki lanet olası tutarsızlıkların giderek daha fazla ortaya çıkmasıyla, bir dizi utanç verici editoryal gafla defalarca gölgelenmesidir.
Toplu Eserler baskısına karşı kamuoyunda oluşan güvensizlik, Ocak 2014’te, Kara Defterler’in yayınlanmasından sadece iki ay önce meydana gelen tuhaf bir olayla daha da arttı. Daha önce Heidegger’in edebi vasileri, bu defterlerin 1942-48 yıllarını kapsayan dördüncü bölümü Anmerkungen I-V’nin (Açıklamalar) açıklanamaz bir şekilde kaybolduğunu duyurmuştu. Fakat aniden ve beklenmedik bir şekilde, el yazması mucizevi bir şekilde yeniden ortaya çıktı. Görünen o ki, kaybolan cilt başından beri geniş bir ‘aile üyesinin’ elindeydi: Hildesheim Üniversitesi’nde Almanca profesörü olan Silvio Vietta. Vietta, elyazmasının tuhaf kayboluşunu açıklamak için sıkıştırıldığında, altmış yıl önce Heidegger’in onu annesi Dorothea’ya, ikisi ateşli bir aşk ilişkisi yaşarken ‘hediye’ olarak verdiğini açıkladı.
Çok geçmeden, hatalı ‘Vietta defteri’ destanının –yüksek bahisli bir edebi-felsefi ‘fort/da’ oyunu– buzdağının sadece görünen kısmı olduğu ortaya çıktı: Kara Defterler’i etkileyen sayısız editoryal düzensizlikten biri. Ayrıca Winke und Überlegungen (İpuçları ve Düşünceler) başlıklı I. cilt de açıklanamaz bir şekilde kayıptı. Bu yazı yazıldığı sırada, esrarengiz kayboluşuyla ilgili olarak kamuoyuna henüz tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır. Kara Defterler’in editörü Peter Trawny, Anmerkungen I-V’e yazdığı sonsözde, okuyucuları tarafsız bir şekilde ve takdire şayan bir özle ‘cildin nerede olduğunun bilinmediği’ konusunda bilgilendirdi: Heidegger yayıncılığının çalkantılı dünyasında bu tür muammaların beklenebileceğine dair zımni bir itiraf; dolayısıyla, okuyucular beklentilerini buna göre düşürerek basitçe ‘uyum sağlamalıdır.’
Bu trajikomik editoryal destanın bir başka dip noktası da 2015 yılında Gesamtausgabe’nin yayıncısı Vittorio Klostermann’ın, basımın dürüstlüğüne yönelik azalan kamu güvenini artırmak için umutsuz bir kumar oynayarak, daha fazla utançtan kaçınmak için ek metinsel düzensizliklerden haberdar olan editörlerin öne çıkmasını talep eden bir memorandum dağıtmak zorunda hissetmesiyle ortaya çıktı. Klostermann’ın açıkladığı gibi, basın ‘Martin Heidegger’in Yahudi düşmanlığının [Judenfeindschaft] neden daha önceki Gesamtausgabe ciltlerinde ortaya çıkmadığına dair çok sayıda soru’ almıştı. Geri dönüşü olmayan bir noktaya ulaşıldığından korkan Klostermann, ‘üçüncü şahısların işaret edebileceği her ek tutarsızlığın yayıncıyı […] savunmaya itme riski taşıdığı ve Gesamtausgabe’nin bir bütün olarak itibarına zarar verebileceği’ uyarısında bulunarak metastaz yapan editoryal fiyaskonun ciddiyetinin altını çizdi. Klostermann sözlerini, Nazi dönemi ciltlerinden sorumlu editörleri hedef alan bir çağrıyla bitirdi ve ‘Heidegger’in el yazmalarının onaylı kopyalarından şüpheli sapmalar, eksiklikler ya da transkripsiyon hataları’ hakkında sahip olabilecekleri her türlü bilgiyle öne çıkmalarını talep etti.
