Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz, 7 Ekim’den bu yana İsrail ile Hizbullah arasında devam eden düşük yoğunluklu çatışmanın kaçınılmaz olarak topyekûn bir savaşa dönüşeceğini öngörüyor. Dış İlişkiler Konseyi’nde (CFR) Orta Doğu ve Afrika çalışmalarından sorumlu kıdemli araştırmacı olan Steven A. Cook’un kaleme aldığı analiz, iki güç arasında topyekûn savaşı önleyen engellerin tek tek ortadan kalktığını ve savaşın kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyor:
***
İsrail ve Hizbullah Arasında Savaş Kaçınılmaz Hale Geliyor
Artık temennileri bırakıp gerçeklere bakmanın zamanı geldi.
Steven A. Cook
Önümüzdeki altı ila sekiz ay içerisinde Hizbullah ile İsrail arasında bir savaş çıkması muhtemel.
Bu konuda olabildiğince net olmak önemli çünkü bugüne kadar konuyla ilgili yazılan hemen her makale Hizbullah ve İsrail’in savaş istemediğini beyan ediyor. Bu analiz, mevcut koşullara dayanarak geleceğe dair çıkarımlarda bulunuyor ancak Orta Doğu’daki gelişmeler son derece dinamik. Analistlerin ve hükümet yetkililerinin varsayımlarını yeniden gözden geçirmeleri ve beklentilerini güncellemeleri akıllıca olacaktır.
İsrail ve Lübnan merkezli militan grubun bugüne kadar aralarındaki çatışmayı topyekûn savaş eşiğinin altında tuttukları ve çeşitli provokasyonlara kısasa kısas şeklinde karşılık vermeyi tercih ettikleri doğru. Ancak bu görünürdeki itidal, Hizbullah ve İsrail’in savaş istemediği anlamına gelmiyor. Aksine, Hizbullah liderliği ve İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) yüksek komutanlığı şu anda, şimdiye kadar çatışmayı frenleyen bir dizi engelle karşı karşıya. İran liderlerinin stratejik hesapları, Biden yönetiminin bölgesel çatışmadan kaçınma kararlılığı, Gazze’deki savaşın sonucu, özellikle de Hamas’ın eğilimi ve ABD politikaları gibi faktörlerin çatışmayı daha uzun süre sınırlayacağına kimse güvenmemeli. Aslında bu engeller şimdiden ortadan kalkmaya başladı.
Hizbullah’ın savaş istemediği iddiası İran’ın, vekili ile İsrail arasında bir çatışmadan korktuğu iddiasına dayanıyor. Bu iki argümanın altında yatan mantık zorlama: Son yıllarda Hizbullah, Suriye’de Beşar Esad rejimini kendi halkına karşı yürüttüğü kanlı mücadelede desteklemek, İran destekli Iraklı milislerle çalışmak ve Yemen’de Husileri eğitmek gibi önemli roller oynayarak İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) keşif gücü haline geldi.
Ancak Hizbullah, Devrim Muhafızları’nın bir kolu olmadan önce de İran’ın caydırıcılığının kritik bir bileşeniydi ve öyle olmaya devam ediyor. Grup ve 100 binden fazla olduğu bildirilen roketleri İran’ın ikinci vuruş kabiliyetini oluşturuyor. İsrail ya da ABD İran’ın nükleer programına saldıracak olursa, Hizbullah’ın cephaneliği İsrail yerleşim merkezlerine yıkıcı bir darbe indirecek. Ayetullah Ali Hamaney ve diğer İranlı liderler İsrail’i yok etmeye ne kadar kararlı olsalar da rejimin hayatta kalmasına daha fazla önem veriyorlar ve yatırım yaptıkları Hizbullah’ın caydırıcılık kabiliyetini yitirmesini istemiyorlar.
Yine de İranlıların ana vekilleri üzerindeki dizginleri gevşeteceklerini düşünmek zor değil. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Ocak ayı başında yaptığı ve ABD’nin 2020 başlarında bir insansız hava aracı saldırısında öldürdüğü Devrim Muhafızları Kudüs Gücü komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani’nin hayatını ve çalışmalarını andığı konuşmasında açıkça ortaya koyduğu gibi, İranlılar sözde direniş ekseninin geliştirilmesi için önemli bir zaman, enerji ve kaynak harcadılar.