Klostermann, 2022 yılında, çeşitli eksiklik ve tahrifatları düzeltmek için iki Gesamtausgabe cildinin tümüyle ‘hamur haline getirilmesinin’ ve yeni baskılarla değiştirilmesinin gerekli olduğunu açıkladı. Ayrıca, basının web sitesinde en az 26 cilt için düzeltmeler yayınladığını da kabul etti.
***
Heidegger’in çalışmasının yayınlanmasına musallat olan tartışmalar, yalnızca ara sıra ve anlaşılabilir editoryal hatalarla ilgili olmadıkları, bunun yerine önceden planlanmış bir editoryal temizlik politikasına işaret ettikleri ölçüde önemlidir: Amacı Heidegger’in Nazi yanlısı duygularını ve kanaatlerini sistematik ve kasıtlı olarak ayıklamak olan bir strateji. Heidegger uzmanı Otto Pöggeler’in yerinde gözleminde olduğu gibi, “Heidegger, izlerini kuyruğuyla süpüren bir tilki gibidir.”
Sorunlar, Almanya ve Avrupa’nın ‘Alman felaketi’nin yıkıntıları altından çıkmaya çalıştığı 1930’larda Heidegger’in verdiği derslerin savaş sonrasında yayınlanmasıyla başladı. Metafiziğe Giriş’te (1953) Heidegger, ‘Nasyonal Sosyalizmin içsel hakikati ve büyüklüğü’ne dair rahatsız edici övgüsünü tahrif etmiş ve ‘gezegensel teknoloji ile modern insan arasındaki karşılaşma’ya atıfta bulunan parantez içi bir açıklama eklemişti. Söz konusu pasajın gerçekliği sorgulandığında, Heidegger başlangıçtaki ikiyüzlülüğünü ikiye katlayarak, parantez içi açıklamaların orijinal el yazmasında olduğunu ancak ders 1935’te ilk kez sunulduğunda bunları atladığını iddia etti. Daha sonra akademisyenler orijinal el yazmasına başvurarak Heidegger’in iddiasının doğruluğunu tespit etmeye çalıştıklarında, söz konusu sayfanın açıklanamaz bir şekilde kaybolduğunu görerek şaşırmışlardır.
Heidegger’in 1936’da sunulan ve 1971’de yayınlanan Schelling’in İnsan Özgürlüğünün Özü Üzerine İnceleme olarak İngilizceye çevrilen derslerinde, editörler –muhtemelen filozofun da onayıyla– Avrupa’nın kaslı faşist diktatörlüklerine sadakatlerini açıkça ifade etmişlerdir. İhtilaf konusu pasajda Heidegger, Hitler ve Mussolini’yi ‘[Avrupa] nihilizmine karşı bir hareket getirdikleri’ –’teknoloji,’ ‘medeniyet,’ das Man, vs.– için övüyor ve böylece faşizmin tek başına Batı’yı Oswald Spengler, Carl Schmitt ve Ernst Jünger gibi muhafazakâr devrimci Zivilisationskritiker’lerin kehanet ettiği ‘düşüş’ (Untergang) kaderinden kurtarma kapasitesine sahip olduğuna dair ‘metapolitik’ beklentisini teyit ediyordu.
Benzer şekilde, 1961 yılında Heidegger’in büyük saygı gören Nietzsche dersleri Neske Verlag tarafından yayınlandığında, filozof orijinal el yazmasında yer alan sert bir demokrasi eleştirisini gizlice çıkarmıştır. Heidegger, demokrasinin ‘nihilizmin bir ifadesinden’ biraz daha fazlası olduğunda ısrar ediyordu. Nietzsche ve diğer ‘kitle toplumu’ eleştirmenlerini kendisine yönlendirerek, demokratik yönetimi ‘en yüksek değerlerin […] yapıcı güçler olmaktan çıktıkları noktaya kadar değersizleştirilmesi’ olarak yeriyordu. Dolayısıyla, ‘ayaktakımının yükselişi’, ‘eşit insanlar’ın ‘toplumsal karmaşası.’” Kuşkusuz Heidegger, bu pasajları dışarıda bırakarak, tatsız siyasi geçmişiyle ilgili bir başka kamusal tartışmanın önüne geçebileceğini umuyordu.
Bu görüşler göz önüne alındığında, Heidegger’in düşüncesinin son yıllarda Atlantik ötesi ‘Yeni Sağ’ taraftarları arasında bu kadar taraftar bulması şaşırtıcı değildir: Rus Aleksandr Dugin, Fransız Alain de Benoist, AfD’den Björn Höcke ve Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon gibi şüpheli müritler. Der Spiegel’de 2018 yılında Christoph Scheuermann tarafından kaleme alınan bir profilde Bannon, “filozof Martin Heidegger’in biyografisini okurken görülüyor. ‘İşte benim adamım’ diyor Bannon. Heidegger’in kendisini büyüleyen varlık konusunda bazı iyi fikirleri olduğunu söylüyor.” Scheuermann’a göre Bannon, “beş saniye içinde siyasetin derinliklerinden felsefenin doruklarına, bataklıktan Heidegger’e atlıyor. Bannon soruyor: Bizi hayvanlardan ya da kayalardan ayıran nedir? İnsan olmak ne anlama geliyor? Dijital ilerleme ne kadar ileri gitmeli?”
***
Heidegger’in yukarıda bahsedilen vakalardaki ikiyüzlülüğü iki yönlüdür. Birincisi, Nazi dönemindeki derslerinin ve incelemelerinin –önemli müdahaleler ya da değişiklikler olmaksızın– kelimesi kelimesine yayımlandığı konusunda defalarca ısrar etmesine rağmen, önceki örnekler, kural olarak, bu politikaya uyulmasından ziyade ihlal edildiğine işaret etmektedir. İkincisi, Heidegger’in söylemi ‘Aydınlanma’, ‘liberalizm’ ve ‘modernite’ye yönelik polemikçi suçlamalarla noktalanmıştı, ama konu Nazizm’in soykırımcı aşırılıklarına geldiğinde, karakteristik olmayan bir şekilde sessiz kaldı – savaştan sonra, Üçüncü Reich’ın ‘imhacı’ özünü inkar etmek imkansız hale geldiğinde bile. Bunun yerine, İkinci Dünya Savaşı’nın fiyaskosunu modern teknolojinin kötülüklerine bağlayarak, Nasyonal Sosyalizmin zararlı Batı ve Yahudi etkilerine yenik düşmemiş olsaydı ‘başarılı’ olacağını ima etti.
Böylece, Heidegger, ‘Yahudi Sorunu’na ‘Nihai Çözüm’ü tartışmaya tenezzül ettiği birkaç durumdan birinde, Holokost’u alaycı bir şekilde ‘Yahudilerin kendi kendilerini yok etme’ eylemi olarak nitelendirmiştir. Bu suçlamayı yaparak Heidegger, yaygın bir antisemitik önyargıya uygun olarak, Yahudilerin modern teknolojinin önde gelen ‘taşıyıcıları’ oldukları için Auschwitz’de ve diğer sanayileşmiş toplu katliam yerlerinde fiilen kendi elleriyle öldüklerini ima etmiştir. Heidegger, ‘parçalayıcı’ Yahudi etkisine yönelik bu duygusuz ithamını, Kara Defterler’de, “[d]ünya Yahudiliğinin dünyasızlığını tesis eden hesaplama, vurgunculuk ve iç içe geçmenin hızlı tempolu zekâsı, Gigantizm’in [das Riesige] en sinsi biçimlerinden biri ve belki de en eskisidir,” diyerek desteklemiştir.