Hizbullah’ın yanı sıra Hamas da bu eksenin önemli bir parçası. Önümüzdeki haftalarda çatışmaların durma ihtimaline rağmen, İsrailliler Hamas liderliğini ele geçirmeye ve/veya öldürmeye ve grubu İsrail devletine karşı organize bir tehdit olmaktan çıkarmaya kararlı. Eğer IDF’nin bu hedefleri gerçeğe dönüşme tehdidi doğarsa İranlılar Hamas’ın yenilgisini kabul etmek yerine Nasrallah’ın güçlerinin faaliyetleri üzerindeki engelleri kaldırabilir. O gün yaklaşıyor gibi görünüyor.
İran Hizbullah’ı dizginlediyse, ABD de İsrail konusunda aynı şeyi yaptı. Biden yönetimi Gazze savaşı sırasında iki konuda tutarlı davrandı: Birincisi, Hamas yenilmeli. İkincisi, İsrail ile Hizbullah arasında bir savaştan kaçınılmalı. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’ın geçen Kasım ayında İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ile yaptığı açık bir görüşmede Biden ekibinin endişelerini aktardığı bildirildi. ABD Başkanı Joe Biden da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya savaşı Lübnan’ı da kapsayacak şekilde genişletmemesini söyledi. ABD’li yetkililer Hizbullah ile İsrail arasındaki savaşın hızla bölgesel bir çatışmaya dönüşeceğine ve ABD’nin de İran’a karşı savaşan taraflardan biri haline geleceğine inanıyor.
Yönetimin endişeleri makul olmakla birlikte, ABD Başkanı’nın kuzey sınırını nasıl ele alacakları konusunda İsraillileri etkileme kabiliyeti azalıyor. Zira İsrail hükümeti büyük bir tırmanma durumunda önlem olarak kuzeydeki kasabalardan tahmini 80 bin İsrailliyi tahliye etme kararı aldı. İsrail’in bakış açısına göre, ülkelerinin bu kısmı yaşanmaz durumda ve İsrail’in buradaki egemenliği artık belirsiz. Bu durum, hükümet -ya da herhangi bir İsrail hükümeti- için tahammül edilebilir değil ve güçlü bir karşılık verilmesini gerektiriyor.
Ancak İsrailliler, Gazze ile meşgul olduğu için ABD ve Fransa öncülüğündeki diplomatik çabalara isteksizce boyun eğdiler. Yine de ne Washington ne de Paris, İsraillileri ya da Hizbullah’ı tatmin edecek bir plan üretebilmiş değil. İsrailliler, BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 (2006) sayılı kararı uyarınca Hizbullah’ın İsrail sınırından 18 mil uzaklıktaki Litani Nehri’ne çekilmesini talep ediyor ki Hizbullah bu talebi reddediyor.
Hizbullah ise İsrail’in sınırdaki güçlerini azaltmasını istiyor ki bu da özellikle 7 Ekim 2023 olaylarından sonra İsraillilerin yapmayacağı bir şey. Zaman geçtikçe diplomasinin sonuçsuz kaldığı kanıtlandı ve İsrailliler Gazze’de zafer ilan ederlerse dikkatlerini kuzeydeki güvenlik sorunlarını çözmeye çevirecekler. Bu İsrailliler için varoluşsal bir mesele olduğu için Beyaz Saray’ın isteklerine rağmen bu bahar ya da yaz Lübnan’a savaş gelmesi muhtemel.
İsrail’in önündeki son engel ise ABD kongresinin işlevsizliği. Genelde böyle olmasa da, İsrail’in şu anda yürüttüğü savaş türü onu ABD’ye ciddi anlamda bağımlı hale getirdi. Şüphesiz İsrail’in gelişmiş bir savunma sanayisi ve gelişmiş bir askeri yapısı var ancak Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısına yanıt olarak başlattığı savaş, IDF’nin düşman topraklarında kısa ve yıkıcı savaşlar öngören standart doktrininden büyük bir sapma.