Heidegger’in ‘dünya Yahudiliği’ ile modern ‘teknik’ arasındaki ontolojik-tarihsel bağı sürekli kınaması, ‘Teknolojiye İlişkin Soru’ ve ilgili denemelerinde detaylandırdığı şekliyle ünlü Teknik-eleştirisinin, ‘Yahudi materyalizmine’ karşı derinlerde yatan, ideolojik olarak güdülenmiş bir nefretten –Heidegger’in bir zamanlar ifade ettiği gibi ‘boş rasyonalite ve hesaplanabilirliğin’ savunucuları olarak ‘dünya Yahudiliğinin’ yıpratıcı kültürel sonuçlarına ilişkin ırksal olarak güdülenmiş korkulardan– kaynaklandığını kuvvetle düşündürmektedir. Heidegger’in antisemitik husumeti, 1920’de karısı Elfride’e yazdığı ve kendisini açıkça ‘ruhani bir antisemit’ olarak nitelendirdiği bir mektupla ortaya çıkmıştır.
Heidegger’in hayatının ilerleyen dönemlerinde bu önyargıların üstesinden gelip gelmediği son derece şüphelidir. Savaştan sonra Kara Defterler’de ‘dünya gazeteciliği’ (Weltjournalismus) tarafından Almanya’yı Batılı Müttefiklere karşı bir sadakat durumunda tutmak için başlatıldığı iddia edilen bir ‘komplo’dan yakındı. 1986 yılında, Heidegger’in yıldız öğrencisi Hans-Georg Gadamer’e akıl hocasının savaş sonrası ideolojik eğilimleri sorulduğunda, ‘Heidegger’in savaştan sonra dünya kamuoyunun tamamen Yahudiler tarafından domine edildiğine ikna olacak kadar Nazi kaldığını’ söylemiştir.
***
2015 yılında, utanç verici ve siyasi açıdan şüpheli bir başka metin gizleme örneği daha ortaya çıktı. Heidegger’in Hölderlin’in ‘Germanien’ ve ‘Der Rhein’ İlahileri (1934-35) dersinin editörü, filozofun Nationalsozialismus kısaltmasını –’N. soz.’– ‘doğa bilimi’ olarak yanlış bir şekilde transkribe etmişti, oysa Almanca ‘doğa bilimi’ (Naturwissenschaften) kelimesini söz konusu kısaltmadan türetmek inandırıcılığı zorluyordu. Burada da hatalı transkripsiyonun kasıtlı olduğunu varsaymak mantıklı olacaktır: Üstadın itibarını eleştirel incelemeden korumak için bir başka garip girişim. Bu hipotezin akla yatkınlığı, Klostermann’ın 2022 yılında Heidegger’in 1934-35 ders kitabının mevcut kopyalarını toplatıp yerine tamamen yeni bir baskı yapmayı tercih etmesiyle daha da artmıştır.
Ne var ki bu noktada, Heidegger’in külliyatını sterilize etmeye yönelik tekrarlanan girişimler olağanüstü bir şekilde geri tepti ve Hölderlin derslerinin editoryal manipülasyonunun, filozofun şüpheli siyasi geçmişini aklamaya yönelik uzun süredir devam eden bir kampanyanın parçası olduğuna dair şüpheler ortaya çıktı. Alman haber dergisi Die Zeit’ta yazan Adam Soboczynski, giderek artan editoryal eksiklikler ve tahrifatlar listesinin çok daha büyük bir kampanyanın işaretleri olup olmadığını sesli bir şekilde merak etti – Heidegger’in edebi vasileri tarafından onun olağanüstü Nasyonal Sosyalist sempatilerini aklamak için sistematik bir çabanın parçası. Soboczynski’nin dediği gibi,
Heidegger baskısıyla ilgili yaygın bir şüphe ortaya çıkmıştır: Heidegger’in felsefesinin Nasyonal Sosyalist doktrine yapılan göndermelerden arındırılmış bir versiyonu mu sunulmaya çalışılmıştır? Sözde ‘son el baskısı’ [Ausgabe der letzten Hand] […] ile ilgili olarak ortaya çıkan hatalar buzdağının sadece görünen kısmı mıdır?
***
2014 yılında kamuoyu, 16 yıl önce Peter Trawny ve Hermann Heidegger’in, Heidegger’in The History of Beyng’de(*) (1938-40) yer alan ‘dünya Yahudiliğinin evrensel suçluluğa yatkınlığını araştırmanın faydalı olacağı’ yönündeki beyanını bastırmak için bir araya geldiklerini gecikmeli olarak öğrendi. Trawny ve Heidegger’in oğlu bunu yaparak ‘son el baskısı’ kurallarını kasten ihlal etmişlerdir, zira Trawny’nin de daha sonra kabul ettiği gibi, bu iddia orijinal el yazmasında yer almasına rağmen, editör ikilisi yine de bunu çıkarmaya karar vermiştir.
Kristallnacht’ın Yahudi karşıtı pogromlarından kısa bir süre sonra ve Hitler’in 30 Ocak 1939’da yeni bir dünya savaşının patlak vermesi halinde sonucun ‘dünya Yahudilerinin yok edilmesi’ olacağına dair meşhur kehanetini takiben, 1939 dolaylarında ‘dünya Yahudiliğini’ ‘evrensel suçlulukla’ suçlamak, en saf haliyle ‘eliminasyonist’ antisemitizmle eşdeğerdir. Bu, Heidegger’in tüm Yahudileri –erkekleri, kadınları ve çocukları– belirli eylemleri veya fiilleri nedeniyle değil, sadece ve sadece Yahudi olarak ‘ırksal karakterleri’ nedeniyle suçladığı ölçüde doğrudur.
History of Beyng ilk olarak 1998 yılında GA 69 olarak yayımlanmıştır. Bugüne kadar okuyuculara, Trawny ve Hermann Heidegger’in neden ortaklaşa olarak söz konusu dikteyi çıkarmaya karar verdiklerine dair tatmin edici bir açıklama sunulmamıştır. Klostermann ve arkadaşlarının, üçüncü baskının nihayet yayınlandığı 2022 yılında olduğu gibi, pasajı eski haline getirmek için neden 24 yıl bekledikleri konusunda da kamuoyu bilgilendirilmemiştir. (İkinci baskı 2012’de çıkmıştı.) Burada, Gesamtausgabe’nin bir ‘aile şirketi’ olarak yönetilmesine izin vermenin tehlikeleri ve tuzakları açık ve inkar edilemez bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu çıkarma işlemini açıklamak için, Soboczynski’nin Heidegger’in edebi vasilerinin ‘[onun] felsefesinin Nasyonal Sosyalist doktrine göndermelerden arındırılmış bir versiyonunu sunmayı’ amaçladıkları yönündeki makul varsayımına geri dönmeliyiz.
Okuyucular, Heidegger’in ‘dünya Yahudiliğinin evrensel suçluluğa yatkınlığı’ ile ilgili rahatsız edici sözlerinin elyazmasındaki kesin konumu hakkında ancak 2022’de History of Beyng’in üçüncü baskısının yayınlanmasıyla bilgi sahibi oldular. Bu ifade, Heidegger’in sözde ‘önde gelen evrensel suçluların’ (planetarische Hauptverbrecher) maskesini düşürmeye ve onları kınamaya çalıştığı ‘Güç ve Suçluluk’ (‘Macht und Verbrechertum’) başlıklı bölümde yer alıyordu.
2014 tarihli Heidegger and the Myth of a Jewish World Conspiracy adlı kitabında Trawny, Heidegger’in sözünün antisemitik imalarını etkisiz hale getirmeye çalışarak, filozofun aklındaki ‘evrensel suçluların’ Yahudiler değil, ‘totaliter devletlerin yöneticileri […] Hitler ve Stalin’ olduğunu öne sürmüştür. Bu argümanla ilgili tek sorun, Hitler ve Stalin’den metnin hiçbir yerinde bahsedilmemesidir. Dahası, Trawny, Heidegger’in metinlerinin ‘Bolşevizm’ ve ‘Amerikancılık’ suçlamalarıyla dolu olmasına karşın, konu Nasyonal Sosyalizmin soykırıma varan ihlallerine geldiğinde, onun karakteristik olmayan bir şekilde suskun kaldığını gözden kaçırmıştır. Nihayetinde, Trawny’nin Heidegger’i ‘totalitarizmin’ ileri görüşlü bir eleştirmeni olarak gösterme çabası bir saptırma veya sis perdesinden başka bir şey değildi.