Gerçekten de Gazze’deki çatışma beşinci ayını doldururken İsraillilerin bazı silah stoklarını yenilemeleri gerekiyor. Hizbullah’la mücadele söz konusu olduğunda IDF’nin daha fazla hassas güdümlü silaha ihtiyacı var ki bu silahlar Hizbullah’ın roket fırlatma noktalarını ve diğer hassas noktaları etkisiz hale getirmek için kritik önem taşıyor. İsrailliler bu silahları şu anda Capitol Hill’de bekleyen ek yardım paketi olmadan elde edemezler, bu da Gallant’ın, Hizbullah’ı İsrail sınırından uzaklaştırmak için öngördüğü büyük askeri operasyonların henüz gerçekleşemeyeceği anlamına geliyor.
İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer de geçen günlerde bunu itiraf etti. ABD’nin güvenlik yardımına olan ihtiyacı açıklarken şöyle dedi: “Çünkü planlamamızı [da] yaptığımız için bu çok önemli. Unutmayın, sadece tek bir cepheyle uğraşmıyoruz. Sadece güneyde Hamas’la değil, kuzeyde de Hizbullah’la uğraşıyoruz.”
Ancak bir noktada Kongre kendini toparlayacak ve finansman tasarısını geçirecek. İsrail, Capitol Hill’de popülerliğini koruyor ve oy sayaçları, bir aksilik çıkmazsa ülkeye yapılacak güvenlik yardımının yasama sürecinden kolayca geçeceğini gösteriyor. Ancak bugünlerde Capitol Hill’deki her şeyde olduğu gibi, geniş çapta popüler olan girişimler ve yasalar bile kutuplaşma, güç politikaları ve genel Kongre işlevsizliğinin pençesine düşüyor. Nispeten tartışmasız olan İsrail yardımı artık daha tartışmalı Ukrayna yardımıyla birlikte ele alınıyor, bu da Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en büyük siyasi tartışma konusu olan sınır güvenliği ile bağlantılı. Bu durum, Washington’daki seçilmiş liderler başkanlık seçimlerinin yapılacağı yılda daha da karmaşık hale gelen diğer iki meseleyi çözerken İsraillilerin bekleyeceği anlamına geliyor. Ancak Kongre eninde sonunda harekete geçecek ve bu gerçekleştiğinde İsrailliler önündeki son engel de kalkmış olacak. Muhtemelen, IDF’nin Gazze Şeridi’ndeki büyük askeri operasyonları o zamana kadar sona erecek ve ordu tüm dikkatini Hizbullah’a çevirebilecek.
Hem Hizbullah hem de İsrail’in önündeki tüm engellerin kalkmasıyla birlikte sahadaki tüm işaretler savaşa işaret ediyor. Hizbullah ve IDF’nin birbirlerine yönelik saldırıları giderek daha cesur bir hal alıyor ve birbirlerinin topraklarının daha derinlerinde gerçekleşiyor. Son olarak Hizbullah’ın bir İsrail insansız hava aracını düşürmesinin ardından İsrailliler Bekaa Vadisi’ni vurdu. Bundan önce de Hizbullah Aşağı Celile’ye insansız hava araçları göndermiş, İsrail Hava Kuvvetleri de Beyrut’a 30 milden daha az mesafedeki Sidon’daki silah depolarını vurmuştu.
Savaştan kaçınmaya çalıştıkları için ABD’li ve Fransız yetkililere tebrikler, ancak keşfettikleri gibi, Hizbullah ve İsrail arasındaki sıfır toplamlı ilişkiye diplomatik bir çözüm yok, özellikle de İsrailli liderler İsrail ve direniş ekseni arasındaki oyunun kurallarını değiştirmeye yemin ederken. Dolayısıyla ya Nasrallah güçlerine kuzeye, Litani Nehri’ne gitmelerini emredecek ya da IDF onları geri püskürtecek. Hizbullah direnecek çünkü bunu yaptığını iddia ediyor ve içeride yıpranmış itibarını kurtarmak için bundan daha iyi bir yol olabilir mi? Şu anda savaşı ertelemenin bir yolu olması pek mümkün değil.