History of Beyng’in son bölümünde (‘Koinon: Beyng’in Tarihinden’) Heidegger, ‘komünizmi’ ‘makineleşmenin’ ve ‘Beyng’in unutulmasının’ doruk noktası ya da zirvesi olarak şiddetle mahkum etmiştir. “İktidarın, makineleşmenin kayıtsız şartsız yönüne ve bu yönün dışına doğru güçlenmesi, ‘komünizm’in özüdür. Bu adla anılan şey […] daha ziyade varlıkların bir bütün olarak düzenlenmesi ve tarihsel çağa tüm metafiziğin tamamlanması […] olarak damgasını vuran şey olarak düşünülür.”
Az önce alıntılanan ifadelerde Heidegger’in teknolojik ‘yıkımın’ ne plus ultra’sı [son noktası] olarak ‘komünizmi’ yermesinin antisemitizmiyle tamamen tutarlı olduğunu belirtmek önemlidir. Bu, Heidegger’in, ‘Yahudi Bolşevizmini’ eleştiren diğer Nazi eleştirmenleriyle birlikte, komünizmi ‘evrensel hakimiyet’ elde etmek için bir Yahudi ‘komplosunun’ parçası olarak gördüğü ölçüde doğrudur. Heidegger’in 1930’ların başında filozof arkadaşı Karl Jaspers’e söylediği gibi, “Gerçekten de Yahudilerin bir dünya komplosu var.”
Heidegger’in ‘Yahudi Bolşevizmi’ karşısındaki ‘kızgınlığı’, Haziran 1941’de, Hitler-Stalin anlaşması çözülürken, “Bolşevik siyasetinin ‘el altından yürütülmesi’ Yahudi [Maxim] Litvinov’un yeniden ortaya çıkmasıyla gün ışığına çıktı” şeklindeki iddiasında yankı buldu; bu, kısa süre önce ABD’ye büyükelçi olarak atanan eski Sovyet dışişleri bakanına bir göndermeydi. Heidegger’in Bolşevik ‘el altından iş çevirme’ iması, Yahudilerin Sovyet siyasetini perde arkasından yöneten ‘Drahtzieher’ ya da ‘kukla oynatıcılar’ olduğu görüşünü aktarıyordu. Heidegger and the Myth of a Jewish World Conspiracy’de Trawny’nin kendisi de ‘Yahudi Bolşevizminin’ 1930’larda Heidegger’in dünya görüşünde oynadığı önemli rolü kabul etmiştir. Trawny’nin de teyit ettiği gibi, Heidegger “‘dünya Yahudiliği’nin Bolşevikler arasında kilit pozisyonları işgal ettiğini düşünmektedir.”
Böylece, History of Beyng’de Heidegger’in ‘dünya Yahudiliğinin evrensel suçluluğa yatkınlığı’ hakkındaki sorgulaması, temsilcilerini ‘önde gelen evrensel suçlular’ olarak gördüğü ‘Yahudi Bolşevizminin’ bir tezahürü olarak ‘komünizmi’ suçlamasıyla sonuçlandı. Bununla birlikte, Heidegger’in rahatsız edici iddiası filozofun edebi vasileri tarafından bastırıldığından, antisemitik inançlarının gerçek boyutu yakın zamana kadar kamuoyundan gizlendi.
***
Heidegger’in metinlerinin editoryal manipülasyonu, eleştirel dikkati onun eserlerindeki ‘Varlığın Tarihi’ (Seinsgeschichte) ile ‘Varlığın Politikası’ (Seinspolitik) arasındaki tehlikeli bağlantıdan saptırmayı amaçlıyordu. Sonuç olarak, kamuoyuna onlarca yıldır Heidegger’in Denken’inin [Heidegger’in Düşüncesi] yanıltıcı, siyasi olarak sterilize edilmiş bir imajı, faşizm yanlısı siyasi bağlılıklarının izlerinin kapsamlı bir şekilde temizlendiği çarpık bir versiyonu sunuldu.
Heidegger’in eserlerinin çok sayıdaki yabancı dildeki baskıları söz konusu olduğunda, yayıncılık açısından bakıldığında, gerekli düzeltmeleri ve düzeltmeleri yapmak için esasen çok geç –çok zahmetli ve çok pahalı– kalınmıştır. Sonuç olarak, öngörülebilir bir gelecekte, Heidegger’in çalışmalarıyla ilk kez karşılaşan öğrenci nesilleri, onun düşüncesinin editoryal olarak tahrif edilmiş, siyasi olarak temizlenmiş versiyonlarına maruz kalacaktır. Bu önemli ölçüde kusurlu baskılar, acımasızca, fiili standart baskılar haline gelmiştir.
Heidegger’in çalışmaları üzerine giderek hacimlenen ikincil literatürde, tanımladığım editoryal aldatma ağından nadiren bahsedilmesi de aynı derecede sahtekârlıktır. Çünkü bu durum kabul edilseydi, Heidegger’in rahatsız edici ideolojik bağlılıklarını kamufle ederek, eserinin entelektüel ve ahlaki bütünlüğüne ilişkin temel soruları bastırmaya çalışan uyumlu ve kasıtlı bir metin manipülasyonu politikasını açığa çıkarma riski olurdu.
Son haberler, Hermann Heidegger’in 2019’daki ölümünün ardından, Toplu Eserler baskısının bir Heidegger ‘aile şirketi’ olarak mirasının devam edeceğini doğruladı. Sonuç olarak, yerleşik bir geleneğe uygun olarak, Hermann Heidegger’in en küçük oğlu Arnulf, filozofun edebi mirasının yeni yürütücüsü olarak seçildi.
Heidegger’in kalan makalelerini bir ‘ek baskı’ (Ergänzungsausgabe) şeklinde yayınlama planlarını açıklayan Arnulf Heidegger, büyük babasının mirasından gelen el yazmalarının, mevcut telif hakkının sona ereceği 2046 yılına kadar kamuya açık olmaktan men edileceğinin bilinmesine izin verdi. Arnulf bu duyuruyu yaparken, ‘siyasi açıdan zor pasajlar’ (politisch heikle Stellen) olarak adlandırdığı bölümlerin varlığını doğruladı. Ancak ‘siyasi açıdan zor’ ifadesinin ne anlama geldiğini ya da neleri içerdiğini belirtmekten kaçındı ki bu da ‘ek baskının’ filozofun siyasi açıdan zehirli görüşlerinin bir alt kümesi için bir depo ya da ‘kötü banka’ işlevi göreceği spekülasyonlarına yol açtı.
(*) Beyng (Alm. Seyn): Heidegger lügatında Varlık’ın (Being, Sein) arkaik söylenişi. Cambridge’in Heidegger Sözlüğü’nde şöyle tanımlanıyor: “BEYNG, varlıkların ortaya çıkarılabileceği ve istikrarlı, kalıcı bir varlık kazanabileceği bir arka plandır. Bu arka plan dinamiktir ve değişime tabidir. Farklı tarihsel çağlarda, her biri varlıkların nasıl oluşturulduğunu görünmez bir şekilde şekillendiren farklı tarzlara sahiptir. ‘Bir köken’ ya da varlıkların kaynağı olarak Heidegger şöyle açıklar: “Beyng, uzaklaşan bir YARIK, içinde varlıkların bir ‘DURUŞ’a gelebileceği bir yarık gibidir.’” Heidegger felsefesindeki en kritik kavram olan Dasein, kelime anlamı itibariyle ‘orada olmak’ anlamına gelir. Dasein, kartezyen özne-nesne ayrımı ve ‘düşünen özne’ kavrayışından farklı olarak, ‘dünya-içinde-olmak’ ile tanımlanır: Varlık bir kiptir, moddur, atmosferdir. Dasein, bireyin kendisinin yanı sıra diğer varlıkları da ‘ifşa ettiğini’ öne sürer. Varlık, Dasein’da ‘kendini gösterir.’ (ç.n.)